Politika

HDP'li Taşdemir: Alevilerin inançlarını nasıl yaşayacağına bir bakanlık, Meclis ya da devlet karar veremez

"Alevilere yönelik bu asimilasyoncu politika da gittikçe hız kazanıyor"

17 Kasım 2022 22:04

HDP Ağrı Milletvekili Dirayet Dilan Taşdemir, “Alevilerin inançlarını nasıl yaşayacağına, nerede yaşayacağına sizler, bir bakanlık, Meclis ya da devlet karar veremez. Cumhurbaşkanı da buna karar veremez. Buna sadece ve sadece Aleviler karar verebilir. Ama torba yasanın içine koyuyorsunuz, Meclis’e getiriyorsunuz, milletvekilleri elini kaldırıyor-indiriyor ve bir inançla ilgili karar veriliyor. Aleviler ‘Cemevini ibadethane olarak görüyorum’ diyorsa ibadethanedir, bunun tartışması mümkün değildir” dedi.

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda bugün Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bütçesi görüşülüyor. Komisyonda söz alan HDP Ağrı Milletvekili Dirayet Dilan Taşdemir, şunları söyledi:

"Alevilere yönelik bu asimilasyoncu politika da gittikçe hız kazanıyor"

“Alevilere yönelik bu asimilasyoncu politika da gittikçe hız kazanıyor. İşte, AKP yine 2009-2010 yılları arasında 7 kez Alevi açılımı yaptı, çalıştaylar gerçekleştirildi. Elbette ki bütün bu çalıştaylarda ve tartışmalarda Alevilere yönelik herhangi bir iyileşme ya da Alevilerin talepleri karşılanmadı. Bu karşılanmadığı gibi, bir de Alevilerle dalga geçer gibi bir torba yasada bir kültürel folklormuş gibi ele alındı. Sonra Cumhurbaşkanı, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kurulacağını söyledi, sonra ardından kanun hükmünde kararnameyle bu da kuruldu.

Alevilerin inançlarını nasıl yaşayacağına, nerede yaşayacağına sizler, bir bakanlık, Meclis ya da devlet karar veremez. Cumhurbaşkanı da buna karar veremez. Buna sadece ve sadece Aleviler karar verebilir. Ama torba yasanın içine koyuyorsunuz, Meclis’e getiriyorsunuz, milletvekilleri elini kaldırıyor-indiriyor ve bir inançla ilgili karar veriliyor. Aleviler ‘Cemevini ibadethane olarak görüyorum’ diyorsa ibadethanedir, bunun tartışması mümkün değildir. Aleviler bizim açımızdan eşit yurttaşlardır ve eşit yurttaşların bütün haklarından da yararlanmalıdır. Yine toplumsal hafıza, ortak belleği oluşturan bu birikimleri kuşaktan kuşağa aktaran şey; kültürler, varlıklardır. Ama Türkiye’de resmi tarih anlatısının dışında bırakılan kültürel değerler, bilinçli bir şekilde ya da sistematik bir şekilde ya ihmal ediliyor ya da tahrip ediliyor.

"UNESCO’nun dünya mirası kriterlerinin 10’undan 9’unu karşılayan Hasankeyf’i sular altında bıraktınız"

‘2002’de iktidara geldiğimizde Dünya Miras Listesi’nde olan varlık sayımız 9 idi ama işte, bizim iktidarımız döneminde bu sayı 19’a çıkarıldı’ dediniz ama UNESCO’nun dünya mirası kriterlerinin 10’undan 9’unu karşılayan Hasankeyf’i sular altında bıraktınız. Dicle Vadisi’ni, canlıların yuvası olan Dicle Vadisi’ni sular altında bıraktınız. Niçin? 50 yıllık ömrü olan bir tane baraj için. Her tarafa beton döktünüz, tarihi Hasankeyf’ten sadece birkaç tarihi varlığı tutup yine Hasankeyf’e taşıdınız. Hasankeyf’e daha önce binlerce turist ziyaret yapıyordu, esnaf o konuda, refah düzeyinde çok ciddi bir aşamadaydılar. Ama siz ne yaptınız? Kenti sular altında bıraktınız. Şu an gidin bir Hasankeyf’e, önceki yıllara oranla bir canlılık var mı? Tam bir hayalete dönüşmüş durumda Hasankeyf. Ama şimdi festivaller yapıyorsunuz; gerçek Hasankeyf’i sular altında bıraktınız, hayali Hasankeyf’e de turist çekmeye çalışıyorsunuz. Böyle bir garabet yaşanıyor.

Hasankeyf gibi yine Allianoi sular altında bırakıldı. Yine yolsuzluklarla gündeme gelen Mardin Büyükşehir Belediyesi, UNESCO Dünya Mirası’na girmeye, en azından Geçici Liste’ye aday olan Dara Antik Kenti’ni imara açtı ve bir rantçı yandaşa peşkeş çekme hesapları yapılıyor. ‘Kentsel dönüşüm’ adı altında Sulukule, Tarlabaşı, Ayvansaray, Fikirtepe mahalleleri başta olmak üzere Süleymaniye, Zeyrek, Sultanahmet, Boğaziçi, Validebağ Korusu, Kapadokya peribacaları yol inşaatı gibi Dünya Miras Alanı veya sit alanındaki uygulamalarda yeşil alanlar, doğal alanlar ve tarihi sit alanları yok edilerek boşaltılıyor. 

 

"Kültürel varlıkların tahrip edildiği kentlerin terk edildiğini biliyoruz"

Bin 600 yıllık, Başkale’de bulunan Surp Bartholomeos Manastırı yok olmayla karşı karşıya. Assos tarihi kenti kendi kaderine terk edilmiş durumda. Kültürel varlıkların tahrip edildiği kentlerin terk edildiğini biliyoruz. Bu politikalardan vazgeçilirse aslında daha demokratik, daha hoşgörülü, refah düzeyi daha yüksek bir ülkede oluruz. Ama 2002 yılında birçok kentte sit alanlarının statüleri değiştirilmiş bazı sit alanları imara açıldı, tıpkı Dara Antik Kenti’nde olduğu gibi. Oysa bu uygulamalara bir an önce son verilmeli, bu alanların denetimine sivil toplum örgütleri de dâhil edilmelidir. Yine, ören yerlerini aslında gözümüz gibi korumamız gerekiyor. Gelin görün ki ören yerleri de definecilere terk edilmiş durumda. Buraların güvenlikleri çok ciddi anlamda alınmıyor, eline kazmayı, küreği alan gidiyor, istediği yerde kazı yapmaya çalışıyor. Yine, devam eden arkeolojik kazılar tahrip ediliyor. Binlerce yıl geçmişi olan bu eserler, bu ören yerleri, bu anlamda ciddi bir tahribat yaşıyor. Yine biliyorsunuz buralarda, kaçak kazılarda ve müzelerde dönem dönem kayıplar oldu, eserler çalındı deniliyor. Bu konuda da özellikle yurt dışına kaçırılan eserlerin geri getirilmesi konusunda nasıl bir politika izleniyor? Bunu da merak ediyoruz.

"Türkiye'de 2020 yılında bakanlığa bağlı ücretli müze ve ören yerlerini ziyaret edenlerin sayısı bir önceki yıla göre yüzde 74,6 azalmış"

Zeugma Müzesi’nden çalınan eserler vardı, yargıya da konu olmuştu; bu konunun, bu eserlerin akıbeti ne oldu? Onu da cevaplarsanız sevinirim. Asimile edilen, inkar edilen Kürtlerin varlıklarına yaklaşım maalesef AKP döneminde de değişmedi. Bu sorunlar gittikçe daha çok derinleştirildi. AKP'nin bu konuda bir yaklaşımı var, aslında birçok konuda genel tutumu öyle. Yani özellikle kültürel varlıklar ve kültürel miras konusuna da baktığımızda işte, genel yaklaşım şu; turist gelsin, görsün, biz de biraz daha fazla para kazanalım ama bu konuda da yine diğer kültürel varlıklar arasında da bir ayrımcılık söz konusu. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne bağlı 211 müze, 145 düzenlenmiş ören yeri olmak üzere 356 müze olduğu ifade edilmiş. Yine TÜİK verilerine göre Türkiye'de 2020 yılında bakanlığa bağlı ücretli müze ve ören yerlerini ziyaret edenlerin sayısı bir önceki yıla göre yüzde 74,6 azalmış. Bu azalmanın nedenleri nelerdir?

Avrupa'dan, Çin'den, dünyanın dört bir yanında insanlar geliyor aslında, bu kültürel varlıkları görmek istiyor ama Türkiye'de maalesef insanlar bu olanaklardan yararlanamıyor. Çünkü asgari ücretle geçinmek zorunda kalan insanların bir de bu yerleri ziyaret etmek gibi bir durumu da söz konusu olmuyor. Yine son dönemlerde birçok sanatçı çok zor şartlarda yaşıyorlar, çok zor şartlarda mesleklerini icra etmek zorunda kalıyorlar. Bunları da destekleyecek mekanizmalar çok zayıf. Bu konuda örneğin sokak sanatçıları çok zor şartlarda mesleklerini icraat ediyor. Hem sokakta mesleğini icra ederken ırkçı, ayrımcı saldırılara maruz kalıyorlar hem de dönem dönem belediyeler tarafından engelleniyorlar.

"Kafe çalışanları güvencesiz şartlarda çalışıyor"

Kafe çalışanları güvencesiz şartlarda çalışıyor. Uzun çalışma saatleri başta olmak üzere birçok hak ihlaline uğruyorlar. Bu insanlar, sigortasız çalıştırıldığı için de işten çıkardıklarında işsizlik parası almıyorlar. Pandemi döneminde maalesef birçoğu intihar etti. Yine enstrümanlarını satan sanatçılar, müzisyenler olduğuna biz tanıklık ettik. En son da müzisyen Onur Şener, çalıştığı yerde, sadece istenilen parçayı çalmadığı için maalesef katledildi.

Yani aslında Kültür Bakanlığı hem müzisyenler hem sanatçılar hem de kültürel varlıklara yaklaşımda eşit bir yaklaşım, adil bir yaklaşım sergilemiyor. Genelde daha ayrımcı bir tutuma maruz kalıyor sanatçılar. Bakın, Kültür Bakanlığı’nın yaptığı faaliyetlere, söylemlere baktığımızda, genelde kültürel alanda da kendi hegemonyasını kurmaya çalışıyor. Bu hegemonyayı kurmak için de aslında kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi sanat icra etmeyen herkesi de baskıyla, asimilasyonla aslında kendi denetiminde tutmaya çalışıyor. Hani bu kültürel hegemonyayı ne kadar başardığınız da tartışmalı, çünkü dönem dönem sizin kimi temsilcileriniz de bunu başarmadığınız için sık sık hayıflanıyor.

"AKP döneminde şarkı söylemek, eğlenmek, festival düzenlemek neredeyse yasak hâle getirildi"

Yandaş sanatçılara her alanda olanaklar tanınıyor, bunlar için her anlamda destekler sunuluyor ama muhalifse; sizi, iktidarı eleştirmişse o sanatçılara yönelik baskılar artıyor. İşte, Kürtçe söylediği için, Rumca söylediği için sanatçıların konserleri yasaklanıyor, iptal ediliyor. ODTÜ Uluslararası Bahar Şenliği, Zeytinli Rock Festivali, Munzur Doğa Kültür Festivali yasaklandı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde 80 yılı aşkındır kutlanan geleneksel İnek Bayramı’na bile soruşturma açıldı. Trabzonspor’un şampiyonluk kutlamalarına katılan Yunan sanatçı sahneye çıkarılmadı. Yani öyle ki hızınızı almadınız, Güney Kore'den gelen bir grup vardı, K-pop, onu bile yasakladınız.

AKP döneminde şarkı söylemek, eğlenmek, festival düzenlemek neredeyse yasak hâle getirildi. Şimdi, yaşam biçime müdahale tartışmaları bu anlamda gündeme gelince, iktidar genelde her seferinde ‘Hayır, biz kimsenin yaşam biçimine müdahale etmiyoruz; biz herkesin yaşam biçimine, kimliğine, kültürüne, inancına saygılıyız’ diye propaganda yapıyor. Ama icraata dönüp baktığımızda, aslında gerçeğin hiç de böyle olmadığını, kendisine yakın, kendi dünya görüşüne yakın olanların önü açılıyor, ama diğerleri yasaklanıyor.” (ANKA)