Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a yakınlığıyla bilinen ve AKP çevrelerinde görüşleri dikkatle takip edilen Yeni Şafak yazarı ilahiyatçı Prof. Hayrettin Karaman, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun zaman zaman "DAİŞ", çoğunlukla "DEAŞ" tabirini kullandığı Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) için "Bunların kuruluşuna 'İslam devleti demeyelim' diyorsak IŞİD yerine DÂİŞ'i kullanarak bu amaca ulaşamayız. Bence uygun olanı 'el-Bağdâdî Hareketi' demektir" görüşünü dile getirdi.
Karaman'ın Yeni Şafak'ta "DÂ'İŞ" başlığıyla yayımlanan (15 Kasım 2015) yazısı şöyle:
İsimden başlayalım.
DÂİŞ kelimesi (kısaltması) Arapça “ed-Devletu'l-İslâmiyye fi'l-Irak ve'ş-Şâm” isminde geçen kelimelerin başındaki harflerden oluşuyor. IŞİD kısaltması da aynı ismin Tükçesinin yani “Irak Şam İslam Devleti” ifadesinden yapılmıştır. İnsanlara zulmettiği, terör estirdiği, dünya halkını İslam'dan ve Müslümanlardan korkar hale getirdiği… için bunların kuruluşuna “İslam devleti demeyelim” diyorsak IŞİD yerine DÂİŞ'i kullanarak bu amaca ulaşamayız. Bence uygun olanı “el-Bağdâdî Hareketi” demektir.
Asıl adı İbrahim olan Ebû Bekir el-Bağdâdî 1971 yılında Irak'ın Sâmerrâ şehrinde dünyaya geldi. Lise tahsilinden sonra Bağdâd Üniversitesi'nde hukuk, bu olmazsa eğitim veya dil okumak istedi, puanı bunlar için yeterli olmadığı için İslam Şeriat Fakültesi'ne girdi, lisanstan sonra Kur'an ve Tilaveti üzerinde master ve doktora yaptı. Küçük kardeşi Saddam'ın ordusunda asker iken ölmüştü. Kendisi gözlerindeki görme kusuru sebebiyle askere alınmadı.
Bağdâdî Hareketi, Bin Lâdin'e bağlı olan ve 2004 yılında Irak el-Kaidesi'ni kuran Ebu Mus'ab ez-Zerkavî'ye bağlı idi. 2014'ün Şubat ayına kadar bu bağlılık devam etti. El-Kaide bu hareketi aşırı bulduğu için bu tarihten sonra onunla alakasını kesti.
Bağdâdî 2014 yılında halifeliğini ilan etti ve önce Irak Şam İslam Devleti'nin başkanı iken bunu da aşarak mutlak manada ve bütün dünya Müslümanlarını içine alan “İslam Devleti”nin halifesi olduğunu iddia etti.
Bağdâdî'nin Irak'ta elli bin, Suriye'de ise otuz bin askerinin bulunduğu söylenmektedir. Bu askerlerin çoğu Arab ve Berberlerden olmakla beraber Afrika'dan Avrupa'ya ve ABD'ye kadar birçok ülkeden gelerek onun ordusuna katılanların sayısı da oldukça kabarıktır.
Bu kadar insanın uzak yakın yerlerden binbir engeli aşarak ona katılmalarının sebepleri üzerinde önemle durmak gerekiyor. Uzunca bir yazının konusu olacak bu sebepler içinde bilgi ve eğitim yetersizliği, ekonomik darboğazlar, yabancı istila ve sömürüsü, din ve düşünce alanındaki baskılar, genç nesilleri tatmin edecek hedeflere, uygun yöntemlerle yönlendirme eksikliği, macera hevesi, interneti ve propagandayı en başarılı bir şekilde kullanan bir örgütün söz konusu olması… bulunmaktadır.
Bağdâdî'nin iddiası hilafet devletini yeniden kurmak ve şeriatı uygulamaktır, fakat hem hilafet ve şeriat anlayışında hem de hedefine ulaşmak için seçtiği yol ve yöntemde çok büyük/vahim hatalar vardır.
İslam-şeriat anlayışı sonraki selefîler gibi –şeriatın maksadlarını ihmal ederek- nasların lafızcı ve dar yorumuna dayanmaktadır. Musiki, kadın, resim ve heykel gibi konulardaki anlayış ve uygulamaları bunun bariz örnekleridir.
Hilafet anlayışı bugün gerçekleşmesi mümkün olan “İslam ümmetinin başkanlığı” ile örtüşmüyor. Bilindiği gibi kamil manada hilafet, hicretin otuzuncu yılında Emevî sultanlığının başlaması ile sona ermiş, râşid halifeliğin yerini bazen zalim olan sultanlık almıştır. Adına yine de ısrarla hilafet denilen bu kurum Yavuz Sultan Selim devrinde Osmanlı'ya intikal etmiş, Osmanlı idaresinin son bulması ile elde kalan -eskiye nispetle- küçücük bir toprak parçasında kurulan cumhuiyet idaresinde Millet Meclisi'nin şahs-ı manevîsine (tüzel kişiliğine) dönüştüğü söylenmiştir.
Gerçek manada hilafeti geri getirmek, ilk dört halifenin İslam, siyaset, devlet, ümmet anlayış ve uygulamasına dönmek demektir. Bağdâdî'nin yapıp ettiklerini bu çerçeveye sokmak mümkün değildir.
Bir örnekle yetineyim: Raşid halifeler kendilerine bir süre veya devamlı bey'at etmeyenleri ne öldürdüler, ne zimmî sayıp cizye istediler ne de ceza verdiler. Hz. Ali (r.a.) kendisine bey'at etmedikleri gibi bir zaman savaş da ilan etmiş olan Hâricîlere şöyle demişti: “Bizim mescidimize gelmek isterseniz buyurun, kapılarımız açıktır, bizimle İslam düşmanlarına karşı savaşırsanız sizi savaşçı olarak kendimizden sayarız, bunlara yanaşmaz ve bize silah çekerseniz biz de silahla mukabele ederiz.”
Bütün ümmeti içine alacak ve müminleri parçalayıp birbirine düşürmeden gerçekleşecek bir İslâmî siyasi yapı ve yönetimi gerçekleştirmenin yolu asla Bağdâdî'nin seçtiği yol değildir ve ayrıca böylesine muazzam bir işi kısa, orta ve uzun vadeli programlar ve uygulamalarla geçekleştirebilecek fikir ve ilim kapasitesi de bu harekette mevcut değildir.
Yine olan Müslümanlara oluyor, dökülen kanlar, sönen hanümanlar, heba edilen servetler hep Müslümanlardan. Bu hareket Müslümanları birleştirmek yerine parçalıyor, İslam adına korkutan ve kaçıran vahşeti uyguluyor, düşmanın ekmeğine yağ sürüyor, istismar ve sömürüsüne zemin hazırlıyor.
Müslümanların akıl, basiret ve firasetle hareket etme kabiliyetlerini kullanmalarının da Allah'a kaldığı anlaşılmaktadır; halbuki bunu onlardan Allah istemektedir.