Kanlıca sırtlarında Boğaz’a hakim 100 yıllık bir ahşap köşke, tasarımcı Handan Öney ile mimar Mustafa Öney’in evine konuk olduk. Handan Öney bizi gülümseyen bir yüzle, pozitif enerjiyle yüklü; yaşanmışlık izlerini her detayda algıladığımız salonunda ağırladı.
Bu binanın öyküsü onun 16 yaşında olduğu genç kızlık anısından bugüne kadar geliyor. O kadar hızlı geçtiğini söylüyor ki senelerin Handan Öney... 18 yıl İngiltere’de yaşıyor. Birmingham Üniversitesi’nde Ekonomi, London School of Fashion’da moda, Southampton College Art’ta mücevher tasarımı okuyor. 1986 yılında tam Türkiye’ye dönme kararı vermişken eşi ile tanışıp, evleniyor. 16 sene de eşiyle birlikte çalıştıktan sonra DecoLibra’da daha feminen tasarımlar satmaya karar veriyor.
Binanın öyküsünü Handan Öney’in kendisinden dinliyoruz: “100 yıllık bir bina. Eski Şirket-i Hayriye yani Vapur İşletmeleri’nin sahibi tarafından yaptırılmış ve onlar iki jenerasyon burada yaşamış. 40 sene kadar önce biz evi satın aldık. Ev epeyce tahrip olmuştu ve iki kez restorasyon geçirdi. Tam ahşap bir ev…
Doğal olarak çok çabuk yıpranıyor ve hava koşullarından etkileniyor. Tavanlar o günkü orijinal hali ile duruyor. Doğramaların üst parçası tamamen orijinal, altları değiştirdik. Maalesef ısı yalıtımı çok zayıf, ahşap olduğu için. Radyatör sistemi sonradan döşendi. Gönül isterdi ki, prizlere kadar her şey eski haliyle kalabilseydi. Aslında bu yatak odasının kapısı da iç avluya bakıyordu. Bütün odalar, evin ikinci katındaki oturma mekanına açılıyordu. Biz bunu salondan kopartmak için yana bir kapı verdik.
Evin bahçesi iki dönüm arazi üzerine oturuyor. Emirgan Atlı Köşk ile tam karşı karşıyayız. Ev, İsviçreli bir mimar tarafından yapılmış. Birazcık dağ evinin çatı esprisi de var. Tabii orijinal halinde çatı tamamen arduvaz döşeliymiş. Sonradan tuğlaya dönüştü. Evin çok enterasan bir kulesi var. O kulenin dört tarafı cam ve Boğaz’ı olduğu gibi izleyebiliyorsunuz. Fakat 1960’larda bir hortum geliyor ve ev de eskidiği için o kule uçup Emirgan’a gidiyor.
Biz burayı satın aldıktan sonra babam evin eski fotoğraflarını çıkarttı ve o kuleyi orijinal hali ile yapıp koyduk. Ciddi poyraz estiği zaman ev sallanır ve kulede onu çok daha fazla hissedersiniz. İlk evlendiğimiz zamanlarda orayı yatak odası yapmıştı k, gözleme kulesi gibi. O havalardan çok nefret etmişimdir, beşik gibi sallana sallana. Bir de kafada ‘ne zaman uçacağız’ gibi bir duygu var.
Ev dört katlı; en altta taşlık denen bir bölüm var. Evin en serin yeri orası. Bu ev zaten yazlık ev olarak tasarlanmış. Mutfak eskiden havuzun kenarındaydı. Şimdi kamelya olarak kullanıyoruz. Biz ise hizmetli bölümünü o taşlığa yerleştirdik. Ana katta annem oturuyor. Biz ikinci kattayız. Çatı katı olan üçüncü katta çocuklarımızın odası var. Bir de kule.”
Burası meyilli bir araziye konumlanmış bir bina. Bahçesi dört kademeden oluşuyor. Bahçenin en altındaki garajın üstünde meyve ağaçları, çam ağaçları var ve ayrıca sebze yetiştiriliyor. Havuz katı bir yaşam alanına dönüştürülmüş. Ayrıca mutfaktan bahçeye bir kapı açılıyor.
Handan Öney, “Evi kendi yaşantımıza göre organize ettik. Burası misafire odaklı bir ev değil” diyor. Zaten o tarz evleri de hiç ama hiç sevmiyor. Onların televizyonu da, çalışma masaları da salonda.
Öney ailesi sanata düşkün... Evin her bir köşesinde çok değerli sanatçıların eserlerine rastlanıyor:
“İşimizden dolayı da hepimizin görselliği çok fazla. Resim ve heykel benim için çok önemli. Aslında sanatın her parçasını seviyorum. Eski ile yeniyi karıştırmak çok hoş oluyor. Sonuç olarak yaşıyorsunuz, belli bir yaşa geliyorsunuz. Beraberinizde getirdiğiniz bazı parçalarınız var. Bunları silip atamayız. Onlar bizimle birlikte yaşamalı. İnsanlar minimalizmi denedi ama yaşamın konforunu bulamadı. Çünkü insan, evin sıcaklığını da hissetmek istiyor. Şimdi daha bilinçli yaşayanlar rahat, sentetik olmayan ve doğal malzemeler kullanıyor. Yeni kuşak da sanata meyilli...”
Hani bir deyim vardır ya, “Çok gezen mi, çok okuyan mı bilir?” İşte Öney çifti bu iki argümanı da haklı çıkartacak dengede bir yaşama sahipler. Neredeyse dünyanın birçok yerini gezmişler:
“New York’un büyüklüğü, çokluğu ve kalabalıklığı beni etkiliyor. Dünyanın hiçbir yerine benzemiyor. Gerçi Tokyo’yu görmedim. Uzakdoğu, bana her zaman huzur ve keyif verir. Hindistan’a 20 – 30 kere gittim. O kadar dolu bir ülke ki. Evrenle dans etmeye çalışmak gerekiyor. Ben daha tam beceremedim ama o yolda kalmak istiyorum.”
Handan Öney çok uzun yılların birikimini bizimle paylaşıyor. Bir evi tasarlamanın sistematiği nedir sorumuza şöyle yanıt veriyor: “Evin dekorasyonunu yaparken dışardan içeriye doğru girmek lazım. Önce binamızı düşünelim. Elimizde ne tür bir materyal var? Binanın ana yapısı, geçmişi, var oluşu gibi detaylardan yola çıkmalıyız.”
Röportaj: Figen Nalan Özkan
Fotoğraf: İnci Cabir
Hello Decor