Toplum Gönüllüleri Vakfı, önyargıları kırmak için Batı, İç Anadolu ve Karadenizli gençleri Hakkâri'ye götürdü. Hakkârili Doğan’ın “Siz deniz sesiyle uyanırken, biz kurşun sesiyle uyandık” sözleri ise dikkat çekti.
Radikal gazetesinden Ayça Örer, Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın düzenlediği projeyi anlattı. “Önyargı duvarından bir tuğla çektiler” başlığıyla yayımlanan haber şöyle:
Önyargı duvarından bir tuğla çektiler
Hakkâri şehir merkezinde gençler kahvelere girip çıkıyor. Yaz sıcağıyla rehavetin birleştiği kahvelerde masalara oturup, insanlara “Ne istiyorsunuz, sizleri dinlemeye geldik” diyorlar. Toplum Gönüllüleri Vakfı şehirde iki yıldır yaz projesi yürütüyor. Türkiye’nin dört bir yanından 25 yaşın altındaki öğrenciler Hakkâri’ye getiriliyor. Amaç bir barış köprüsü kurmak, önyargıları bertaraf etmek.
Gençler 15 gün önce gelmiş, öğrenci yurduna yerleşmiş. Ev ziyaretleri yapmış, esnafla görüşmüş, kahvelerde oturmuşlar. Kısa sürede o kadar hızlı adapte olmuşlar ki, düğünlere katılıp halay çekenler bile var. Hakkâri’de bir haftada 78 düğün olmuş. Kahvehane gezmeleri projenin en canlı ayaklarından. Oturup insanlarla sohbet edip karşılıklı sorularla birbirlerini tanıyorlar. İlk gittiğimiz kahvede önce bir-iki itirazla karşılaşsak da masa hızla büyüyor. Gençler önce kendilerini tanıtıyor, sonra ekliyorlar: “Sizleri dinlemeye geldik.” Tutuk başlayan sohbet genişliyor. Her cümlede mutlaka “barış” var.
Sözü ilk alan Hakkârili Doğan, ekipteki gençlerle yaşıt. “Aramızda farklar var” diyor. Bu farkı bir cümleyle özetliyor: “Siz deniz sesiyle uyanırken, biz kurşun sesiyle uyandık.” Doğan’ın şehirden ilk çıkışı üniversiteyle olmuş. Çankırı’ya gittiğinde karşılaştığı önyargıları unutamıyor. “İlk gittiğimde fark ettim ki, Kürt olmak çok kötü bir şey size göre. Kürtler Türklere, Türklerin Kürtlere baktığı gibi bakmıyor. Siz çok önyargılısınız” diyor.
Türklerin değişmesi lazım
Trabzon’dan gelen Tayfun Yağcı, Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Hemşirelik Okulu öğrencisi. Tayfun, önyargılar konusunda Doğan’a katılıyor ve ekliyor: “Ben bu yüzden sizi tanımak istedim. Şehrime dönünce burada gördüklerimi anlatacağım.”
Hakkârili yazar İhsan Colemergi, kahvede oturanlar arasında. Gençleri masasına davet ediyor. Onlara soruları var. “Siz Kürtleri nasıl tanırsınız?” diye başlıyor söze. Gençler tarif ediyorlar Mersinli Mustafa Fidan, Abant Üniversitesi’nde Biyoloji okuyor ve ona göre Kürtler kardeş halkımız. Bu yanıtı alınca başlıyor anlatmaya: “Türkiye’nin her yerinden çocuklar Kürt illerinde askerlik yaptı. Ne oldu? Türkler Kürtleri tanıdı mı? Biz Çanakkale’de beraber öldük. Cumhuriyeti beraber kurduk. Birlikte bir sürü badire atlattık. Kaynaştık. Kaynaştık da ne oldu? Yine Kürtler öldü.” Çizdiği umutsuz tabloyu hemen düzeltiyor Colemergi: “Ben demiyorum ki, artık aramız düzelmez. Ama sorunu tespit etmek lazım. Türklerin kendilerini değiştirmesi lazım. Bütün kavramları kendinize yontuyorsunuz, bunu fark etmeniz lazım.”
Mersinli Mustafa, “Biz toplum psikoloğu gibiyiz. Burada gördüklerimizle önyargıları kırabiliriz” diyor. Colemergi buna karşılık, “Deniz Gezmiş burada 1969 yılında bir Devrimci Gençlik Köprüsü yaptı. İnşaatında ben de çalıştım. Sonra onları idam ettiler. Biz 12 Eylül işkence tezgâhlarından geçtik. O dönemin gençleri kendilerini ailelerine anlatamamıştı. Siz ailelerinize anlattın. Önemli olan onların anlaması, onların kabullenmesi. Önyargılar böyle böyle kırılır” diyerek yol gösteriyor.
‘Dağlıca olmadı mı?’
Trabzonlu Tayfun’un buraya gelmesi kolay olmamış. “İt sürüsü içine gidiyorsun” diyenler, “Artık askerliğini yaptın sayılır” diyenler, ardından ağlayanlar...
“Bu kadar şehit cenazesi gelmese bu önyargılar olur muydu?” diye soruyor Tayfun. Gelmeden babası, “Biz niye durduk yere sevmeyelim Hakkârilileri? Daha kaç yıl evvel Dağlıca’da kaç tane genç er ölmedi mi?” demiş. Gençlerin geldiği yerde oluşan önyargının altında cenazeler, baskınlar, şehitler yatıyor. Onlar da batının “rahatı yerinde” görülmesinden rahatsız. Savaşın iki tarafı da sarstığını hatırlatıyorlar.
Arka masada oturan Cevat Bey, Yüksekova’da yaşıyor, o da barışı bekleyenlerden. “Eskiden yaylalara çıkardık. Savaş başladığından beridir hayvancılık öldü, balcılık bitti, yayla girişlerini asker tuttu. İlk kez bu yaz biraz rahat nefes alır gibi olduk. Sorun bir günde bitmez ama bir gün bitebileceğini bilmek bile insana yetiyor” diye konuşuyor.
Şimdi 21 yaşında olan Hakkârili Önder de “Çocukluğumuz savaşla geçti. Akşam 6’da eve girmek zorundaydık. Kürtçe müzik daha yeni yeni dinlenebiliyor. Bu psikolojiyi yaşamayanın anlaması mümkün değil. Biz yaşadığımız için özellikle barış diyoruz” diye ekliyor.
Konuşmalar sırasında sürekli siz/biz denilmesine Mustafa itiraz ediyor: “Neden hep siz biz diyorsunuz? Bu da sizin önyargınız değil mi?” Yanıt Önder’den: “Biz demiyoruz, siz diyorsunuz. Yalansa yalan de, şimdiye kadar Kürtlere ‘kendi kendilerine sorun çıkartıyorlar’ demediniz mi? Sorunu Türkler yarattı ama çözümü Kürtlerden bekliyorsunuz.” Vedalaşırken Tayfun, “Bir günde otuz yıl ileriye gittim sanki” diyor. Colemergi gülüyor bu sözlere: “90 yıldır ant içiyoruz. Bunun karşısında kayalar durmaz. He babam? Ne olmaz? Durmaz… Yani ben diyorum ki, bir gülle bahar gelmez ama siz gülsünüz.” Tayfun hemen ekliyor: “Siz de bahçıvan.”
PKK ’lıların ailelerini ziyaret ettiler
TOG gönüllülerinin duraklarından biri savaşta çocuklarını kaybeden aileler. Sümbül Hanım’ın dört torunu, iki oğlu, gelini dağda hayatını kaybetmiş. Çocukların merak ettiği sorular arasında, savaştan önce bölgedeki durum, ailelerin ayrılık isteyip istemediği, kin güdüp gütmedikleri var. Trabzon’dan gelen Tayfun “Şehitlerinizin mezarı nerede?” diye soruyor. Her birinin mezarı ayrı bir yerde Sümbül Hanım “Askerdeyken oğlu şehit olanların da yüreği yanıyor ama en azından onlar bir mezara sahipler” diyor. Balıkesirli TOG Gönüllüsü Mehmet’in merakı da, ailenin torunu Şaban’ın savaşa nasıl baktığı. Şaban, isteğini tek kelimeyle özetliyor: “Barış istiyorum.” Aile de Şaban’la aynı fikirde. Onun okumasını, bu işlere hiç karışmamasını istiyorlar. Trabzonlu Tayfun için bu ziyaret bir dönüm noktası: “Ben Türk milliyetçisi bir ailenin çocuğuyum. Bir gerilla ailesine öldürseniz gitmem derdim. Sizin hiç millieyetçiliğiniz yok mu? Böyle böyle tanışıyoruz işte…” Oğlu Deniz’i Hozat’ta askerken kaybeden Nurhan Baş’sa, oğlunun ölümünden 5 ay sonra gerilla yeğeninin Hozat’ta Deniz’in askerlik yaptığı karakola PKK’nın düzenlediği baskında öldüğünü anlatıyor. Öğrencilerin “Bu iki acıyı nasıl kıyaslarsınız?” sorusuna yanıtı net: “Ölüm nereden gelirse gelsin, can yakıyor.”