Yaşam

Gülriz Sururi 55 yıllık aşkını anlattı: Engin şu an konuşamıyor ama biz telefonda bile anlaşıyoruz

“Başımıza ne gelirse gelsin, bir şey hiç değişmedi; bu adamı hep deliler gibi sevdim”

14 Şubat 2016 11:10

Ünlü tiyatro oyuncusu 87 yaşındaki Gülriz Sururi, 5 yıl önce felç geçiren ve konuşma yetisini kaybeden tiyatro oyuncusu eşi Engin Cezar ile yaşadıkları aşk için, “Engin Şuan konuşamıyor. Ama  biz telefonda bile konuşuyoruz, kimse inanamıyor. Ama o beni anlıyor, ben de onu” dedi. “Eğer Engin konuşabilseydi, yemin ederim şair olurdu” diyen Sururi,  “Duygularımız öyle dorukta. Bazen çocuklar gibi seviniyor ve sevincini belli ediyor. Ben bu adamı 55 yıldır deliler gibi seviyorum” diye konuştu.

Hürriyet’ten Ayşe Arman’a konuşan  tiyatro sanatçısı Gülriz Sururi’nin açıklamaları şöyle:

Sevdiğiniz adamla, Engin Cezzar’la bir hayat içinde kaç hayat yaşadınız?

Oooo bir sürü! Engin’le evlenirken, “Herhalde bu evlilik en fazla 10 yıl sürer!” diye düşünmüştüm. Kimseyle bir ömür geçirebileceğimi hayal etmezdim. Ama oldu. 55 yıldır birlikteyiz. Ve her şey, fark etmeden, kendiliğinden oldu. İyi olaylar da, kötü olaylar da… Biz öyle bakakaldık. Engin’le boşandığım zaman, “Bu ayrılış bizi ya tam ayıracak ya da tamamen birleştirecek!” diye düşünmüştüm.

Tamamen birleştirdi…

Evet. Başımıza ne gelirse gelsin, bir şey hiç değişmedi: Bu adamı hep deliler gibi sevdim. Biraz romantiğim. Benim için evlilik, varlıkta yoklukta, açlıkta toklukta hastalıkta sağlıkta bir arada olmak. Şimdi geriye dönüp bakıyorum ki, aslında öyle de oldu…

Siz kariyerlerinizin doruklarını da birlikte yaşadınız…

Evet ama fırtınaları da! Kaç kere battık, çıktık bir bilsen... Bu yaşımda rahatlıkla söyleyebilirim ki, baharı da, yazı da, kışı da aynı adamla yaşamanın tadı hiçbir şeyde yok…

Şimdi hangi mevsimi yaşıyorsunuz?

 Kıştayız ama sonbahar güneşi de sık sık bizi yoklamakta!

Siz, onun bütün hallerini biliyorsunuz… Bu nasıl bir şey? Bir adamın en muktedir halini de, en çaresiz halini de görmek...

Her şey, insan içinmiş bu hayatta. Geçen yıllar bunu çok iyi öğretiyor. Hayatı ve insanları olduğu gibi görebilme ve kabul edebilme yetin varsa, ne âlâ. Ben galiba öyleyim. 13 sene önce, “Bundan sonra hayat bize ne sürprizler sunacak ki” demiştim. Aklıma bile gelmemişti ama Engin’in başına bu felaket geldi. Allah korudu da hayatta kaldı.

Siz, “Onu affetmediğimi bu röportajda öğrenecek” demiştiniz bana 13 yıl önce… Affettiniz mi? O aldatmaları filan…

Hayır şekerim, onlar kasada duruyor. O ayrı.

Hastalık-mastalık devreye girince, bunların önemi kalmıyor zannetmiştim…

Tamamen unutmuyorsun. Ama yıllar geçtikçe insan yumuşuyor. Olumsuz şeyleri düşünmek insana vakit kaybettiriyor. En değerli şey vakit, sevdiğin insanla geçirdiğin vakit. Bu yaz, Engin’e bir şey için kızdım. Kendimce küstüm yani. O ne yapsa, oralı olmuyorum filan. Neyse yukarı çıktı, yatağa yattık. O böyle, “Hadi gel barışalım” der gibisinden kolunu uzattı, “Omzuma gel” demeye getirdi. Eski Gülriz gitmezdi. Ama bugünkü Gülriz olarak düşündüm, nasıl olsa beş gün sonra gideceğim o omuza. O omuz, benim hayatta kendimi en huzurlu hissettiğim yer. Birden, “Neden vakit kaybedeyim ki?” dedim, hemen gittim sarıldım. Gençliğimde böyle değildim.

Genel olarak nasıl Engin Cezzar?

Tabii kaybettiği hasletleri çok. O kadar okumayı seven insan, artık okuyamıyor. Yazmayı seven insan, yazamıyor. Oynayamıyor…

Nedir bu hastalık?

 Afazi. Kalbiyle ilgili bir ilaç alıyordu, bir kan inceltici. Kimseye bir şey söylemeden15 gün bırakmış ilacı. Ve tabii ne oldu? Beynine pıhtı attı. Böyle bir şey yok, yazıyor her yerde, “15 gün içmezsen, yüzde 90 felç olursun!” diye. Oldu…

Sizce neden böyle bir şey yaptı?

Arada bir yapıyordu, sonra da söylüyordu, “Bir şey olmadı” diye. Rus ruleti oynadı. Bu defa kaybetti…

Çok fena…

Evet. Allah’tan yetiştirebildik hastaneye. “Her şeye hazır olun, uyanmayabilir!” dediler. Bu hallere gelmesi inan mucize. Fakat insanoğlu nankör. Önce, “Yeter ki yaşasın!” diyorsun. Sonra bu yetmiyor. “Yürüsün de, konuşsun da…” Hep istiyorsun. İki sene konuşturmaya çalıştık. Oysa bunun adı afazi. Konuşamama. Ama işte biz, konuşabileceğini varsayarak egzersizler yaptırdık. Orada çok yoruldu ve yıprandı…

Algısı yerinde mi?

Tabii zekâsı, hafızası ve algısı yerinde.

O zaman Engin Cezzar kendi içinde hapis…

Ne yazık ki öyle! Beyin mesela, “Bana şuradan şekeri verir misin?” diyor. Ama ağzından çıkarken, onu tercüme edemiyor, “Gaga gugu” diyor. O aradaki geçiş bozuk. Bunun düzelmesi de pek mümkün değil. Başta yeme, içme, yutma da yoktu. Beynin sol tarafıymış bunlara hükmeden. Allah’tan onlar şimdi iyi. Rahat yemeğe başladı. Yürüyemiyordu, yürümesi düzeldi. Kendi işini halledebiliyor, tek başına duş alabiliyor.

Bunca yıl sonra, bu olay yüzünden ona duyduğunuz aşkta bir değişim oldu mu?

Yoo, aynı şiddette devam ediyor. Bana hiç olmadığı kadar ihtiyacı var. Bu da beni iyi hissettiriyor. Hayatım boyunca sorumluluk almaktan hoşlandım. Ama şimdi bir tek korkum var: Ya önce ben ölürsem? O zaman Engin’e kim bakacak? O yüzden benden sonra Engin’e ne olacağını programlamaya başladım bile. Bakımevine filan yatırılsın istemiyorum, hayata bu şekilde devam edebilmesi için bir takım düzenlemeler yaptım.

Sevdiğiniz adam felç olunca siz nasıl bir hissiyat içine girdiniz? Ne tür duygularla boğuştunuz?

E tabii çok kötü hissettim. Aşkı, sevgiyi falan bir yana bırak, konuşacak dostumu, arkadaşımı, sırdaşımı, akıl soracağım danışacağım insanı kaybettim. Eve çarşaf alırken bile Engin’e danışırdım. Çünkü o yatakta birlikte yatacağız ve çok rafine zevkleri olan biridir. Zevkine, gözüne çok güvenim vardır. E şimdi tek başıma kaldım…

O, şu anda aşka bir dünyada mı?

Yok, tam öyle de değil. Mesela bu üzerimdeki kıyafet için, “Çok beğendim! Sakın değiştirme” dedi. Hatta, nereden aldığımı da hatırladı.

Aranızda nasıl bir dil geliştirdiniz? Neticede bu adam konuşamıyor, yazamıyor…

Ağzından harfler çıkıyor. Onları bağlayarak kelime ya da cümle haline sokmayı başaramıyor. Fakat tiyatroculuğundan, tonlamalardan bazı ‘agu’ların hangi kelimelere karşılık gelebileceğini anlıyorum. Biz telefonda bile konuşuyoruz, kimse inanamıyor. Ama o beni anlıyor, ben de onu…

Sosyal hayat…

Son beş yıldır arkadaşlarımızın çoğuyla görüşemiyoruz. Onlara da hak veriyorum, öyle oluyor. Artık Engin’le çoğunlukla baş başayız. Ama benimle irtibatı hiç koparmayan üç genç arkadaşım var. Onlar müthişler. Bu son iki senede şöyle iyi bir şey yaptım, Engin’i uyutmaya yönelik olan ilaçları yavaş yavaş kestim. Doktorlar, hasta yakınını rahatlatmak istiyorlar, o yüzden bazı hastalara ağır ilaçlar veriyorlar. Onlar da hastayı hep uyutuyor. Niye uyutalım ki onu? Konuşamıyor ama yaşıyor. Ben hâlâ her şeyi onunla yapmak istiyorum, güzel bir filmi beraber izleyelim istiyorum. O yüzden de Engin’in kalbiyle, beyniyle ve böbreğiyle ilgili elzem ilaçlar dışındakilerin hepsini azalttım. Yavaş yavaş Engin sosyalleşmeye, dışarı çıkabilmeye başladı. Sonra herkes dedi ki, “İki senede Gülriz, Engin’i iyileştirdi!” Hayır, ilaçları azalttık sadece. Şimdi sinemaya, tiyatroya, açılışlara bile gidiyoruz. Dışarı yemeğe de…

Size en çok ne güç verdi?

Şaşıracaksın ama internet! Bütün yaşlı kadınlara özellikle öneriyorum. Bilmece çözeceğinize, lütfen interneti öğrenin ve bundan yararlanın. Facebook’a, Instagram’a, her yere girin. Google’a girdim dünyam değişti! Yetmiyor, yatağa da getiriyorum, Engin’e de sosyal medya anlatıyorum. ınstagram’a fotoğraflarımızı koymama bayılıyor. Gelen yanıtları Engin’e okuyorum, çok hoşuna gidiyor.

55 yıllık sevgili olmak ne demek? Başka bir müzik mi çıkıyor ortaya?

Eğer Engin konuşabilseydi, yemin ederim şair olurdu. Duygularımız öyle dorukta. Bazen çocuklar gibi seviniyor ve sevincini belli ediyor. Adam bu halde ama hâlâ şükrediyor. “Her şeye rağmen mutluyum, sen varsın, hayat güzel!” diyor. Ama tabii senede iki-üç kere de korkunç bir depresyon yaşıyor. “Neden ben!” diye.


Söyleşinin tamamını okumak için tıklayınız