Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kürt sorunu konusunda tartışma yaratan, muhalefet partisi liderlerinin “açıklaması” gerektiğini söylediği “fırsat” sözüne açıklık getirdi: Sivil-asker, devletin tüm kesimlerinde ortak bir anlayış oluştu. Ben çok ümitliyim. Bunlar zor meseleler, şimdilik uğraşmayalım demenin faydası yok
Gül: Barış, bağımsız Filistin'e bağlı
Gül, Halep'teki tarihi mekânları gezdi
Baykal'dan 'Kürt sorunu'na 4 çözüm önerisi
Türkiye’nin hükümetleri aşan meseleleri olduğuna dikkat çeken Gül, “Bu konuları tabii ki bizim konuşmamız gerekir. ’Aman bunlar zor meseleler, uğraşmayalım, şurada dursun’ demenin, memlekete faydası yoktur. Zorsa, zorla yüz yüze gelecek olan bizleriz. Konular küçükken ne kadar çabuk çözüme kavuşturulmaya çalışılırsa, çözüm o kadar kolay olur” diye konuştu.
Şam’da Türk gazetecilerle sohbet eden Cumhurbaşkanı Gül’ün sözleri şöyle:
Hükümetleri de aşan meseleler var
- Türkiye, dışarıdaki meseleleri çözerken, içeride enerjisini tüketen nedir diye baktığımızda, Türkiye’nin enerjisinin zaman zaman boşa gittiğini, israf edildiğini görüyoruz. Bu konuları tabii ki bizim konuşmamız gerekir. Geçen, siyasi parti liderleri ile yaptığım konuşmalarda, hükümet meselelerine, günlük meselelere, konjonktürel meselelere girmedim, girmem. Türkiye’nin hükümetleri de aşan meseleleri var. Bunlarla elbette ilgileneceğiz. Polemik söz konusu değildir. Kim görev başında ise, çözüm için sonuna kadar uğraşacaktır. ’Aman bunlar zor meseleler, zamanımızda uğraşmayalım, şurada dursun’ demenin memlekete faydası yoktur. Zaman geçtikten sonra bir şey yapmanın anlamı yoktur.
Cesaretli olup, çözüme gitmek durumundayız
- Cumhurbaşkanlığımda iki sene doluyor. Hükümetler sonuna kadar kalacak değil, her görevin sonu vardır. Zorsa, zorla yüz yüze gelecek olan bizleriz. Konular küçükken ne kadar çabuk çözüme kavuşturulmaya çalışılırsa, çözüm o kadar kolay olur. Türkiye’nin bir dolu meselesi var. Bunlar tek tek de ele alınabilir, bütün olarak da. Bu meselelere ne derseniz deyin, Güneydoğu meselesi deyin, Kürt meselesi, terör deyin ne derseniz deyin çözüme gitmek durumundayız. Bu çerçeve içinde baktığımızda durum şu; Noksanlığımız, eksikliğimiz nedir, bunlara cesaretle bakabilmemiz lazım. Bunun en iyi yolu Türkiye’deki bütün demokratik standartları, modern devletlerde olan standartlara yükseltmek.
Standartlar yükselince şikâyet olmayacak
- Bazı problemler niye var? Bundan on beş sene önce çok daha büyük olan problemler, şu anda önemli ölçüde çözüm yoluna girmiştir. Standartlar yükselince, şikayet mevzuları olmayacak. Bir ara, televizyonlar için Kürtçe suçtu, şimdi değil. Kürt meselesi, vesaire, başka konularla ilgili de böyle. İngiltere’de bazı konularda sorunlar niye olmuyor? Demokratik standartları...
Terör var diye mi Türkiye’de bazı şeyler değişiyor, yoksa terör var diye gelişiyor mu? Sıkıyönetimler, olağanüstü haller filan bunların ihtiyaç duyulmadığı için olmadığı, DGM’lere ihtiyaç duyulmadığı için olmadığı bir Türkiye, dünyanın modernleşmesinin gerisinde mi kalacaktı, yoksa daha mı hızlı ilerleyecekti? Birçok meseleyi aşmış olacaktık, ne maliyeti olacaktı, ne can kaybı olacaktı. O açıdan bu geçen 20, 25 yıllık sürecin iki ayrı simülasyonunu yapmak lazım. Bir bugünü düşünelim, bir de terör yok, onu düşünelim. Bunlar olmayınca, zaten Türkiye serbest pazar ekonomisine girmiş, Doğu bloku çözülmüş yarış içine daha hızlı girecekti. Türkiye o yılları kaybetti. Onun için de standartlar zorlanarak yükseliyor. Televizyon, Kürtçenin serbest olması, bunlar terörden dolayı zorla yapıldı gibi düşünülüyorsa, bu büyük bir yanılgıdır. Terör olmasaydı bunlar çok daha erken, tabii bir seyir içerisinde olurdu.
Liderleri dinlerim polemiğe girmem
Parti başkanları haklı olarak günlük siyaset yapacaklardır. Ben onları dinlerim, takip ederim, hiçbir zaman polemiğe girmek durumunda olmam. Onlar mecburdur, bir şey diyecektir. Bir parti başkanı hergün konuşacak, bunlar normal. Türkiye’nin köklü problemlerin çözümü sadece hükümete bırakılmaz. Belki yarın kendi hükümet olacak... Kim hükümet olursa, bu problemleri daha kronik mi bulmak ister, daha çözülmüş bulmak mı ister? Bu konularda, Meclis’te çoğunluğu olduğu için esas dinamo elbette hükümet olacaktır. Partilerin de, bu konuların çözümü konusunda katkı sağlayıcı olması, diyalog içinde olması lazımdır.
Entelektüellerin de sorumluluğu var
- Bunlar kamuoyunun önünde de çözülür. Kamuoyunun gözü önünde olmadan da. Basın serbesttir, hürdür bunları savunan da olur, savunmayan da. Ama bir noktada sadece hükümetin sorumluluğu değil, siyasi partilerin sorumluluğu değil, entelektülelerin de sorumluluğu var. Bu konuları hiç hamasete getirmemek lazım. Daha açıkçası Çetin Altan’ın dediği “Türk’ün Türk’e propogandası” haline dönüştürdüğümüz zaman, milli çıkarları zedelemiş oluruz. Ben çok ümitliyim, on senedir devlet sisteminin içindeyim, hiçbir dönemde olmadığı kadar, sivil asker bütün kesimler ortak anlayış, işbirliği ve koordinasyon içindeler. Daha çok enerjiyi ortak harcama var. Biri birşey yaparken, diğeri bozmaya çalışmıyor şimdi... Türkiye kendi sorununu çözmek için kapsamlı çalışmalar yapıyor.
Kuzey Irak’la ilgilenmeye mecburuz
- Afganistan’la, Pakistanla ilgilenip, Kuzey Irak’la ilgilenmemek olmaz. Irak’la nasıl çok ilgileniyorsak, Kuzey Irak’la ilgilenmeye mecburuz. Irak’ın birliğinin ve bütünlüğünün korunması için ilgileneceğiz. İkincisi, oranın bir terör merkezi olmaması için ilgileneceğiz. Bizim büyük ekonomik çıkarlarımız var. Sadece mal alıp satmak değil, enerji kaynakları da buralarda.
Obama yönetimine ‘şöyle yapın’ diyoruz
- ABD’nin dünyadaki birinci meselesi ne? Ne Irak, ne Ortadoğu... Afganistan’ı da geçti, Pakistan oldu. İlk defa Devlet Başkanı, askerin başı, istihbaratın başı Türkiye’ye gelmiş. Bunları adamlara anlattık. Sadece bilgi verme değil, görüşlerimizi koyup, ’şöyle yapmak lazımdır’diyoruz. Suriye ile ilgili 5-6 sene önce bir adım attığımızda 10 kişi çekiyordu bizi, ’gel gitme’ diye. İkinci adımı atıyorduk, 20 kişi ’gitme’ diyordu. Şimdi, onlara bizim noktamıza geldiklerini hatırlatıyoruz. Obama yönetimine, ’Siz yeni geldiniz, şöyle yapın, böyle yapın’ diyoruz. Türkiye bölgesinden çok uzak yerlerdeki meselelere bile çok önemli katkı sağlıyor. Bunların hiçbiri batılı müttefiklerden kopması anlamına gelmiyor, tam tersine ilişkileri kuvvetlendiriyor.
Ortadoğu sorunu çözülmeden baş ağrısı dinmez
Ortadoğu bütün dünyanın meselesi. Ortadoğu sorunları çözülmeden, dünyanın başının ağrıması bitmeyecek. Bir taraftan bölge ülkeleri, bir taraftan bu işin çözümü için ABD iradesi önemli. Bunları dikkate aldığımızda ortada yeni bir dönem var, bunu görmek gerekiyor. Türkiye son yıllarda takip ettiği politikalarla büyük bir güven oluşturmuş durumda. Eski dönemlerde, ’Burayı bir karıştırayım da istismar edeyim’ arayışında olduğu düşünülürdü. Gerek batılılar, gerekse Ortadoğu bunu gördü ki, Türkiye iyilikler için uğraşan bir ülke. Türkiye çok ilkeli hareket etti. ‘Doğruya doğru, yanlışa yanlış’ dedi. Tel Aviv’de intihar saldırısı olduğunda onları da kınadı, Gazze konusunda da söyleyeceklerini söyledi. Bunun sonucunda güven oluştu. Türkiye bu güveninin gereğini yapıyor. Türkiye içinde Suriye-İsrail dolaylı görüşmeleri değer kazanmamış olabilir, ama batıda bunlar Türkiye’ye değer biçmiştir. Gelinen noktada, kimsenin düşünemediği kadar ilerleme kat edilmiştir. Dün şunu da ilan ettik; İsrail ve ABD bu mesajları okuyordur: Suriye tarafı, İsrail’de muhatap hükümet çıktığında ’görüşmelere kaldığımız yerden başlamaya hazırız’ mesajını içeride bana verdi. Dışarıda da ilk defa bu kadar net vermiş oldular. İsrail Dışişleri Bakanı Washington’a gidiyor. ABD’nin ve dünyanın beklentileri ona net şekilde ifade edilecektir. Büyük bölünmüşlük var. Her yaptığımızı anlatarak, övünmek, devlet adamlığına yakışmaz. Bir işi prestij için mi yapıyorsun, bir mesele halletmek için mi? Elbette ikincisini tercih etmek lazım. Türkiye’nin Arap dünyası ve çevresi ile bu kadar derinlemesine ilgilenmesi, asla AB’den, diğer batılı müttefiklerinden uzaklaştığı anlamına gelmez. Dünyanın konuları ile ilgilenen bir ülke olmanın getirdiği bir prestij.