Bir kez daha, Goethe-Institut German Films iş birliği ve Ernst Reuter İnisiyatifi (ERI) katkıları ile gerçekleştirilen “Kino 2024: Alman Filmleri Türkiye’de” adlı çeşitli festival filmlerinin de bulunacağı programı, 2-5 Mayıs tarihleri arasında Sinematek/Sinema Evi’nde gösterimde olacak. Program boyunca sinemaseverlerle buluşturulacak eserler, sonbaharda Türkiye’nin başka şehirlerinde de gösterime girecek.
Her Şeyin Teorisi
Tüm bu unsurların nasıl bir araya geldiğini her bir seyirci kendisi keşfedecek. “Bu filmi herkes olan bitenle ilgili kendi teorisini geliştirsin diye çektim” diyor yönetmen Kröger. Aslında sinema ve tüm hikâye anlatma sanatları da geleneksel olarak kaotik görülen bir dünyadan anlam çıkartmaya çabalar. Her Şeyin Teorisi bu argümanı temel alıyor ve seyirciye olayların geçtiği dünyayı anlamlandırması için gerekli malzemeleri veriyor.
Trojan, asla kimseye bağlanmayan, sadece iyi bir ücret karşılığında temiz bir hizmet sunmayı vaat eden aynı adam olabilir ama dijital çağda etrafındaki dünya tamamen değişmiş durumda. Trojan gibi “analog” bir çalışanın bu dünyada yapabilecekleri sınırlı ve başkalarına güvenmesi gerekiyor. Böyle ortaya çıkan ve kontrol edemediği durumlar sonucunda olay bir hayatta kalma mücadelesine dönüşüyor. İlk gösterimi bu yıl Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde gerçekleşen filmle ilgili Die Zeit gazetesinde çıkan bir yazıda şöyle deniyordu: “Güvensiz bir alanda, hele ki ‘yanmış toprak’ stratejisi uygulanmış bir bölgede, ölüme galip gelmek belki de yapılabilecek en büyük soygun olabilir.”
Dirsek
“Utanç korkudan beterdir” diyor filmin başkarakteri Hazal. Bu genç kadın başkalarının kendisiyle ilgili öngörüleri nedeniyle öfke dolu, içinde yaşadığı toplumun çoğunluğunun veya annesinin ya da Berlin’de içine girip çıktığı çevrelerin beklentilerini karşılamak istemiyor artık. Bir işi yok ama zamanının çoğu ona doğru eğitim fırsatlarını sunmakta yetersiz kalan bir iş bulma kurumunda geçiyor.
18. yaş gününü kutlayacağı akşam tüm bunları unutmak istiyor Hazal ama gece trajik bir şekilde sona eriyor. Karşılaştığı provokatif ve saldırgan bir davranış sonucunda biriken öfkesi patlıyor, çıkan olay ölümle sonuçlanıyor. Çareyi apar topar Almanya’dan kaçmakta bulan Hazal, kendisini iyi tanımadığı bir ülkenin bilmediği bir şehrinde buluyor, İstanbul’da.
Fatma Aydemir’in büyük beğeni toplamış aynı adlı ilk romanından uyarlanan bu filmin gücü, kesin cevaplar vermeyen tavrından geliyor. Bu sefer mesele kimin kurban, kimin fail olduğu değil. Bir insan, bu film özelindeyse Hazal karakteri, aynı anda ikisi birden olabilir. Hayatını değiştiren o gece yaşadıkları da buna işaret ediyor. Tarabya Kültür Akademisi’nin geçmiş dönem bursiyerlerinden yönetmen Aslı Özarslan şöyle diyor: “Evet, kötü bir olay yaşanıyor ama bu aynı zamanda Hazal için kısa bir süreyle de olsa çıkış yolu işlevi görüyor. (...) Hazal’ın hiçbir şekilde vicdan azabı duymaması seyirciyi de rahatlamaktan alıkoyuyor."
Bu karakterin perdeye bu kadar gerçekçi yansıtılabilmesinde ilk kez kamera karşısına geçen genç ve amatör başrol oyuncusunun payı büyük elbette ama tek sebep de bu değil. Yönetmen, karakterin içinde yanıp tutuşan öfkeyi hissedebildiğini söylüyor ve tam da o öfke Hazal’ın içinden geçtiği değişimi gerçekçi şekilde anlatma imkânını sağlıyor. Bir nevi “İki Şehrin Hikâyesi” diyebileceğimiz Dirsek’te Hazal pek çok şeye hayır diyor ama seyircinin bu filme hayır demesi çok zor.
Program dahilindeki diğer alman filmleri ve akış hakkında bilgi almak için “Goethe-Institut Türkiye” internet sitesini ziyaret edebilirsiniz. (Kaynak: Goethe-Institut Türkiye)