Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat, gazetenin muhabiri Metin Göktepe'nin gözaltında işkence yapılarak öldürülmesinin 21. yıl dönümünde "Bugün de, halkın gazetecilerle birlikte basın özgürlüğüne, haber alma hakkına sahip çıkması çok ciddi bir ihtiyaç olarak önümüzde duruyor" dedi.
Birgün'e yazan Polat, "Metin Göktepe davası süreci, gazetecilerin, basın örgütlerinin - bu vesileyle, Metin’in davasının yılmaz takipçisi, mesleğimizin duayenlerinden dönemin TGC Başkanı Nail Güreli’yi saygıyla anıyorum- kararlı takibi ile birlikte, ilden ile sürülen davanın peşini hiç bırakmayarak ilk kez bir gazeteciyi öldürenlerin ceza almasında ciddi pay sahibi olan halk kesimlerinin tutumu açısından da örnektir" ifadesini kullandı.
Fatih Polat'ın "Gazetecilik dövülerek öldürülemez" başlığıyla yayımlanan (8 Ocak 2017) yazısı şöyle:
Bazen bir şiirdeki tek bir dize, bazen bir şarkıdaki bir cümle, bazen bir romandaki bir betimleme ya da ironi, bazen de bir röportajdaki bir vurgu zihninize kazınır.
Dil konusunda kendisinden çok şey öğrendiğimiz Necmiye Alpay’ın yakın dönemdeki bir cümlesi de bende böyle bir etki yarattı. Özgür Gündem gazetesinin Yayın Danışma Kurulu Üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklu bulunduğu cezaevindeyken, arkadaşım Nuray Sancar ile birlikte avukatı aracılığıyla gönderdiğimiz sorularla gerçekleştirdiğimiz röportajda şöyle bir cümle kullanmıştı: “Fazla yineleme, anlam yitimine yol açar.”
1996 yılından beri her yıl, arkadaşım Metin Göktepe ile ilgili en az bir yazı yazmış biri olarak, ilerleyen yıllarda ben de yazının başına oturduğumda tam da bunu hissederim. Şimdi de öyle.
O nedenle de pek çok kişinin Metin’e dair olarak zaten artık biliyor olduğunu varsaydığım şeyleri tekrar etmeyeceğim. Metin’i bugünden bakarak anlatmak, günümüzün gazetecilik gerçekleri ile birlikte ele almak sanırım en doğrusu.
Metin Göktepe, 8 Ocak 1996 sabahı, Evrensel’in istihbarat servisinde Ümraniye Cezaevi’nde öldürülen tutukluların cenazesini kimin izleyeceği konuşulurken, “Mutlaka ben izlemeliyim arkadaşlar” demişti. Deneyimli ve cevval bir muhabir olarak Metin bunu dedikten sonra artık o gündem onundu.
Cenazeyi izlemek için gittiği Alibeyköy’de polisin engeli ile karşılaştı. “Sarı Basın Kartı” olmadığı gerekçesiyle izin verilmemişti. Böyle durumlar iyi bir gazetecide, gazeteciliğin o an o barikatın arkasında olduğu hissini uyandırır. Hele Metin Göktepe gibi zor haberlerinin habercisi için bu kesinlikle böyledir. Kendisine izin verilmesi için ısrarcı olur. Ve polis tarafından gözaltına alınır. Sonrası biliniyor.
Zehra Doğan’da yaşayan Metin Göktepe
Zehra Doğan, Metin Göktepe öldürüldüğünde daha küçük bir çocuktur. Diyarbakır’ın yoksul mahallelerinden birinde dünyaya gelmiştir ve annesi sobanın yanında onun ayaklarını ısıtmaya çalışırken, o, adını o an duyduğu Metin Göktepe ile tanışır. Ve bu tanışıklık onda bundan sonraki hayat yolculuğunu belirleyecek kadar güçlü bir etki bırakır.
Kısa bir süre önce tutuklu bulunduğu hapishaneden tahliye olan JINHA Editörü Zehra Doğan, 3 Mart 2015 günü yayımlanan ‘Êzidî Kadınların Çığlığı’ başlıklı haberiyle, o yıl düzenlenen Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleri’nde Yazılı Haber Ödülü’ne değer görülmüş ve Metin’in doğum günü olan 10 Nisan 2015 günü Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Burhan Felek Salonu’nda düzenlenen ödül töreninde, orada bulunanların gözleri dolarak dinlediği şu konuşmayı yapmıştı:
“Eğer vaktiniz varsa sizi Diyarbakır’ın 90’lı yıllarına götürmek istiyorum ve size Metin Göktepe ile nasıl tanıştığımı anlatmak istiyorum. 90’lı yıllarda devlet için normal, rutin günlerden bir gündü. Diyarbakır’da göç mağdurlarının sığındığı getto tarzı bir bölgede doğdum. Ve o bölgede her gün birileri öldürülüyordu. Benim de birçok akrabam bunların arasındaydı. Ve bu nedenle sürekli annem, ‘Akşam dışarı çıkmayın öldürülürsünüz’ diyordu. Ve bir gün yine bir gazeteci öldürülmüştü. Televizyonlar kara kaşlı bir gazetecinin katledildiğinden bahsediyordu ve annem sobanın etrafında ayaklarımı ısıtırken, ‘Bak dışarı çıkma seni de öldürürler. Çünkü bu ülkede gazeteciler bile öldürülüyor’ dedi. Annemin ‘bile’ demesi benim gözümde Metin Göktepe’yi bir kahraman ilan etmişti. Çünkü o bir kahramandı, öyle yürekliydi ki, dışarı çıkabiliyordu. Ve ben de dışarı çıkmalıydım. Günlerden bir gün Êzidî kadınların haberini yaptım. Ve bence bu haberi yaparken de, Metin Göktepe olsaydı ‘Bu habere gitmeliyim’ diyerek gidecekti ve belki sarı basın kartı olmadığı için katledilecekti. Benim de sarı basın kartım yok. Fakat, tıpkı Musa Anter’lerin, Gurbeteli Ersöz’lerin yaptığı gibi bu haberi yapmak istedim ve gittim. Bu haber ilk yaptığımda pek ses getirmedi ne yazık ki. Haberin içinde 7 bin kadının esir düştüğünden, 3 yaşından 6 yaşına kadar çocukların esir düştüğünden ve tecavüze uğradığından söz ediliyordu. Türkiye’nin gündemi farklı diye bu haber kullanılmadı. Ama annem her zaman söyler ‘Kahramanlar hiçbir zaman ölmez ve peşinizde olur’ diye. Gerçekten ben bu ödülü aldığımda bunu anlamıştım. Kahramanlar ölmemişti ve Metin Göktepe bu haberi duymuştu ve ödülüyle bana bir mesaj gönderiyordu. Bu anlamda çok mutluyum. Ödülümü de DAİŞ’in saldırılarını görüntülemek için katledilen Deniz Fırat adına alıyorum.”
Metin Göktepe, Zehra Doğan’ın gazeteciliği için ilham kaynağı olmuştu. Ve Metin, bugün Zehra’nın o gözü pek gazeteciliğinde yaşıyor. Onunla birlikte Cizre’yi, Nusaybin’i dolaşıyor ve orada büyük acılar yaşayan yoksulların derdine tercüman olmaya çalışıyor.
Ahmet Şık varsa, Metin de vardır
Metin’in en yakın arkadaşlarından biri olan ve onu katledenler cezasız kalmasın diye gösterdiği ısrarlı tavrı nedeniyle tehditler alan Ahmet Şık ise -bu satırlar yazıldığında yine cezaevinde- bugün Metin’in kuşağının yaşayan güçlü bir örneği olarak mesleğe yeni atılan genç gazeteciler için tartışmasız bir örnek oluşturuyor.
Şu an Türkiye cezaevlerindeki gazeteci sayısı, farklı basın örgütleri tarafından farklı ölçütler kullanılarak farklı sayılarla ifade edilse de, dünya rekorunu elinde bulunduruyor. Ve bu yazı yazılırken 6 meslektaşımızın (Derya Okatan, Eray Sargın, Mahir Kanaat, Metin Yoksu, Tunca Öğreten, Ömer Çelik) gözaltında 12. günleriydi.
Gazetecilerin öldürülerek susturulduğu dönemlerin ardından gazeteciliğin öldürülmek istendiği bir dönemi yaşıyoruz.
Tüm bunlara rağmen, çıkarıldıkları mahkemelerde gazeteciliğin arkasında duran gazetecilerin verdikleri mesaj açıktır: Gerçeğin arkasında dik duran gazeteciler var oldukça, gazetecilik öldürülemez!
Ancak şu da bir gerçek ki, halkın haber alma hakkının yükünü tek başına gazeteciler taşıyamaz.
Metin Göktepe davası süreci, gazetecilerin, basın örgütlerinin - bu vesileyle, Metin’in davasının yılmaz takipçisi, mesleğimizin duayenlerinden dönemin TGC Başkanı Nail Güreli’yi saygıyla anıyorum- kararlı takibi ile birlikte, ilden ile sürülen davanın peşini hiç bırakmayarak ilk kez bir gazeteciyi öldürenlerin ceza almasında ciddi pay sahibi olan halk kesimlerinin tutumu açısından da örnektir.
Bugün de, halkın gazetecilerle birlikte basın özgürlüğüne, haber alma hakkına sahip çıkması çok ciddi bir ihtiyaç olarak önümüzde duruyor.
Bunun başarıldığı bir Türkiye’de, bu kadar gazetecinin hapiste olması ve gazetecilerin sadece işlerini yaptıkları için uzun tutukluluk süreleri ile cezalandırılmasından da söz edilemez.