Yeşil Gazete Genel Yayın Yönetmeni Alev Karakartal, eski çalışma arkadaşı, Türk medyasının en kıdemli isimlerinden yazarımız Aydın Engin'in ardından kaleme aldığı yazıda, "Akıl hocamız, düştüğümüzde kaldıranımız, uçtuğumuzda indirenimizdi. Aydın abi’mizdi.. Anısı eksilmesin…" düşüncesini dile getirdi.
Karakartal yazısında şu ifadeleri kullandı:
"Bu dünyadan çocuk bakışlı, muzip gülüşlü, elinin değdiği, gözünün gördüğü herkesin hayatına anlam katmış bir adam; Aydın Engin geçti. Varlığıyla olduğu kadar yokluğunun da hayatı onurlandırdığı, tanıyan tanımayan binlerce kişinin anısı önünde saygıyla, ama en çok da sevgiyle eğildiği Aydın Abi’miz.. Şimdi ardından yazılanlara, söylenenlere bakıyorum da ne çok insana dokunmuş, nasıl fark yaratmış.
1998 yılında, habercilerin hakkına hukukuna riayet etmeyen patronlara karşı birleşik bir güç oluşturmak, -evet o zaman da- çürümüş medyaya bir çeki düzen vermek, uluslararası ilkelere uygun yayın için temel ilkeler üzerinde uzlaşıp bunu çalıştığımız kurumlara “dayatmak” amacıyla her kesimden, her mecradan yüzlerce gazetecinin bir araya geldiği Gazeteciler Meclisi’yle girdi hayatıma/hayatlarımıza…
Bir yanda biz; henüz okuldan yeni mezun, çömez gazeteci (adayları), bir de bizden heyecanlı, ruhu bizden genç, gelecek güzel günlere bizden fazla iman eden Aydın Engin.
Bir köşede gözlerinde muzip ışıltılarla oturur; bizim çok genç, çok hayat acemisi, çok ateşli hallerimizi babacan bir şefkatle izlerdi. Çok az yaşıtı olurdu hınca hiç doldurduğumuz, şimdi esamesi okunmayan Gezi Parkı’ndaki düğün salonunda. Onlar çoktan kaptıkları köşelerden, koltuklardan kalkıp biz çömezlerle yan yana gelmeye rıza göstermezdi zira. Bir tek o; inadı, çalışkanlığı, azmi ve kararlılığıyla, aşık olduğu mesleğinin yeni neferleriyle birlikte hiç gocunmadan emek verir, bir pusula gibi o sıralar el yordamıyla bulmaya çalıştığımız yolumuzu kaybetmemize izin vermezdi.
Her toplantıdan sonra da mutlaka gözüne kestirdiği üç beş gencecik haberciyi koca adam ve kadınlarmış gibi hissetmemize, kendimizi önemsememize neden olan bir rakı masasına oturtur, bir güzel hizaya getirirdi. Bir yandan tatlı tatlı kulağımızı çekip her şeyin bir zamanı ve zemini olduğunu anlatırken bir yandan da eli mutlaka sırtımızda cesaret ve güç vererek…
Sonra büyüdük… Çok düştük, çok yara aldık. İşsiz kaldık, bazen de beş parasız.. Her seferinde, neye ihtiyacımız varsa onu gidermek, düştüğümüz yerden kaldırmak, yaralarımızı sarmak için yanımızda oldu. Yeni iş teklifleri aldık, evlendik, boşandık, ailemize yeni insanlar katıldı, birileri hayatlarımızdan çıktı gitti. Hepsinde; sevincimizde de tasamızda da, kafamız karıştığında, bir bakışın peşinde kalbimiz hopladığında, akıl danışmak, dertleşmek istediğimizde, kutlamak ve ne yapacaksak onu yapmak için bizim Aydın Abi’miz vardı.
Meslek hayatım boyunca gittiği her yere yanında çanta gibi taşıdı beni. İyi ki… Birlikte şimdiki Sputnik, o zamanki adı Radyo Kuzey olan radyoyu kurduk, işler bize anlatıldığı gibi gitmediğinde birlikte terk ettik. İki kez Cumhuriyet’e çağırdı. İlkinde yine beraber ayrılıp Birgün’ü kurduk. “Hadi gidiyoruz” demişti, “Sen gazetede, kalede ol ki, ben içim rahat diğer işleri halledebileyim”. Bu cümle, hala 30 yıla yaklaşan meslek hayatımda madalya gibi taşıdığım, en gurur duyduğum ödülümdür. İkincisinde, gazete yönetimini ele geçirmek isteyen, ihtirasları boylarını aşmış bir kliğin Cumhurbaşkanı’na jurnallediği gazete yöneticileri cezaevindeyken aradı: “Kızım şu anda sana ne doğru dürüst para ne de uygun bir pozisyon teklif edebiliyorum. Ama gel, lazımsın”. Aydın abi “lazımsın” derse akan sular durur, gittim. Arkasından iş çevirenlerin, kuyusunu kazanların maaşlarını ödeyebilmek için kapı kapı dolaşırken, bir yandan da sorumluluk hissettiği genç meslektaşlarının cehenneme çevrilen hayatlarına bir kahve içimi güzellikler serpiştirmesine gün gün tanığım/tanığız. Çok yoruldu çok hırpalandı, öfkelendi, kırıldı, ama bir gün bile şikayet ettiğini duymadık.
Tıpkı cezaevindeyken, sürgündeyken, ölüm tehditleri alıp yanında korumayla gezdiğinde, koruması geri çekilip hedef gösterildiğinde, işsiz kaldığında, saldırıya uğradığında olduğu gibi… “Hayat dolu” tanımının en yakıştığı, mahallemizin en güzel abisiydi.
Babamı kaybettiğimde dünya başıma yıkılmış, yer gök birbirine karışmıştı. O sıra birkaç kez aradı. Açıp konuşamadım. Ertesi gün, bir mesaj: Evin önündeyim, çık dışarı! O sırada yaşadığı Levent’ten kalkıp benim yaşadığım Çamlıca’ya gelmişti. Alıp bir çay bahçesine götürdü. Ben diyemedim, o konuştu: “Babasının kızları, babasız kalmamalı. Madem o gitti, o zaman görevi devralmanın zamanı. Bundan sonra, kabul edersen ikinci baban ben olacağım. Sana bir ay zaman, yasını tut. Sonra kalkacaksın ve devam edeceksin. Ben buradayım”.
Hep orada oldu. Her zaman…
Safra kesesi ameliyatı için hastaneye yatmadan iki gün önce telefonda, “Ameliyattan sonra tütün kolonyası ve bir kilo portakalla geliyoruz” dediğimde, “Boşverin hastaneyi, çıkınca bir miktar ‘kara param’ birikti, onunla size güzel bir rakı masası kurayım, kutlayalım” demişti. Son yıllarda rahatsızlıkları dolayısıyla biraz aksasa da, 24 yıl boyunca yabancı medya kuruluşlarına yaptığı haberlerden aldığı telifleri Oya Baydar’ın haberi olmadan harcadığı için “kara para aklamak” olarak adlandırdığı toplaşma için bizi birkaç ayda bir meyhaneye davet etti, bir kere bile elimizi cebimize sokturmadı. Özlerdi bizi, bilirdik, bizim de onu özlediğimizi bilirdi. Sonuncusunu şimdilerde aklayacaktık, olmadı.. Nehir hikayesini yazmam için sözü vardı; o da alacağım kaldı.
Son gününe dek gazeteci kaldı. Köşe yazarı, yönetici, en kıdemlimiz vb. ne olursa olsun haberci heyecanını hiç kaybetmedi, muhabirliği en kıymetli bildi. Cesurdu, kimsenin karşısında ne boyun eğdi ne boyun eğdirdi; diğerkamdı, tanıdığı-tanımadığı derdine derman arayan herkesin yanında, yöresinde olmayı görev bildi; alçakgönüllüydü, her yaştan her kesimden insanla kırıp incitmeden, aynı hizadan ilişki kurdu.
Deli gibi sevdiği memleketinin güneşli, güzel günler görmesi için vakfettiği ömrüne reva görülenlere bir kere bile takılmadı, bir “hayat emekçisi” olarak kendi heykelini yontarken başkalarına da atlastan hikayeler biçti.
Babam gittiğinde çocukluğuma veda ettim. Artık bir yetişkindim. Ama sırtımı yasladığım bir dağ, gölgesinde soluklandığım bir çınar gibi “ikinci babam”, dert ortağım, meslektaşı olmaktan gurur duyduğum, sadece işimde değil, hayat yolculuğumda da kerteriz aldığım Aydın abi’m vardı. Şimdi, son 24 yılımın en kıymetlisi de uçup gittiğinde, onunla birlikte gençliğimle de vedalaşıyorum. Hoşça kal Aydın abi, yeniden görüşene dek aklımıza ve kalbimize ektiğin sevgi, iyilik, neşe ve cesareti miras bileceğimizden, elini hep omzumuzda hissedeceğimizden hiç şüphen olmasın.
Anısı eksilmesin…"