Fikret İlkiz*
Hangisidir tercihimiz? Seçimimiz nedir?
Karantina günlerinde medya üzerinde baskının artması gelecekte olacakların habercisidir. Gazeteciler üzerindeki karantinadan bütün iktidarlar fevkalade memnun kaldılar…
Gerçekten, gerçekleri öğrenmek istiyor muyuz? Oyunlardan mı gerçeklerden mi yanayız?
Gerçekten sosyal medyada düşündüklerimizi açık açık yazmak, habere, bilgiye, gerçeklere ve düşüncelere ulaşmak niyetinde miyiz?
Ortada kocaman bir gerçek duruyor. Gazeteciler hapis, televizyonlarda görüş açıklayanlar suçlu, gazeteciler “suçlu” olanları susturmadıkları için suçlu, siyasal iktidardan yana haber vermezlerse kötü ve işsiz bırakılmalı, gazetelerin ilan paraları kesilmeli ki muhalif yayınlar çöksün, gazeteciler kamu görevlilerinden birini haber yaparsa terörist sayılıyor…
Gazeteciler haber yaptıkları için değil, terörist oldukları için tutuklular ve “başka suçlardan” yargılanıyorlar! Bu bir masal mı, oyun mu, acı bir gerçek mi? Masal mı dinleyeceğiz yoksa gerçeklerden yana mıyız?
Çok zor biliyorum, bir bedeli vardır ve olacaktır. Bütün siyasal iktidarlar şimdiki zamanı biriktirir, sonraki zamanlarda biriktirdiklerini “suç işlediniz” diye aleyhinize geçmişteki sözlerinizi, yazılarınızı, sosyal medya paylaşımlarınızı, telefon konuşmalarınızı, siyasal yaşamınızı, inançlarınızı, sosyal ve kültürel yapınızı “delil” diye önünüze koyar.
Buna rağmen, geleceğin suçluları olma baskısıyla korkutularak ve hissettirilen “suçlusunuz” algısıyla potansiyel mahkumlar sayılarak kendi cezaevimizi kendimiz mi inşa ediyoruz yoksa? Kabahat bizde mi?
“Evet ama onlarda çizmeyi aşıyorlar” mı diyeceğiz, “lakin biraz yazılarında daha özenli olmalılar, bu kadar da sert yazılmaz”, “yazdıkları haber maksatlı”, “pek beğenmedim, biraz da tarafsız bir gözle bakmalı”, “niçin böyle haber verdiklerini biliyorum…” diye diye; “fakat…”, “ama…”, “lakin…”, “ancak…” ile başlayan cümleler kurarak bizlere çizilmiş sınırlar içine kendi kendimizi biz hapsetmiş olmuyor muyuz? Bu kelimelerle doldurduğumuz yaşamımızda düşünmeye, yazmaya, çizmeye, paylaşmaya böylece alıştırılmış ve baskıları, cezaları, tehditleri, tutuklulukları içselleştirmiş ve meşrulaştırmış olarak üzerimizden oynanan oyunların seyircisi olmuyor muyuz?
Seyirci olmak sanki bir seçenekmiş gibi cüzdanı kabarıklar saflarına geçmenin bahanesi kolaydır; ne yapalım başka çare kalmadı teslimiyetiyle mi yaşamalıyız?
İletişim hak ve özgürlüğümüze biraz da biz, biz kendimiz sahip çıkmalıyız. Temel haklar ve özgürlüklerimizin omurgası olan ifade özgürlüğü bizlerindir. Sahip çıkmaktan başka çare yoktur yerine; hiçbir şeyi küçümsemeden, söylenecek sözümüzü hep birlikte söylemekten, türküleri ve hayatı paylaşmaktan, yazdıklarımıza, görüşlerimize ve ifade özgürlüğümüze birlikte sahip çıkmaktır çaremiz. Hukukla, insan haklarına ve hukuka bağlı devleti bizler kurarız.
Bazı gerçekleri bilmemiz ve yaşadıklarımızın gerçek olduğuna inanmamız gerekiyor.
Türkiye’de ifade özgürlüğü yoktur ve iletişim özgürlüğü kısıtlanacaktır.
Karantina günlerinde internet ortamında iletişim; forum ve tartışma platformları görüş alışverişinin özgür ortamda kullanılabildiği etkili bir paylaşım alanı haline dönüşmüştür. Bu alanda yaratılan özgürlük korunmalıdır. İletişim özgürlüğü hepimizin hakkıdır. Sosyal medyada katılımı çoğalmış tartışma ortamları yaratılmalıdır. Yazılı işitsel ve görüntülü kitle iletişim araçlarına İnternet ve sosyal medyaya yapılan müdahaleler, engellemeler ve sınırlandırmalar milyonlarca bireysel kullanıcıyı etkiler.
İnternetin sağladığı sosyal medya zemini; vazgeçilmez niteliktedir.
İnsan haklarının ve özgürlüklerinin temeli ifade özgürlüğüdür.
İfade özgürlüğünü baskılayan, caydırıcılık ve cezalandırma endişesi yaratan, medya yoluyla siyasal görüş ve düşüncelerin açıklanmasının sınırlandırılmasına tüm medya ile birlikte bizler karşı çıkmalıyız. Kısıtlanan ve sınırlandırılan hepimizin ifade özgürlüğüdür. Habersiz, bilgisiz, “gerçeksiz” bırakılmaya çalışıldığımız dünyaya yalanların egemen olmasını; güçlerin medyasının oyuncağı olmayı reddetmeliyiz.
Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün sınırı vardır ve asıl sorun sınırlandırmaların sınırında ortaya çıkan sorunlardır. İfade özgürlüğüne müdahaleler, yasalarla belirlenmiş ise hukuka uygun kabul edilebilir. Sınırlandırma zorunlu, meşru ve haklı bir nedene dayanmalıdır. Müdahalenin demokratik toplum düzeni gereklerine, ölçülülük ilkesine uygun olmalıdır.
Asıl olan ifade özgürlüğüdür, sınırlandırmalar istisnadır.
Herkesin görüş edinme hakkı vardır. Bu hakkı sağlamaya çalışan gazeteciler baskı altındadır. Ses vermeliyiz, seslerimizi gazeteciler için gerçekleri öğrenme hakkımız için yükseltmeliyiz
Yaşadığımız yüzyılda özgür, doğru, yaygın bilgi ve haber dolaşımı; düşünce ve kanaatlerin özgürce açıklanması ve yayılması hakkını kabul eden siyasal yapının gerçekleşmesine bağlıdır. Gerçeğe uygun haber dolaşımı, gazetecilik suç değildir.
Yüzyılımızda “doğru ve yaygın haber ve fikirlerin dolaşımını ve yayılmasını” sağlamak devletlerin görevidir. Aksi takdirde demokratik siyasal yapı yok demektir. İfade özgürlüğünün temel hak ve özgürlüklerin omurgası kabul edilmesinin asıl temeli budur. İfade özgürlüğünün var olması siyasal demokratik yapının var olması demektir.
“Gerçeklerden şaşmayın” diyen Tımothy Snyder’e göre; “Gerçekleri terk etmek özgürlüğü terk etmek demektir. Eğer gerçek diye bir şey yoksa, o zaman hiç kimse hükümeti eleştiremez; çünkü bunu yapmak için bir temeli olamaz. Eğer hiçbir şey gerçek değilse her şey bir oyundur. En göz alıcı gösteriyi, cüzdanı en kabarık olanlar izler” (Tiranlık Üzerine. Olvido Kitap. 2017. Sayfa 56-59).
Synder, “gerçeklerden şaşmanın” nerelere varabileceğini 1930’lu yıllarda Romanya’nın ünlü oyun yazarlarından Eugene İonesco’nun kişisel bir deneyimini aktararak anlatıyor.
“Üniversite profesörleri, öğrenciler, aydınlar, birbiri ardına birer Nazi’ye dönüşüyor ve birer Demir Muhafız haline geliyorlardı. Başlangıçta, elbette ki bunlardan hiçbirisi Nazi falan değildi. Bizden on beş kadar arkadaşla bir araya gelecek ve aramızda konuşup tartışarak anların iddialarına karşı cevaplar arayacaktık. Ama bu hiç kolay değildi…Zaman zaman aramızdan biri çıkıp: “Elbette onlarla aynı fikirde değilim, ama yine de bazı belli başlı konularda mesela, Yahudilerle ilgili…” gibi şeyler söyleyebiliyordu ve bu da bazı şeylerin göstergesiydi. Üç hafta sonra da bunu söyleyen kişi apaçık bir Nazi’ye dönüşüyordu. O da bu mekanizmaya kendini kaptırıyor ve her şeyi kabullenerek bir boynuzlu haline geliyordu. Bu tartışmanın sonlarına doğru, direnen üç ya da dört kişi kalmıştık”
En göz alıcı oyunu mu izlemek istersiniz, cüzdanı en kabarıklar sınıfına mı geçmeyi mi yoksa gerçekleri mi tercih edersiniz?
Umursamamak, önemsememek; gerçeklerden şaşmak demektir. Artık iletişim özgürlüğünüzü elimizden sertlikle almaya başlamışlardır. Gerçekleri öğrenme hakkımızdan vazgeçmemeliyiz.
İfade özgürlüğü hakkını kullanmayı istemeliyiz. Gerçekleri aktaran bu memleketin gerçek gazetecilerine sahip çıkmak hukukla bağlı devlet istemek hepimizin yurttaşlık görevidir. Anayasa ve kanunlar yetmiyor, inanmak yetmiyor; gerçekleri istemek gerekiyor.
Gerçekleri öğrenme hakkımız için gerçeklerden şaşmamalıyız. Şaşkınlık; beraberinde ama…, lakin…, fakat…, ancak…. gibi kelimeleri çoğaltır, gerçekleri yavaşça azaltır ve yok eder.
Hukukla bağlı devlette, hukuka aykırı davranmanın mazereti yoktur.
Günümüzün gerçeği; gazetecilerin tutuklanmış olması sadece onların özgürlüklerinin sınırlandırılması değildir; gazeteciler, haberler ve “gerçekler” bize ulaştırılmasın diye tutuklanmışlardır.
Hiçbir şey basit değildir; “ama” kanunlar, “fakat” kamu düzeni, “lakin” suç, gibi cümlelerle hak veriyormuş gibi sureti haktan gözüken basit izah biçimleriyle bahanelere sığınarak hukuka aykırı davranmaya “mazeret” uydurmak, gerçeklerden şaşmanın yolunu açar.
İletişim özgürlüğümüzün baskılanmasına ses çıkarılmazsa, suskun kalmak; gerçeklerden vazgeçmektir, şaşkınlıktır.
*Bu yazı 18 Mayıs 2020 tarihinde bianet'te yayınlandı