Fehmi Koru*
Son zamanlarda elimi attığım her şeyde, geçmişle mukayese ettiğimde, hep gerileme müşahede ediyorum.
“Yaşlandın” demeden önce diyeceklerime göz atın lütfen…
Evet, hepimizin altında arabalar… Çoğumuz önünde güvenlik elemanlarının 7/24 beklediği sitelerde oturuyor, milyar dolarlarla inşa edilmiş köprülerden iftiharla geçiyoruz. Üstümüz başımız düzeldi; köylümüz bile cislavet lastik ayakkabı gitmiyor…
Peki kültür alanında neredeyiz?
Türk tarihi açısından zaferlerle dolu bir ay olan ağustosun en anlamlı günü olduğu için ilân edilmiş ‘zafer bayramı’ kutlandı dün…
İyi de ağustosun ‘zaferlerle dolu bir ay’ olduğunun kaçımız farkındayız?
Ben farkında olanlardanım; çünkü ilk gençliğimde abonesi olduğum bir dergi, her yılın ağustos sayısını,‘ordu sayısı’ olarak hazırlar ve o sayıyı ağustos ayında yaşanmış tarihi olaylar hakkında ‘bilimsel’ makaleler ile doldururdu.
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü vardı o zamanlar ve kurum ‘Türk Kültürü’ diye bugünün bilimsel düzeyinin üstünde br dergi çıkarırdı.
Kütüphanemdeki ciltlerinden rastgele ikisini indirdim. Biri ‘2. Yıl’ (1964), diğeri ise ‘10. Yıl’ (1972) ciltleri…
Evet, ortaokula gidiyor ve bu tür bilimsel dergileri de –edebiyat ve sanat dergileri yanında– takip ediyordum.
Derginin çoğu ‘profesör’ unvanlı yazarları –ki aralarında geçenlerde kaybettiğimiz Halil İnalcık da var–‘Türk ordusu ve batılılaşma’ gibi (Prof. Ercümend Kuran), ‘Savaş kanunu ve barış mefkûresi’ gibi (Prof. Necati Akder), ‘Eski Türklerde harp taktiği’ gibi (Prof. Şerif Baştav) önemli konuları 224 büyük sayfada inceliyor.
Prof. Halil İnalcık iki makaleyle katkıda bulunmuş bu sayıya: ‘Osmanlı devrinde Türk ordusu’ ve ‘Türk donanmasının beşiği: Gelibolu’…
Sekiz yıl sonra (1972) çıkan ‘Ordu Sayısı’ yine daha az zengin bir içeriğe sahip.
Prof. Akder bu defa ‘Milli irade ve ordu’, Tahsin Ünal da ‘Milli Mücadelede ekonomik durum’ makalelerini sunuyor.Prof. İnalcık’ın yeni makalesi ‘Osmanlı timar rejimi ve sipahi ordusu’ üzerine…
İki sayı arasında bile düşüş, geriye gidiş fark ediliyor. Bir yıl önce (1971) yaşanan askeri darbenin etkisi hissediliyor dergi yazarlarının iştahsızlığında…
Çıkaracağımız sonuç ne? Şu: Hayatımızın maddi kalitesi arttı, ancak onu destekleyecek maneviyat gibi, kültür gibi konularda kalitesizleşme yaşıyoruz…
….
Kredi kartıyla kurban kesilir mi?
Maneviyat ve kültür sözcükleri bakın bana ne hatırlattı?
“Kredi kartıyla kurban kesilir mi?” diye Diyanet’in fetva hattına sormuşlar; fetva “Kesilebilir” gelmiş, ama bir şartla: Kredi kartı borcunu tarihinde ödemek ve faizli işleme düşmemek şartıyla…
Faize düşüldüğü taktirde de ‘kurban’ ibadeti yerine getirilmiş oluyor, ancak faiz yüzünden günah işleniyor…
Gazetelerde okuduğum bu fetva bana birkaç yıl önce dinlediğim bir vaazı hatırlattı.
Mekân Sultanahmet Camii. Zaman: Kurban bayramından hemen önceki cuma günü… Kürsüde tanımadığım olgun yaşta bir hoca var. Vaazı pek alışık olmadığımız aktif biçimde veriyor…
Bir ara “Varsa sorunuz, şimdi zamanı” dedi ve bekledi vâiz efendi. Ses çıkmadığını görünce şöyle devam etti:“Ofli Hoca’ya cemaatten genç biri, ‘Hocam, kredi kartıyla kurban kesilir mi?’ diye sormuş… Hoca bir cemaate bir de soruyu soran gence baktıktan ve kısa bir süre iç geçirdikten sonra, ‘Tabii kesilir evlâdım, ama sen yine de bıçakla kes’ deyivermiş…”
Diyanet’in fetva âmiri o espriyi de fetvasına ekleyebilirdi.
Vaazlarıyla ve esprileriyle meşhur hocalardan biri ‘Naim Hoca’ lâkaplı Erzurumlu Naim Gölleroğlu’ydu. Hayatın içinden biriydi Naim Hoca, vaazlarını da hayatın içinden ifadeler ve benzetmelerle örerdi.
Bir gün, kürsüde, dünyada işlenen amellerin öbür dünyada hesabının görüleceğini, sevap işlenmişse mükâfat, günah işlenmişse ceza görüleceğini söylemiş… Herhalde cemaatin fazla bir şey anlamadığını fark etmiş olmalı ki, “Gözüm cemaat, bakın” diye başladığı cümlesine şöyle devam etmiş: “Günah ile sevap neye benzer bilir misiniz? Hani yeni çıkmış bir makine var ya, bankalara koymuşlar, böyle gider içinden para çekersin…”
Cemaatten biri, “Hocam, onun adı bankamatik” deyince, Naim Hoca, “Hah işte o” demiş ve eklemiş: “Ona gidip kart sokar, sonra birkaç numara yazarsın ya. Eğer daha önce para yatırmışsan makine hemen istediğin miktarı verir. Yok, daha önce para yatırmamışsan, makine, ‘Ulan gavat, sen ne parası yatırdın ki şimdi benden istersin? Hadi çekil, git’ der. İşte sevap da günah da böyledir. Eğer bu dünyada sevap işlersen öbür dünyada karşılığını alırsın. Yapmazsan… Hiç bir şey bekleme…”
Tabii, o bunları tatlı bir Erzurum şivesiyle söylemiş…
Kürsüde bile biraz espri fena kaçmıyor.
Ülkemizde kimsenin ağız tadı kalmadığı için espriler de ortadan kayboldu. Var olanlar da yavanlaştı.
Normale döndüğümüzü, tabii normale dönebilirsek, ortamlarda esprilerin artmasından anlayacağım.
……
Yeniden Arda konusu… Terim tedbirini alma çabasında…
Geçen gün, burada, Barcelona’da başarılarını tırmandıran futbolcumuz Arda Turan üzerinden toplumda hemen fark edilen bir hastalığa işaret etmeye çalışmıştım.
Okuyun: “Bizde başarı, başarılı insanlara, hep olumsuzluk getirir. / ‘Kifayetsiz muhterisler’ ülkesidir Türkiye; çapsız insanlar el üstünde tutulur. Belli bir seviyenin üstündeki insanlardan –hele bir de alanlarında başarılı olmuşlarsa– çekinilir. / Şaşırtıcı mı bu? Hayır değil. Seviyeli bir insan, uğraş verdiği alanda kendi seviyesini norm haline getirebilir; seviyesizlerin en büyük korkusu ise normları bulunan bir alanda uğraş vermektir.”
Arda gibi bir değerin, tek seçici Fatih Terim’in, dün, “Kişisel değil, Türk halkına yapıldı” dediği, ama hiçbirimizin anlamadığı bir ‘hata’ yüzünden milli takım dışı bırakılmasını yazımda böyle yorumlamıştım.
Fatih Terim şunu dedi dün: “Milli Takım’ın kapısı bu formayı giyme şerefine hazır ve istekli olan, takımın bir parçası olmak isteyen her oyuncuya açıktır. Sadece bugün değil, yarın da açık olmaya devam edecektir.”
Ne demek bu?
Herhalde bu haftadan itibaren başlayacak milli takım maçları sırasında Terim’in ne demek istediğini anlarız.
Tedbirini de almış, ama. “Grubumuz oldukça zor” da diyor Fatih Terim…
Acaba milli takıma çağırdığı isimler, Arda Turan, Gökhan Gönül, Burak Yılmaz gibi starlaşmış oyuncuların dışlandığı bir takımda mı, yoksa onların da bulunduğu bir takımda mı oynamayı arzularlardı?
Genç futbolcularımızın hevesleri kaçık ise hiç şaşırmam…
NOT:
Şimdi de ‘Star‘da bir yazıda, benim ‘hediye ev’ iftirasına cevap verdiğim yazıma değiniliyor…
Önce şunu hemen kaydedeyim: Meslek hayatımda maaşımın aylarca geciktiği oldu, gıkımı çıkarmadım; maaşım bir gün yatmadığı için ekrana çıkmadığım büyük bir yalan…
Evet, o sırada tepeden gelen bir emirle gazetenin sahipliği konumuna o getirilmişti, ama benimle Star adına‘villa’ konulu pazarlığa oturan kişi Alaeddin Kaya değildi. Yazımdaki sıfatların ikisi de (biri, vaktiyle üst kurullardan birinin başkanı; diğeri, halen büyük bir medya grubunun başında, etkili biri) ona uymuyor zaten…
Kaya’nın o gazeteyle ilgisi vardı, ama hatırladığım kadarıyla, medya grup başkanı değildi.
İsimler yerine sıfatları yazmamın sebebi var: Ayıp olmasın diye yazmıyorum.
Bir de ‘Pensilvanya’nın posta güvercini’ diye benden söz ediyor yazar; Külliye’ye yola düştüğünde sorarsa kimin nesi olduğum doğru bilgisine kavuşur.