*Fehmi Koru
Bir yandan gözüm -sadece gözüm de değil, en başta aklım- İstanbul’un tekrarlanacak belediye başkanlığı seçiminde, bir yandan da göz ucuyla uzak komşumuz ABD’de sonunda bizi de etkileyeceğini bildiğim siyasi gelişmeleri izliyorum.
Donald Trump başkanlıkta üçüncü yılını doldurmak üzere, hem kendisi hem de onun oturduğu ‘Beyaz Saray’da gözü olan başkaları 2020 yılı Kasım ayında yapılacak seçim için kolları şimdiden sıvamış durumdalar.
Şu ana kadar tam 22 siyasi kişilik “2020 başkanlık seçiminde adayım” diye ortaya atılmış bulunuyor.
Aralarında ismi duyulmuşlar kadar hiç bilinmeyenler de var. Hillary Clinton’ın aday olduğu bir önceki seçime kadar kadınlar siyasette öne atılmakta çekimser davranıyorlardı; bu defa aday adayları arasında çok sayıda kadın da bulunuyor…
Demokrasi rekabetçi sistemin adıdır
Merak etmeyin, yazım, Amerika ve onun başkanlık seçimi üzerine değil.
Girişin böyle oluşunun sebebi, iki yıl önce yapılan referandumla benimsediğimiz ‘başkanlık sistemi’ için kimilerinin ‘başarılı örnek’ olarak takdim ettiği ABD’den bir son esintiyi huzurlarınıza taşımak…
Rekabet siyasette istenmeyen değil, tam tersine teşvik edilen ve teşvik edilmesi gereken iyi bir şeydir gerçeğinin esintisini…
‘Demokrasi’ denildiğinde bizde de akan sular duruyor. Her siyasetçinin ağzından demokratik bir mücadele verdiği teminatını işitiyoruz. Ancak iş demokrasinin başlangıç ilkesi olan ‘rakipler arası yarış’ konusuna geldiğinde, kaşlar çatılıyor, en ufak kımıldamaya bile müsamaha edilmek istenmiyor.
Sürü psikolojisi hakim siyaset alanına ve bunun bozulması asla arzu edilmiyor.
ABD’de iki partili sistem var ve işte görüyorsunuz, başkanlık yarışına her iki partiden kendine güvenen isimler çok önceden katılıyor. Kampanyalar pahalı bir serüven olduğu ve o alanda kullanılacak maddi kaynaklar sistem tarafından sıkı kurallara bağlandığı için, çevreden destek bularak kampanyasını sonuna kadar yürütebilen birkaç kişiye inecek zaman içerisinde aday adayı sayısı…
Yine de, çok sayıda rakibin ortaya çıkması, değişik konuların toplum önünde tartışılmasını sağlıyor.
Kapitalizmin merkezi sayılan Amerika’da ‘sosyal adalet’ kavramı etrafında kampanya yürüten aday da var. En başarılı olması beklenenlerden biri (Bernie Sanders) açıkça ‘sosyalizm’ kokulu bir kampanya yürütüyor.
O sayede halen yürürlükte olan sistemin eksiklerini, aksaklıklarını öğrenme imkanı buluyor Amerikalılar…
Aslına bakarsanız, farklı çıkışların, çıkışın yapıldığı siyasi zemine zarar değil yarar getirdiğine dair bizde de yeni bir örnek var.
İYİ Parti bu örnek…
MHP içerisinde siyaset yapan, ancak yönetici kadroyla anlaşamayan ve bir bölümü partisinde yer bulamayan, bazısı kovulan bir grup siyasetçi tarafından kuruldu İYİ Parti.
İlk seçimde CHP ile kurduğu ittifak sayesinde Meclis’e azımsanmayacak sayıda milletvekili sokmayı da başardı.
Onun varlığı MHP’ye zarar verdi mi?
Verdi mi, ne dersiniz?
Şimdi Meclis’te aynı zeminde siyaset yapan iki parti var ve bunlardan biri (MHP) AK Parti ile, diğeri (İYİ Parti) CHP ile ittifak yaparak güçlerine güç katıyorlar.
Aynı zeminden iki parti (MHP ile İYİ Parti) ittifak kurdukları partileri (AK Parti ile CHP’yi) dönüştürüyorlar…
CHP’nin Ankara belediye başkanlığına aday gösterip seçilmesini sağladığı Mansur Yavaş da aynı zeminden bir siyaset adamı. Nitekim, oluşturmaya başladığı kadro için devşirdiği kişiler de MHP-İYİ parti zemininden…
Ne sonuç çıkıyor bu tablodan?
Kendi sonucumu yazayım: İçerisinde kalmaya devam etselerdi, MHP yüzde 10 barajını zar zor aşabilen bir parti olmayı sürdürecekken, kopuş sayesinde, onun üzerine oturduğu zemini daha da güçlendiren bir yeni durum ortaya çıkmış oldu.
Ayrılanlar ve yeni parti kuranlar yüzünden MHP savunduğu siyasi çizgi ve Meclis’te işgal ettiği ağırlık açısından kaybetmedi, tam tersine kazandı.
O çizginin kazanmasından en çok kaybedenin hangi parti olduğunu da biliyoruz.
MHP lideri Devlet Bahçeli AK Parti ile ortak cephede girdikleri son seçimde partisinin aldığı oy oranının yüzde 18.81 olduğunu açıkladı; geriye kalan, AK Parti’nin girdiği ilk seçimden bu yana aldığı en zayıf sandık sonucu oluyor…
AK Parti ile irtibatı bilinen bazı isimlerin yeni bir -hatta muhtemelen iki- parti oluşumu için çalıştıkları ne zaman gündeme gelse, iktidar cephesinden hemen itirazlar yükseliyor, kraldan fazla kralcı olan bir çevre, derhal böyle bir işe soyunacağını duydukları kişilere yönelik saldırılara başlıyor.
Oysa gerçek ortada: Farklılıkların kendilerine ait çatılar altında buluşmaları her zaman kötü bir şey olmak zorunda değil.
Uzak komşumuz örneğini benim kadar yakından izlemiyor olabilirler, hiç değilse MHP-İYİ Parti ile yaşanan ‘başarı’yı gözden kaçırmasalar iyi olacak.
*bu yazı fehmikoru.com'dan alınmıştır