* Fehmi Koru
İşlenmesi üzerinden 1,5 yıl geçen Sinan Ateş suikastı -30 Aralık 2022- gündemden düşeceğe benzemiyor…
“Adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun” görüşünde acılı eş Ayşe Ateş…
Acılı kardeş Selma Ateş de T24’ten Candan Yıldız’a şu tepkisini aktarmakta:
“Devletin imkanlarını kullanarak o kadar rahat bir cinayet işlenmiş ki, arkada onlarca delil bırakmışlar. Kendisini devlet zanneden bu paralel çete önüne çıkan herkese Sinan Ateş’in kaleminin kırıldığını ve Sinan Ateş’i öldüreceklerini söylemiş. Onlarca şahit var.”
Hem Ayşe Ateş’in hem de Selma Ateş’in polise verdikleri sayfalar tutan ifadelerini okudum. Bu ifadelerden, suikastın aylar öncesinden “Geliyorum” dediği, planlayanların son vuruşu yalnızca bir tetikçi aramak için geciktirdikleri açıkça anlaşılıyor.
Kimlerin bu komplo içerisinde hangi düzeyde yer aldığını öğrenmek isteyecekler için isimler de var her iki ifadede…
Sadece katiller ve azmettirenlerin değil, süreç içerisinde yaşananlara aile dışından tanık olan kişilerin isimleri de…
Mahkeme yargıçlarına sunulmak üzere iddianame hazırlayacak olan savcının yapması gereken tek şey, ifadelerde isimleri verilen tanıklarla da görüşerek, iki acılı kadının anlattıklarından yararlanarak iddianamesini yazmaktı.
Neden acaba?
Soruya cevap arayanlar çeşitli senaryolar yazıyorlar…
Kafa karıştırıcı senaryolar…
“Neden?” sorusunun bizim ülkemizde klasik bir cevabı var oysa: Siyasi suikastlar/cinayetler bizde hep böyle ele alınır da ondan…
Genellikle siyasi suikastlar ‘faili meçhul’ muamelesi görür. Failler bulunmaz ve dolayısıyla yargılanamaz.
[Meraklılar, internette bulunabilecek, TBMM’nin faili meçhul cinayetleri araştırmak üzere kurduğu komisyonların raporlarına ve bu arada yine TBMM komisyonu tarafından yazılmış Susurluk raporu ile Başbakanlık adına konuyu araştırmış Kutlu Savaş’ın raporuna göz atabilirler.]
Yargılanma aşamasına kadar gelebilmiş olanların çoğunda ise, suikasta kurban giden kurban gittiğiyle kalır. Olayla ilgili olarak birileri tutuklanır, yargılanır, mahkum da edilir; ancak kurbanların aileleri mahkum edilenlerin gerçek caniler olduklarından kuşku duyar.
Örnek isterseniz, o tür siyasi suikastların üzerinde en durulmuşu olan Uğur Mumcu suikastını hatırlatmak isterim.
Uğur Mumcu ünlü bir gazeteciydi. Laiklik-irtica tartışmalarının toplumu sarstığı bir dönemde, 24 Ocak 1993 tarihinde, evinin önündeki aracına konulan bir bombanın patlaması sonucu hayatını kaybetmişti.
Her yıl suikastının işlendiği sokakta sevenleri Mumcu’yu anar.
Ben de, suikastın 30. yıldönümü vesilesiyle bir yazı yazmıştım (25 Ocak 2023).
Sinan Ateş’in uğradığı suikastın üzerindeki perdenin açılacağından neden kuşku duyduğum anlaşılsın diye, o yazının biraz uzunca bir bölümünü aktaracağım:
Uğur Mumcu suikastının encamı
“Türk basınının önemli isimlerinden Uğur Mumcu’nun siyasi bir suikasta uğradıktan 30 yıl sonra bile suikast faillerinin hala meçhul kalması, Türk basını için hiç de övünülecek bir durum değildir.
Suikasttan hemen sonra alelacele yapıştırılan yafta hadi neyse, ancak aradan geçen bunca zaman ve arada bilgimiz dahiline giren nice olaya rağmen, o cinayeti hala ‘faili meçhul’ saymak büyük bir ayıp.
Suikastın amacı ortada
Askeri dönemde diğer partilerle birlikte kapatılmış olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) yeniden açılmasından ve başına Deniz Baykal’ın gelmesinden kısa süre sonra öldürüldü Uğur Mumcu.
CHP’nin yeniden siyasi hayata başlaması (9 Eylül 1992) ile Mumcu’nun katledilmesi (24 Ocak 1993) arasında, Deniz Baykal, son birkaç yıl içerisinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun partisini daha geniş kitlelere sempatik hale getirmek için başlattığına benzer bir açılım çabası içerisine girmişti.
O günlerde kendisiyle görüşmelerimden de bunu biliyorum.
Mumcu suikastı her şeyden önce o girişimi baltaladı. CHP’ye ve Türkiye’ye 25 yıldan fazla süre kaybettirerek…
Cinayeti planlayanlar pek çok yönden amaçlarına ulaştılar.
Suikastla hiç ilgisi bulunmayan kesimler suçlandılar ve toplum olaydan sonra ciddi bir bölünmeye uğradı.
Failleri ismen olmasa da belliydi oysa. Ardından başgösteren köklü gerilime bakılarak faillerin nerede aranması gerektiği fark edilebilirdi. Bunu yapması kendilerinden beklenecek eli kalem tutanlar ve onların hakim olduğu basın camiası, kör değneğini bellediği gibi yaklaştılar olaya. Kendi önyargılarının ürünü olan ‘olağan şüphelileri’ suçlamakla yetindiler.
Katiller ‘Ortaçağ karanlığı’ diye adlandırılan bir gölgede arandı ve bulundu da.
Tabii gerçek failler değildi bulunanlar…
Gerçek failleri aramak Mumcu Ailesi’ne kaldı.
Onların bulgularını bile doğru dürüst paylaşmadılar.
Güldal Mumcu katillerin peşinde
Hayatı bir suikastla yarım kalmış olan meslektaşımızın eşi Güldal Mumcu canilerin peşinde yaşadıklarını ‘İçimden geçen zaman’ adını verdiği kitapta anlatıyor.
Bir dönem Güneydoğu’da işlenmiş ve failleri meçhul kalmış bir dizi cinayetin tetikçisi olarak bilinen ‘Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım’ın 1996 yılı kurban bayramında ellerinden tuttuğu iki çocukla evlerine kadar gelmesi olayını…
Yeşil, hala kayıplarının yasını tutmakta olan Güldal Hanım’a “Olayın failini bulsak sizin için yeterli olur mu?” sorusunu yöneltmiş.
“Ben gerçeği istiyorum” cevabını alınca şu soru gelmiş Yeşil’den: “Olayı yapanı bulsak, sonra etrafından da birkaç kişi bulunsa sizin için yeterli olur mu? Siz ne isterseniz olacak.”
Güldal Hanım bir kez daha “Ben gerçeği istiyorum” mukabelesinde bulununca Yeşil’den şu tepki gelmiş: “Ha, siz hepsini istiyorsunuz. O zaman üç tane gül alacağım, birini başbakanlığa, birini Çeçenistan’a, birini de Uğur Bey’in öldürüldüğü yere bırakacağım.”
Ne demek şimdi bu?
Savcı “Devlet yaptı” diyor
Uğur Mumcu suikastını araştırıp faillerini bulmakla görevli ilk cumhuriyet savcısının adı Ülkü Coşkun.
Savcı bey suikasttan üç hafta sonra, 18 Şubat günü, Mumcu Ailesi’nin evine gelir. Ailenin avukatı Emin Değer ile Uğur Mumcu’nun ablası Beyhan Gürson da o sırada evdedir. Güldal Mumcu aradan geçen üç haftalık sürede neden sonuca ulaşılmadığını sorguladığında, savcı Ülkü Coşkun’dan beklemediği bir cevap alır.
“Güldal Hanım üstüme gelmeyin. ‘Namus borcu’ dediler ama bugüne kadar hükümetin hiçbir üyesi dosyanın ne olduğunu bana sormadı. Bu işi devlet yapmıştır. Siyasi iktidar isterse çözer.”
“Bu işi devlet yapmıştır” diyen devletin konuyu araştırmakla görevlendirdiği savcıdır.
Acılı eş, “Nasıl yani, hani Amerikan filmlerinde izlediğimiz gibi mi? Temizlikçilerini de yolladılar mı?” deyince, savcı Ülkü Coşkun, “Evet, ama bu söylediklerimi basına açıklarsanız yalanlarım” tepkisini verir.
Dört kişinin işittiği sözlerini sonradan yalanlar da.
Tıpkı daha sonra Mehmet Ağar’ın da yine Güldal Mumcu’ya sarf ettiği içinde ‘tuğla’ geçen cümlesini yalanlayacağı gibi…
Adalet Bakanı “Tuğla çekilince duvar yıkılır” diyor
Mehmet Ağar o sırada adalet bakanıdır. Polisin yakaladığı bir grup ‘olağan şüpheli’nin suikast günü tutuklu oldukları resmi belgelerden anlaşılmış, konu dallanıp budaklanınca, adalet bakanı Ağar, “Bu sehven yapılmış bir hata” açıklamasında bulunmuştu.
Güldal Mumcu yanına avukatları Emin Değer’i de alıp bakana gider. ‘Sehven’ konusunu konuşurlarken, Güldal Hanım, “Karşımıza sürekli engeller çıkıyor; bir duvar örülüyor sanki” deyince bakan, Mülkiye’den mektep arkadaşına, “Evet Güldal, bir duvar örülüyor” mukabelesinde bulunur.
Bunu duyan Güldal Hanım, “O zaman bir tuğla çekin, duvar yıkılsın” der bakana.
Cevap, “Çekemem” olur.
“Tuğlayı çekin, kenara çekilin” der Güldal Hanım.
[Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş’in “Adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun” cümlesine ne kadar benziyor, değil mi?]
Ağar, “Onu da yapamam” der.
Ülkü Coşkun’un “Bu işi devlet yapmıştır, siyasi iktidar isterse çözülür” sözü hatırlatılınca, Ağar “Aptal bunlar, böyle şeyler söylenir mi?” karşılığını verir.
Kendisine “O zaman başkaları çeker, altında kalırsınız” denildiğinde de, müstehzi bir ifadeyle, gülümseyerek, “Ona kimsenin gücü yetmez” tepkisinde bulunur Ağar.
Daha ne istenir ki…“
Umarım bu defa öyle olmaz, Sinan Ateş‘in ateşi yerde kalmaz..