Fehmi Koru*
Dört haftayı bugün doldurduk hayırlısıyla…
Üç gün sonra da uğursuz darbe girişiminin üzerinden tam bir ay geçmiş olacak…
‘Kuş gibi’ derler ya, günler gerçekten kuş gibi uçup gidiyor…
Önce rakamlar
Görünür yüzünde darbe sonrası dönemin, şu rakamsal gerçeklerle karşı karşıyayız:
İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın verdiği bilgiye göre, şu güne kadar, 76.100 devlet memuruna görevden el çektirildi. Darbeye karıştığından kuşku duyulan 35.000 kişi gözaltına alındı; bunlardan 17.740’ı tutuklanmış bulunuyor. 5.685 kişi hâlâ gözaltında, hâkim önüne çıkarılmayı bekliyor…
Bu kadar kısa süre içerisinde bu denli çok sayıda kişinin tutuklandığı bir dönem daha önce yaşanmadı.
Devlet memurlarının yaklaşık 20’de 1’i tasfiye edildi.
Gazetecilerin pasaportları iptal ediliyor… İşadamlarının mal varlığına, memurların banka hesaplarına el konuluyor…
Daha önce hiç alınmamış türden tedbirler bunlar.
Sonradan bir bakan “Öyle bir çalışmamız yok” diye açıklama yaptı; ama bir çırpıda 20 binden fazla tutukluyu yerleştirebilecek cezaevi kapasitesi yok ülkemizin; bu sebeple hükümetin cezaevlerini boşaltmayla sonuçlanacak formüller üzerinde durması beklenir.
Formüllerden biri de, bakanın “Olmayacak” dediği, ‘sınırlı af’…
Tedbirlere itiraz yok
Toplumdan bu gelişmelere görünür bir itiraz yok. Tam tersine kitleler memnun görünüyor.
250’ye yakın insanın ‘darbe girişimi’ sırasında hayatını kaybederek şehit düşmesi, buna sebep olanlara karşı merhamet duygularını yok etmişe benziyor.
İnsanların güven içerisinde yaşayabilmeleri için ve düşmanlara karşı vatanı savunabilsinler diye yetiştirilmiş, silâh altında bulunan subayların, kendilerine emanet edilmiş erleri de cepheye sürerek, vatandaşlar üzerine ateş açmaları, kolay unutulacak gibi değil.
Biraz da şu duygu insanlara hâkim: “Onlar girişimlerinde başarılı olsalardı bize karşı bundan daha farklı mı davranacaklardı?”
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın daveti üzerine Meclis’te temsil edilen 4 partiden üçünün katılımıyla düzenlenen ‘Demokrasi ve Şehitler Mitingi’ daha önce hiç görülmemiş çapta bir kalabalığı Yenikapı’da toplayabildi.
İki gün öncesine kadar, her ilde ve her büyük yerleşim yerinde, insanlar, ‘demokrasi nöbeti’ne çıkıyordu.
Kamuoyu yoklamaları, siyasete ilginin arttığını, ‘darbe girişimi’ni engellemede en büyük payın sahibi olarak görülen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen ay yüzde 47 olan sempati oranının şimdilerde yüzde 68’e ulaştığını gösteriyor.
‘Yeminli Erdoğan düşmanı’ olarak bilinen kişilerden bile destek almaya başladı Cumhurbaşkanı Erdoğan…
Tabii bu gelişme AK Parti’ye de destek olarak dönüyor.
Ders çıkarılacak mı bakalım? Hangi dersler…
Herkesin son bir ay içerisinde yaşananlardan ders çıkarması şart.
Yukarıdaki tabloya bakarak benim çıkardığım ilk ders, Türk toplumunun ‘askeri darbeler’ konusunda tam bir kararlılığa sahip olduğudur.
Geçmişte yaşanan 4 darbeye verilen tepki keskin bir kanaate dönüşmüş durumda. Sorunların demokrasi içerisinde çözülmesi isteniyor.
Ülkemizin son 40 yıllık döneminde öncelikle bir ‘eğitim gönüllüleri topluluğu’ görüntüsü veren… Daha sonra medyası ve her alanı işgal çabasına giren sivil görüntülü toplumsal kuruluşlarıyla kendisini ‘hizmet hareketi’olarak sunan… Böyle bir yapının ‘nihai amaç’ olarak devlet yönetimine tâlip olduğu anlaşıldı.
Bunu partileşip vatandaştan oy alarak yapmak yerine, asker-sivil bürokrasi içerisine sızmış ‘gizlilik’ ilkesine uygun davranan elemanlarını hareketlendirerek gerçekleştirmeyi, gerekirse yargıyı, gerektiğinde orduyu kullanarak amacına ulaşmayı mübah gördüğü de ortaya çıktı o yapının…
İkinci ders, böyle davrandığı görüldükten sonra, daha önce hiçbir kimse ve kuruma sergilendiği görülmemiş büyük bir öfke ve nefretin o yapıya yönlendiği gerçeğidir.
Ortaya çıkan tabloyu daha da sevimsiz kılan, ‘başarısız darbe girişimi’ içerisinde yer almış, ya da bulundukları yerlerde başarısı için çalışmış subay kitlesinden fırsat bulanların, yabancı ülkelerden sığınma talep etmeleridir.
Sekiz asker helikopterle Yunanistan’a sığındı. 9’u general olmak üzere 300 asker firarda.
Yurtdışı görevdeyken görev yerini terk ederek kaçmış subaylar da var.
‘Asker’ kavramıyla hiç örtüşmeyen bir durum bu.
Pensilvanya kör ve sağır
Bir ay önce “Türkiye’de artık darbe olmaz” veya “Türk milleti asker millettir, askeri ve subayı ölümü göze alır, millet de askeri ve subayı için her fedakârlığa katlanır” denilseydi kimse itiraz etmezdi; bugün o kabuller çatladı ve kırıldı.
Onbin kilometre öteden Türkiye’deki gelişmeleri izleyen gözler bunları bizim gördüğümüz netlikte görebiliyor mu acaba?
Pensilvanya da ‘nöbet’ halinde, ancak orada yapılan konuşmaların videoları izlendiğinde Türkiye’de yaşanan ve kendilerini öfke ve nefretin ortasına oturtan ruh halinden habersiz olunduğu hemen fark ediliyor.
Kendileri uzaktayken, onların yönlendirmesiyle meydana gelmiş bir olayın ceremesini onbinlerin çektiğinin bile ayırdında değiller…
Hâlâ yüksek perdeden atıp tutmalar sürdürülüyor… Hâlâ beddua ile sonuç almaya çalışılıyor…
Yazık.
40 yıl boyunca okullarından yetişmiş, devlette bir yerlere erişmiş, gazetelerine okur, bankalarına müşteri olmuş insanlar ‘paralel yapı’ ile irtibat kurularak yerlerinden ediliyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor…
Onlar Pensilvanya’da inkâr ile sonuç alabileceklerini düşünüyor…
İnkâr iyi bir savunma tarzı değildir; tek bir kanıt, aylarca sürdürülen inkâra dayalı savunmayı yerle bir edebilir… Bunun örnekleri çok görülmüştür.
Bugüne benzer ortamlarda, yalnız bizde değil başka ülkelerde de, yanlışlıklarla karşılaşılabilir.
Şimdi de, o kabarık gözaltı ve tutuklamalar ile görevden almalar arasında, kapatılan şirketler, mal varlığına el konulan insanlar içerisinde yanlışlığa kurban gidenler var.
Tanıdıklarımız var. Tanımadığımız, fakat tanıdıklarımızın tezkiyesiyle ‘FETÖ’cü’ olmadığını öğrendiklerimiz var.
Hiç ilgileri olmadığı halde “Sıra bana da gelir mi?” diye kaygı ve endişe içerisinde günler geçirenlerin sayısı da az değil.
Ben yine de dikkatli olalım derim
Dışarıdan yönlendirildiğine inanılan darbe girişimi ülkenin kimyasını bozdu. Kötü alışkanlıklara kapı araladı.
Pandora’nın kutusu açıldı bir kere…
Ülkemizin istikameti bile olandan etkilenebilir.
Yine de dikkatli olalım derim ben. Aşırılıklara meydan vermeyelim. Hukukun evrensel ilkeleri dışına çıkmayalım. Başka ülkeleri etkilemiş ve pişman olunmuş yanlışlıklardan uzak duralım. Öfke değil sağduyu attığımız adımlara hâkim olsun. ‘Kurunun yanında yaş da yanar’ demeyelim, ‘suçun şahsiliği’ kuralını çiğnemeyelim.
Biz bu hengâmeden de çıkarız; önemli olan fazla kalıcı yara-bere almadan çıkabilmek…