Fehmi Koru*
Cumhurbaşkanı Turgut Özal görev süresini dolduramadan vakitsiz vefat etmiş, yerine DYP lideri Süleyman Demirel cumhurbaşkanı seçilmişti…
Yıl 1993…
DYP liderliğine kim seçilecekti?
Gazeteler tercihlerini değişik biçimlerde okura yansıtıyorlardı. Hürriyet “Leydi’nin topuk sesleri” manşetiyle Tansu Çiller’i öne çıkarmış.. Milliyet ise Bedri Koraman’ın kongre günü için çizdiği karikatürle İsmet Sezgin’i yeni genel başkan ilân etmişti…
Kimin sesi daha yüksek çıkarsa…
İşte size bir tanıklık:
“Sandıklar açıldı, ‘sarışın güzel kadın’ seçilmişti. Milliyet birinci sayfadan ters köşe olmuştu! Gazete İsmet Sezgin’e yatmış, Çiller kazanmıştı. Aslında benzer durum Akbulut’la kongre yarışına giren Mesut Yılmaz’ın kazandığı ANAP kongresinde de yaşanmıştı. Aydın Doğan, 28 Şubat sürecinde, ünlü ‘pijamalı karşılama’ –gerçekte spor– kıyafetiyle Çamlıca’da ağırladığı Mesut Yılmaz’ı başbakanlığa getiren medya patronu olarak anılsa da, Milliyet’in 1991 kongresindeki desteği Akbulut’a idi. Mesut Yılmaz öndeydi. Ankara olarak uyarmıştık.”
Tanığım, DYP ve ANAP kongreleri sırasında Milliyet’in Ankara bürosunda haber müdürlüğü yapan.. sonradan Ankara temsilcisi.. genel yayın yönetmeni.. ve okur temsilcisi olarak görev yapmış Derya Sazak…
Derya Sazak’ın yeni kitabı: İtirazım Var..
Derya Sazak, yeni çıkan ‘İtiraz Ediyorum’ (İletişim Yayınları) kitabında, 30 yılı aşan bir süre içerisinde önemli bir grubun (Doğan Medya) içinde yaşadıklarını ve gözlemlediklerini akıcı üslubuyla anlatıyor.
Kitabın içinde ilginç tanıklıklar var.
Demokratik kuralların işlediği dönemler.. 12 Eylül ve 28 Şubat gibi askerlerin öne çıktığı dönemler.. her dönemin özelliklerine göre kendini konuşlandıran ve söz sahipliğini her halükârda sürdürmek isteyen medya büyükleri…
Kimin sesi siyasiler tarafından daha fazla dinlenecek kavgaları.. Zaman zaman Milliyet’in de karıştığı Hürriyet ile Sabah’ın medyada liderlik savaşları…
Okuyalım:
“Okurlar da rahatsızdı medyadaki iç savaştan ama ‘baltalar gömülene’ dek kalemlerden kan damlayacaktı. Sonradan bu kavga Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz’ı da taraf haline getirecek, ‘siyasi savaşa’ dönüşecekti: Dinç Bilgin – Aydın Doğan savaşı. Ya da Aydın Doğan – Mesut Yılmaz’la Dinç Bilgin – Tansu Çiller savaşı! Taraflar yorgun düşünce ‘ateşkes’ ilân ediliyordu. Ateşkes dönemlerinde Beyti’de ‘sarı votkalar’ içiliyordu.” (s. 125)
Medya ile siyasetin bozuk ilişkileri günümüze kadar sürdü. Partilerin başına kimin geleceğini belirlemek isteyen medyaya karşı.. siyasiler de.. gazetelerde kimlerin yönetici olmasını belirleme ve beğenmediklerini attırmayı.. kendilerinin hakkı olarak gördüler…
Asker “Oraya iki asker gönderirim” tehdidinde bulunuyordu (s. 140), sivil siyasetçi “Onu at, yerine şunu getir” demeye başladı. Sonunda iş, “Patron gitsin” teklifine kadar vardı (s. 232).
Derya Sazak’ın önceki kitabı: Batsın Böyle Gazetecilik..
‘İtirazım Var’ da daha önce çıkan Derya Sazak kitabı ‘Batsın Böyle Gazetecilik’ (Boyut Yayın) kadar.. hatta ondan da fazla.. ilgiyle okunuyor. Arşiv değerinde bir kitap bu.
Günümüzü anlamak için de önemli
‘Basın özgürlüğü’ gazetecilerin ‘halkın haber alma hakkı’nı kullandıkları için gazetecilere tanınmış bir imtiyaz. Kamu görevi yaptığımız varsayılıyor da ondan.
Gerçek bu olmasına rağmen, özgür basın, bunun gereğini her zaman yerine getiremiyor. Onun yerine, dar bir çıkar zümresinin.. bir sermaya grubunun.. güç odaklarının.. patronların.. veya siyasilerin.. güdümünde bir propaganda âleti haline dönüşebiliyor…
Bunun yalnızca belli dönemlerde bizde böyle olduğunu sanırsanız yanılırsınız.
Dünyanın her tarafında.. anti-demokratik rejimlerde olduğu kadar demokratik ülkelerde de.. basın.. bu yönden büyük eleştirilere muhatap oluyor.
Gerçek bu, ama bir başka gerçek daha var: Meslek ilkelerini titizlikle sürdüren gazeteciler de var ve dünyada görevini yerine getirirken hayatını kaybeden veya görevini yerine getirdi diye sürekli öldürülen meslek erbabı da basın mensupları…
Saygıyı hak eden bir meslek gazetecilik…
Ancak, bzide, son zamanlarda, özellikle referandum süreci içerisinde ve sonrasında, birbirlerine yakın çizgide –hatta kanka– bilinen meslek mensuplarının dışa da vuran kavgaları saygınlığı erozyona uğratacak gibi…
Derya Sazak’ın yakından gözlemlediği dönemlerde, onun tanığı olduğu yanlışlıklardan haberdar olduğumda, ben de eleştirilerimi sakınmadan yazıyordum.
Bizler farklı bir kavga veriyorduk: Meslek ilkelerini çiğnetmeme, saygınlığı koruma kavgası…
Farklı çizgideki gazetelerde yazdığımız halde…
Şimdi ise.. aynı gazetede veya aynı grubun yayın organlarında yazıyor.. ancak birbirlerine demediklerini bırakmıyorlar…
Çıkar kavgası mı? Göze girme yarışı mı? Öne çıkma mücadelesi mi?
Saygınlığı korumakla ilgisi olmadığı kavgalarının.. belli de.. birbirlerine kızgınlıklarının sebebi ne.. işte onu bilmek zor…
Tabii bir de.. ‘basın özgürlüğünü’.. başkalarının özgürlüklerini ellerinden almak için.. tehdit, şantaj ve yok etme amaçlı kampanyalar için.. kullananlar da var.
Şimdi yaşananları da ‘içeriden’ yazacak biri/leri çıkar elbet.
Çıkmalı.