* Fehmi Koru
Zihnimi zorlayarak önce şu soruya cevap aradım:
“Toplumun ‘Cemaat’ diye bildiği, kendilerinin ‘Camia’ veya ‘Hizmet Hareketi’ diye bilinmek istediği, 15 Temmuz’a (2016) doğru yol alınırken ‘FETÖ’ diye anılmayan başlanmış ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında taraftarı olmak yargılanmayı gerektirmiş bir yapı vardı; yargının o yapı için kullandığı ‘hukuki’ kavram neydi?”
O kavram ‘Paralel Devlet Yapılanması’ (PDY) değil mi?
PDY içinde yer alanlar ile ilgili açılmış davalara savcıların sunduğu iddianamelerde ve mahkumiyet kararlarında yer alan suçlamalar neydi peki?
“Açtıkları eğitim kurumları ve yurtlarda öğrencileri barındırmak, kendilerinden bildikleri kişilerin TSK’da, yargıda ve başka önemli devlet kurumlarında görev almalarını sağlamak için çaba göstermek, devlette görev yapanları kendilerinin istediklerini yerine getirmeye zorlamak” diye özetlenebilecek suçlamalar…
Yapının üyeleri yanında, suçlanan konularla uzaktan yakından ilgisi bulunmayan, bilse tasvip etmeyecek, hele darbe girişimiyle irtibatlarından haberi olsa bunu ilgililere ihbardan çekinmeyecek insanlar bile, PDY üyesi oldukları iddiasıyla yargılanıyor ve mahkum da ediliyorlar.
Son beş-altı yıldır PDY ile mücadele yaşanıyor ülkemizde.
Durum buyken, eğitim kurumu ve yurtlar açmış, gençlerle yakından ilgilendiği bilinen nispeten yeni bir vakfın -kuruluş tarihi 2014- devlet içerisinde yapılanmak için seferber olduğuna dair belgeler şu günlerde ortalığa dökülüverdi. Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) adlı vakıfta görev yapmış biri, ülke çapında örgütlenmiş olan vakfın tuttuğu fişlerle iç yazışmalarını bir gazeteciye ulaştırmış.
Yeni bir ‘Paralel Devlet Yapılanması’ görüntüsü bu.
Henüz yaşanmakta olan sürecin tazeliğini düşünerek belgelerin doğruluğuna inanmakta zorlandım. Ardından, vakfın tepe yöneticisi, “İftiraya uğradık, belgeler sahte” diye açıklama yapınca iddia sahibine ve onun iddialarını yayanlara içimden kızdım da.
Ancak çok geçmeden “İftira” diyen tepe yönetici ekran karşısında belgeleri doğrulayıverdi. Belgeleri gizlice kopyalamış içlerinden bir kişi, sonra da yayması için onları bir gazeteciyle paylaşmış…
İddia sanki doğruymuş gibi bir mahiyet kazanmış oldu.
TÜGVA’nın Anadolu örgütlerinden birinde yakın zamana kadar görev yapmış biri de açık kimliğiyle iddiaların doğru olduğuna dair açıklamalar yapmakta. Ayrıntılara da girmiş ama şu kadarı bile konuyu anlamak için yeterli: “Yönetici olduğumda şahit oldum. Paylaşılan belgelerin hepsi doğru. Üstelik bunlar daha işin görünen kısmı.”
Akıl alır gibi değil.
Halen yargılaması süren ‘Paralel Devlet Yapılanması’ olayı yaşanmamış olsa, herhangi bir sivil toplum örgütünün öğrenciler ve gençlerle ilgilenmesi, onların iş bulmalarına yardımcı olması, hatta bu amaçla iş bulmalarını kolaylaştırmak için müzaherette bulunması rahatlıkla savunulabilirdi.
Sivil toplum örgütlerinin bu tür çalışmalar yürütmesinde yadırganacak bir yön olmayabilirdi.
Konu hukuk alanında ‘devlete sızmak’ olarak görülüp buna cüret edilmesi ‘terör eylemi’, yapan kuruluşlar da ‘terör örgütü’ sayıldığı için, yapıldığı iddia edileni savunmak bugün pek mümkün görünmüyor.
Fişlemeyi yapan ve yakın gördüklerinin devlette görev alabilmesi için yardımcı olduğu iddia edilen vakfın bilinen bir özelliği var: Yöneticileri iktidara yakın. Kurucularından biri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan.
Yani?
Tavsiyesi devlet kurumları tarafından dinlenebilecek bir vakıf TÜGVA.
Daha geçen hafta İstanbul’un Adalar vapur iskelesinin üst katının Büyükşehir belediyesinden TÜGVA’ya kiralandığı, TÜGVA’nın da orayı bir başkasına devrettiğinden kamuoyu bilgi sahibi olmuştu. Mahkeme kiralamayı iptal edip mekanı belediyeye geri verme kararı aldığı halde direniş gösterildiği haberiyle…
Belgeleri sosyal medya hesabından yayımlayan gazeteci Metin Cihan fişlerde yer alan yüzlerce ismin üzerlerini siyah kalemle perdelemiş, ancak kendisinin o isimleri görebildiği belli. İsimlerden kimlerin hangi devlet kurumuna başvurduğu, sınav ve mülakatlarda başarılı olup olmadığı kolayca tespit edilebilir.
Örgütün tepe yöneticisinin doğrulayan açıklamasına göre, belgeleri ‘içeriden’ biri dışarıya sızdırmış.
Daha önce ‘içeride’ görev almış birinin belgeleri doğrulaması örgütte rahatsızlık duyan başkalarının da var olabileceğini akla getiriyor.
Konunun dallanıp budaklanması beklenebilir.
Aslında bu kadarı bile yapılanın yanlışlığını fark etmek açısından yeterli.
Bu olay da yeni bir ‘Paralel Devlet Yapılanması’ (PDY) sayılacak mı?
Sayılmayacaksa, daha önce benzeri türden girişimleri yüzünden ‘PDY’ sayılarak halen yargılanmakta -ve hatta mahkum edilmekte- olanlara ne denilecek?
İlk ortaya saçılan bilgiler dışarıdan bakana bu izlenimi veriyor; ancak yine de vakfın kurumsal kimliğini temsil edenlerin topluca yapacakları bir açıklamayı ve iddialar üzerine herhalde harekete geçmesi beklenebilecek adli soruşturmayı beklemek gerekecek.
Görüntünün yanlış olmasını o kadar arzu ediyorum ki…