Fehmi Koru*
Sabahın erken saatlerinde kalkıp internete yüklenmiş gazetelerin haberlerine göz atıyorum; sonra da –her gün ocakmedya.com sitesine koymak üzere o günün bence önemli yorum katkılarını belirleme görevini üstlendiğim için– yazarların yazılarını tek tek okuyorum.
Yazarlar ne yazdıklarını sonradan unutsalar bile, bu görevim sayesinde ben unutmam.
O sayede geçen gün “Tayyip Erdoğan da olmasa köşeler boş kalacak” tezini işleyen bir yazıya imza atabildim.
Tezim sonradan epey konuşuldu.
Bugün de beni çok şaşırtan medyadaki yeni bir eğilimden söz edeceğim.
Kimi bodozlama yazıyor, kimi kinayeli
Daha önce bu yolu hiç denememiş bazı isimler, ‘dolaylı anlatım’ veya ‘tersten vuruş’ diyebileceğimiz bir yönteme başvurur oldular.
Özellikle de parti, hükümet ve külliye çevrelerinin değer verdiği bilinen gazetelerin yazarları.
Hala doğrudan bodozlama yazanlar da var ama.
Bodozlama yazanlar sonunda istedikleri sonucu alıyorlar.
Güçlü çevrelerin beğenisine sahip olan yazarlar şöyle bir yol izliyorlar: İlk olarak bazı isimleri hoş olmayan ifadelerle yazılarına konuk ediyorlar… Öylesine, fazla önem vermezmişcesine… Ardından aynı isimler bir daha bir daha küçümsenen sıfatlar kullanılarak aynı köşelere konuk oluyor… Bazen aynı yerlerden aynı derecede kabul gördüğü bilinen başkalarının da soloyu koroya çevirdiği oluyor…
Kısa süre sonra, bir bakıyorsunuz, hedef seçilen yazar gazetedeki köşesini kaybedivermiş…
TRT’de o uygulama hala devam ediyor mu, bilmiyorum; bir ara Pazar sabahları ‘kovboy filmleri’ yayınlardı TRT…
Kovboylar öldürdükleri kızılderilerinin sayısını tabancalarına çentik atarak tutarlar; kızılderililer ise deri kemerlerini aynı amaçla kullanırlardı.
İstenmeyen yazarları yerlerinden etme konusunda mahir kişinin silahlarında çok sayıda çentik var.
Onlara bir de sıfat taktıkları biliniyor: ‘Medeni ölü’…
Medyamız ‘medeni ölüler’ ile dolu
‘Medeni ölü’ olan, gazetesinde köşesini kaybettiği gibi, bir gün öncesine kadar seçici davranmak zorunda kalacak kadar çok davet aldığı televizyon kanallarınca da aforoza uğruyor.
‘Aforoz’, biliyorsunuz, orta çağlarda, kilisenin görüşlerini beğenmediği kişileri ‘din-dışı’ ilân etme uygulamasıydı. Aforoz edilen kişi, o çağlarda, içecek su bile bulamaz hale getirilirdi.
Kimisi yakılır veya başka yöntemlerle öldürülürdü.
Bizde şimdilik ‘ölüm’ söz konusu olmuyor; aforoz edilen yaşamaya devam ediyor, ama ‘medeni ölü’ olarak…
Şu günlerde ‘medeni ölüler’ arasına katılmaya namzet bir-iki isim daha var medyamızda; iplerin ne zaman ve nasıl koparılacağını merakla izliyor ve gözlüyorum.
Bodozlama yazanlar, hedef seçtikleri yazarlar hakkında hoş olmayan ifadeler kullanıp onların medya dışına itilmesini sağlayanlar bir-iki kişiden ibaret değil. Sayıları hayli fazla onların.
Onlar birisi hakkında yazınca, gazetelerin sahipleri veya yöneticileri, “Ha, demek ki, bunlar artık istenmiyor” diye düşünüp icabına bakıyorlar.
‘İcap’, yazılarına son vermek, ekranlara davet etmemek şeklinde gerçekleşiyor.
Bazı gazete sahipleri yaptıklarını içlerine sindiremiyor, bu sebeple, “Yazmasın, ama maaşını ödemeye devam edelim” yöntemi uygulatıyor.
Evet, bu durumda olan birkaç yazar biliyorum.
Bu da bir başka yöntem
‘Dolaylı anlatım’ veya ‘tersten vuruş’ yöntemi uygulayanlar hedef seçtikleri kişiye saldırırken, onların sütunlarına yansıtmadıkları görüşleri onlara atfederek bunu yapıyorlar.
Yaranmak istedikleri kişi veya kişilere toz kondurmak zaten kolay değil; hedef seçilen yazarlar da bu yüzden muhalif görüşlerini rahatça ifade edemiyor, çoğu zaman genel eleştirilerle yetinmek zorunda kalıyorlar.
Ancak onları hedef seçenler için bu durum fazla önem taşımıyor; saldırı yazılarında hedefteki yazarların asla kullanmadıkları sert eleştirel ifadelere yer vermekten geri durmuyorlar.
Onların yazar eleştirilerini okuduğunuzda, atfedilen görüşler yüzünden, Türkiye’nin dünyanın en demokratik ülkesi olduğu zehabına kapılmamak elde değil.
Çünkü, sanki hedef seçtikleri kişi onları bu açıklıkta yazmış gibi, hiç işitilmemiş yanlışlıkları ve en ağır hakaretleri birbiri ardına sıralamaktan kaçınmıyorlar.
Yarın, öbür gün, gerekirse, “Bunu ilk ben yazmıştım” diye övünebilirler…
En yukarıda her sabah neredeyse bütün gazeteleri ve köşe yazılarını büyük bir dikkatle gözden geçirip okuduğumu yazmıştım.
Okuduğum yazarların hiç yazmadıkları sertlikte eleştirilerin, onları hedef alan kişilerin yazılarında, onlara atfedilerek yer verildiğini görüyorum.
Görüyor ve şaşırıyorum.
“Acaba bu da onların eleştiri yöntemi mi?” diye düşündüğüm çok oluyor.
Öyle ya; söylenmemiş sözleri, yazılmamış görüşleri sanki söylenmiş veya yazılmış gibi sunmak çok akıllıca bir eleştiri yöntemi değil mi?
Fark etmediğimizi sanmasınlar diye, bu yöntemi izleyenleri yakın takibime almış bulunuyorum.
Takibe aldım diye bir şey olacak değil; sadece henüz kimselerin dillendiremediği yanlışlıkları onlar sayesinde öğreniyorum ya, bu da bana yetiyor.
Sizlere de yazılara bir de bu gözle bakmanızı tavsiye ederim.