Hürriyet yazarı Uğur Gürses ABD Merkez Bankası Fed'in bugün açıklanacak faiz kararıyla ilgili olarak "Fed ne yapacak' yerine 'Türkiye reformlarını ne yapacak' deseydik, başka bir hikâyemiz olacaktı" dedi.
Gürses "Bol para akışının sonuna yaklaşılıyordu ve Türkiye’nin yeni bir ‘hikâyeye’ ihtiyacı vardı. Yeni hikâye ile kastedilen; ilerideki on yıllarda iniş çıkışları en az olacak sürdürülebilir yüksek bir büyüme oranını sağlayacak reformlar ve çerçevesi net bir ekonomi politikası çizilmesi idi. Bu, ekonomide istikrarın da dışsal çalkantılardan uzak, kendi ayaklarının üzerinde durmasını sağlayacak bir sonuç da getirecekti" ifadesini kullandı.
Uğur Gürses'in "Fed'i değil de, başka soruyu sorsaydık" başlığıyla yayımlanan (21 Eylül 2016) yazısı şöyle:
Son 3 yılda çokça dinlediğimiz "Fed ne yapacak?" sorusu kadar sıkça "Türkiye reformlarını ne yapacak?" sorusu sorulmuş olsaydı bugün başka bir 'hikâyemiz' olacaktı.
2013 Mayıs’ında o zamanki Fed Başkanı Bernanke artık para politikasının değişeceği sinyalini verdiğinde; ülkemizde de Gezi protestolarına denk düştüğünden, mali piyasalarımıza yansımalarını ülkeye mali komplo sananlar olmuştu.
Oysa o dönemde çokça dile getirilmişti; bol para akışının sonuna yaklaşılıyordu ve Türkiye’nin yeni bir ‘hikâyeye’ ihtiyacı vardı. Yeni hikâye ile kastedilen; ilerideki on yıllarda iniş çıkışları en az olacak sürdürülebilir yüksek bir büyüme oranını sağlayacak reformlar ve çerçevesi net bir ekonomi politikası çizilmesi idi. Bu, ekonomide istikrarın da dışsal çalkantılardan uzak, kendi ayaklarının üzerinde durmasını sağlayacak bir sonuç da getirecekti.
Olmadı; 2013 Mayıs’ından bu yana, Türkiye’de ekonomi ve mali piyasa, politik krizin de etkisiyle inişli çıkışlı çalkantılar içinde seyrediyor.
O tarihten bu yana, ‘yeni hikâye’ yaratmak yerine, reform yapıyormuş gibi politik tablo, reform adıyla sunulanları da hikâyeye çevirme tablosu var. Nedeni de, reform ihtiyacının, uluslararası finans çevrelerinde ve en önemlisi kredi dereceleme kuruluşlarınca artık bir zorunluluk olduğunun çokça dile getirilmesi.
Türkiye’nin çarklarını döndürmek için sermaye çekebilmesi, daha doğrusu bol para döneminde yaptığı yüklü borçlanmaları yenilemek ve geri ödemek için ileriye dönük bir hikâye, bir sürdürülebilirlik şart çünkü.
İşte bu yüzden, kabinede Mehmet Şimşek gibi bunun farkında olan bakanların çabası ile son 2 yılda, en azından sadece ambalajları parlak da olsa bir reform paketleri ortaya çıkabildi.
Çok uzak değil, 2014 Kasım ayında Ahmet Davutoğlu başbakan sıfatı ile dönüşüm programları üzerinden planlanan binden fazla ‘eylem planı’ ilan etmiş, her birinin hayata geçmesi için birer ‘mühlet’ konmuş ‘temennileri’ reform olarak ilan etmişti. Davutoğlu ‘bize hesap sorun’ demişti. Araya seçim girdi, unutuldu. Sonra geçen yıl yeniden, bir ‘reform’ paketi olduğu iddiası ile 3 ay, 6 ay ve yıllık bazı hedefler ilan edildi. İçinde bir takım hayata geçenleri oldu. Ama en kötüsü bu paket de, ‘adı anılmayan reformlar’ rafında tozlandı kaldı. Altı ayı dolanların hesabı bile kamuoyuna verilmedi. Başbakan değişti ama aynı parti yönetiyor; o reform paketi ilan edildiğinde o salonda bulunan 8 bakan şu anda da kabinede hala.
İşin kötü tarafı, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında iyice açığa çıktı ki; kamudaki yönetişim yapısı, kurumlar ve kurallar çökükmüş meğerse. Hukukun üstünlüğünün çökmüş olduğu bir ortamda, liyakat yerine siyasi ve cemaat sadakatine dayanan atama yapılan adalet sisteminde, örneğin ‘ticari konularda uzmanlaşmış yargısal süreçler için reform’ çabasının anlamı tartışılır. 15 Temmuz sonrasında da, tuhaf biçimde ülkeyi yönetenleri bile rahatsız eden, OHAL şemsiyesi altında hukuktan uzak uygulamalar ortaya çıktı.
Türkiye’nin küresel dalgalardan etkilenmeden kendi gemisini yürütmesini sağlayacak olan ‘yeni hikâye’ reformlardı, ne yazık ki altı boşaltıldı.
Türkiye’ye iki yatırım sınıfı kredi derecesi veren kuruluştan biri Moody’s, 2014 Nisan ayında; bu yatırım sınıfı notun ileriye dönük görünümünü de ‘negatife’ almıştı. 2015 içinde yayınladıkları notlarda, bu ambalajı gösterilen ‘reform hikâyesini’ oldukça önemseyen değerlendirmeler vardı. Ciddiye alsaydık, ‘negatif görünümü’ durağana çevirmek için çapa olarak kullanabileceklerdi. Oysa bizim açımızdan gösterilen şuydu; zaman daralıyordu. Zira genelde ‘negatif görünümde’ tutma süresi 24 ay civarında idi. Ya durağana çevrilecek ya da not indirimi yapılacaktı. Şimdi 30. aya girdik.
15 Temmuz sonrasında doğrudan not indirimine gitmek yerine, 18 Temmuz’da ‘not indirimi için değerlendirmeye’ gitme kararı, aslında bizim için bu süreden bir avans anlamına geliyordu. Moody’s işleyişine göre not indirimi değerlendirmesi 30-90 gün arasında tamamlanıyor. Pratikteki ortalama ise yarı süre; yani 45 gün. Biz bu süreyi de heba ettik.
Aradan 3 yıldan fazla zaman geçti; biz “Fed ne yapacak?” sorusuna ve sonucuna Mayıs 2013’den çok daha bağımlıyız artık.