T24 - Ara sıra “Sağır olunca belki dinlerim” gibi sözlerle arabesk nefretini dile getiren ünlü piyanist Fazıl Say facebook’daki sayfasında bu kez çok daha sert bir dille arabeske saydırınca müzik dünyasını ayağa kaldırdı.
“Arabesk müzik, arabesk yaşam tarzının betimlemesidir. Aydınlığın, çağdaşlığın ve öncülüğün, sanatçılığın sırtına külfettir. Emek karşıtıdır, duyarsızlıktır ve yaratamamaktır! Etik dışı “yalan dolanla” doludur. Ortadoğu işi, 3. sınıf, acındırmaca, tembellik, yeteneksizlik, rant, çamur, muallaklıklar üzerinden yaşar. Arabesk müziği yapan yapsın! Bu sayfaya tek gık diyeni yukarıdaki sebeplerden hemen atacağım! Türk halkının arabesk yavşaklığından utanıyorum, utanıyorum, utanıyorum” diyen Say’a ilk tepki “Arabesque 2010” isimli bir albüm çıkaran Işın Karaca’dan geldi. Karaca, Say’a “Türkiye’de yaşadığınızı hatırlatırım! T.C.’de azınlığın dinlediği bir müzik icra etmeye çalıştığın ise cabası! Yazık, sizi müzisyen sanmıştık! Kendi oğlum “klasik müzik” eğitimi alırken, onun beğendiği bir müzisyenin böyle laflar sarf etmesi ne acı” şeklinde tepki gösterdi.
twitter’da da gazeteci Ahmet Hakan, “Şu sıcakta Fazıl Say’ın kafa ütülemesine maruz kaldık” sözleriyle, sanatçının arabesk müzik hakkındaki görüşlerine karşı çıktı. Say’ın sözlerini ve arabeski tartışmaya açtık... Arabesk müzik bu denli ağır eleştirileri hak ediyor mu? İşte farklı yorumlar...
Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nilüfer Narlı:
‘Arabesk müzik arabesk yaşam tarzının yansıması insanları depresif yapıyor’
Aarabesk müzik tabii ki arabesk yaşam tarzının bir yansımasıdır. Arabesk müzikte; kişide her ne kadar kadere karşı isyan etse de kadere teslim olma, kahrolma ve yaşadığı koşulların yarattığı acı ve parçalanma duygusu vardır. Buradaki parçalanma durumu hem kendi duygusal durumunun parçalanması hem de kimliğin parçalanması şeklindedir. ‘Tanrım beni baştan yarat’ şarkısında mesela kadere isyan var ama yine kadere teslim oluyor. Arabeskin içinde köyden kente göç eden, kente tutunmakta zorluk çeken insanların acıları var. Bu acılar bir kahrolma durumuyla yaşanıyor. Yaşadıkları acılara bir isyan var ama bu isyan siyasal bir protestoya dönüşmüyor. Kadercilik anlayışı var. Arabeskle bölgesel, dilsel ve etnik kimliklerin getirdiği bir karmaşayı da yaşıyor insanlar. Arabesk müzikte bir çıkış göremezsiniz. Umutsuzluk var. Bu dünyaya acılar yaşamaya geldi, çıkış yolu yok, onu kabulleniyor ve yok olup gidiyor. Arabesk müzikte beni rahatsız eden budur. Depresif yapıyor insanları.
Tarihçi Murat Bardakçı
Vârolan arabesk değil, ucuz bir Kahire müziğidir
Fazıl Say’ın söylediklerinin tamamının altına “yavşaklık” sözü dışında ben de imzamı atarım. Ama “yavşak” kelimesini arabesk müzik yapanlar için değil de arabeskin kendisi için kullandı ise, sonuna kadar haklıdır.
Büyük badireler atlatan, önemli değişimler yaşayan ve bir türlü oturmamış olan toplumlarda protest müziklerin doğması sosyal bir olaydır ve bu tür müziklerin çok sayıda ülkede örneklerine rastlanır. Ama, bu müziklerin hepsinin ortak bir noktası vardır: O memleketin ezgileridirler ve yerel kimlik taşırlar. Ciddî müzikten farkları basit şekilde icra edilmeleri ve sözlerdeki başkaldırı yahut ıstırap ifadeleridir.
Yıllardan bu yana siyasi belirsizliklere, bitmeyen ekonomik sıkıntılara ve köyden kente yoğun bir göçe sahne olan Türkiye’de de bu tür bir müziğin doğması son derece normaldi. Arka mahallelerin sakinlerinin günlük sıkıntılarını ve hayat gailelerini terennüm eden ayrı bir müziklerinin olması kaçınılmazdı.
Bu tür müzikler bütün dünyada kendiliklerinden doğmuşlardı ama Türkiye’de normal bir doğuma fırsat verilmedi, birileri bu tür müziği ithal ettiler.
Arabeskin ortaya çıkışı, sosyal sıkıntıların büyük ölçüde belirginleşmeye başladığı 1960’ların sonlarıdır. Bazı müzisyenler o yıllarda işin kolayına kaçtılar ve yeni bir müzik yaratmaya çalışmak yerine, müziğin icra biçimini ithal ettiler. Önce, Mısır’da 1940’lardan sonra hâkim olan pest perdelerden çalan çok sayıda keman refakatinde okuma âdeti alındı. Solist inledikçe, kemanların kalın perdelerden refakati inlemeyi daha da şiddetli, yani “damardan” bir hale getiriyordu. Uzun giriş müziklerinde kemanların arasında duyulan ağlamaklı gitarlar da taklide çalışılan “Kahire Armonisi”nde sık kullanılan bir icra biçimiydi. Hattâ bazı eserler enstrümantal olarak Lübnan’da çaldırılıyor ve Türk solistler bu kayıtların üzerine okuyorlardı.
Titrek keman ağırlıklı bu icranın yanısıra, Mısır’dan çok sayıda eser de alındı, yani yürütüldü! En uygun eserlerin başında, “Araplar’ın Elvis’i” olan Abdülhalim Hafız’ın okuduğu şarkılar geliyordu ve bu şarkıların kulağımıza yatkın melodileri itina ile seçildi, üzerlerine Türkçe söz yazıldı ve basit bir Abdülhalim icrası ile piyasaya verildi.
60’ların sonu ile 70’lerin başındaki ilk dönem Arabesk parçaların önemli bir kısmını, Abdülhalim Hafız’dan yapılan bu makaslamalar teşkil eder.
Dolayısı ile o dönemlerin müziği için “Arabesk” deyiminin kullanılması hatadır, zira ortada sadece “uyarlanmış” bir Arap müziği vardır. Asıl arabesk ise 70’lerin sonunda ortaya çıkmıştır ama Kahire’nin hâkimiyeti bugün de devam etmektedir ve kişiliğini bulamamıştır.
Toplumun artık hemen her kesimine musallat olan bu arabesk derdinin temelinde yatan işte budur: Kendi aykırı müziğimizin doğmasına birkaç müzisyenin engel olması ve bu müziği Mısır’dan ithal kolaylığına kaçmaları.
Şarkıcı Nihat Doğan:
‘Fazıl Say isimli saray piyanocusuyla aynı havayı solumaktan utanıyorum, hakkında konuştuğum için kendimden de utanıyorum’
Fazıl Say, Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘milletin efendisi’ addettiği köylüyü çoban gören, hayatı boyunca yaptığı en önemli hadise sistemin yanında olup bu halkın yüzde 47’sinin özgür iradesiyle teveccüh gösterdiği sivil inisiyatife karşı diğer sanatçı arkadaşlarını da tahrik ederek orduyu göreve çağırmıştır. Kendisini Avrupalı addedip Avrupalı maskesiyle dolaşmasına rağmen bu yönde çağdışı bir zihniyete sahip olan Fazıl Efendi ile bırakın aynı ülkede yaşamayı aynı havayı solumaktan dolayı dahi utanıyorum. Buradan Jön Türk kardeşimize sesleniyorum. Fazıl’cığım gözünü aç. Bu ülke coğrafyasına bir bak. Diyarbakır’a bak, Muş’a bak, benim Karadeniz’ime bak, benim Ege’me bak, ağlayan anaları gör, akan kanı gör. Biz bu dertten muzdarip olup, halkımızın derdiyle dertlenirken akan kan için gözyaşı dökerken, sen gözlerini kapatıp hayali gündemler peşinde koşma. Bizim ipimiz milletin elindedir. Bizi milletin verdiği güç konuşturmaktadır. Ben de Nihat Doğan olarak halk tarafından hiçbir zaman ilgi görmemiş, göremeyecek, saray piyanocusu bu kişi hakkında bu kadar çok cümle sarfedip zaman ayırdığım için kendimden de utanıyorum.
Besteci / Söz Yazarı Sezen Cumhur Önal:
‘Arabeski inkâr etmek ne mümkün haddimizi bilelim’
‘Batının müziğiyle bu kadar bütünleşmişken bir de kendi ülkenin gerçeklerini bileceksin ve hakir görmeyeceksin. Orhan Gencebay’ı inkar edebilir misin?’
Hayata herkesin aynı gözlükle bakması gerekmez. Her insanın müzikte ayrı düşünceleri olabilir. Üstelik bu müzik için konuşan kişi 1970 doğumlu olursa, birilerinin polifonik müziğin Türkiye’de “hafif müzik” diye anıldığı günleri ona anlatması lazım.
Batının, uygar dünyanın müziğiyle bu kadar bütünleşmişken bir de kendi ülkenin gerçeklerini bileceksin ve hakir görmeyeceksin. Herkes bir müzikolog evladı olarak dünyaya gelmez. Fazıl Say Türkiye’nin klasik müzikte uluslararası arenada altın ismidir. Ama kimseyi hakir göremezsin. Bence bu sözler çok yanlış, çok yazık. Yani arabeski dışlarsın ya da kabul edersin ama hakaret edemezsin. Arabeski inkâr etmek ne mümkün? Orhan Gencebay’ı inkâr edebilir misin? Orhan Gencebay Türk müzik hayatında bir olaydır. Bunu dışlayamazsın.
Fazıl Say’ın müziğine laf söyleyen var mı? Arabeski dinleyen onun müziğini dinliyor mu? Batı müziği yapmak Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktı. Buna ilk biz başladık.
O dönem çok zorlukla karşılaştık, çok fazla tepki aldık. Yabancı müzik parçalarını Türkiye’ye sevdirdik. Bizim bin yıllık bir tarihimiz var. 300 yıl önce batı müziği diye bir müziğimiz var mıydı? Daha mütevazı olalım, haddimizi bilelim.
Arabeskçi Hakkı Bulut:
‘Arabeski sevmiyorum demek yaşamamak demektir’
Fazıl Say’ın sözleri zırvalıktan başka bir şey değil. Arabeski sevmiyorum demek hayatı görmemek, yaşamamak demektir. Arabeski inkâr etmek 600 milyonla geçinen emekçiyi inkâr etmektir. Arabesk bu ülkenin büyük bir kesiminin sevdiği ve saygı duyduğu bir müzik tarzı. Kendi yaptığı müziğin bu ülkedeki kitlesine baksın, ondan sonra arabeske laf söyleme hakkını kendini bulsun.”
Gazeteci Nilay Örnek:
‘Arabeski ‘yavşak’ kelimesi ile eleştirmesi manidar!’
Her şeyden önce bir müzik adamının, kendisinden farklı bir müzik türüne, onu dinleyenlere karşı anlayışsız, saygısız, faşist ve nefret dolu yaklaşımı sarsıyor insanı. Şaşırtıcı ama “dünyaca ünlü sanatçı”, bu dünyaya, daha da ilginci bu ülkeye “at gözlüğüyle bakıyor”.
Hor görüyor, aşağılıyor, üst perdeden konuşuyor, eleştiri de kabul etmiyor. Ve üstüne üstlük “aydınlığın, çağdaş ve öncü” olmanın terazisini elinde tuttuğunu sanan Fazıl Say, eleştiri için “Yavşak” gibi çok seçkin bir sözcük seçiyor! Say, hem açıklamalarından derinliğine inemediğini anladığımız arabeski, hem de onu dinleyenleri “etiketliyor”.
“Günah zevk olmuşsa, vefa yorulmuşsa, düzen bozulmuşsa” bunun suçlusu arabesk midir?
Say, keşke arabeski dinlemek, onun keyfine varabilmek için sağır olmayı bekliyor olmasaydı. Utanmaya devam etsin!