Kültür-Sanat

Fazıl Say: Laik bir ülkede doğdum, laik ve hür bir ülkede de öleceğime inanıyorum

'Zehir gibi akan, durmadan akan, önyargılar, hazımsızlık ve kıskançlıklar…'

16 Kasım 2014 12:16

Farklı ülkelerde dünya prömiyerlerini gerçekleştirdiği ve yıllar boyunca hazırlıklarını sürdürdüğü besteciliğinin ilk ürünü olan eserlerini "Say Plays Say" adlı yeni albümünde bir araya getiren dünyaca ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say, “Ben laik bir ülkede doğdum. Laik ve hür bir ülkede de öleceğime inanıyorum. Umutlar yüreğimizdedir..." dedi.

Say, kendisine yönelik “burnu büyük; elitist" eleştirilerine ilişkin olarak, "Zehir gibi akan, durmadan akan, önyargılar, hazımsızlık ve kıskançlıklar… Bunların önüne geçilemiyor maalesef En iyisi onları görmemek, onlar yüzünden çok çektik hakikaten. En kötüsü de, dost zannettiğin insanların ihaneti" diye konuştu.

Cumhuriyet gazetesinden Esra Açıkgöz’ün sorularını yanıtlayan(16 Kasım 2014) Say'ın açıklamalarından bazı bölümler şöyle:

- Müzik hayatınız boyunca verdiğiniz konserlerde seslendirdiğiniz parçalar var bu albümde. Dile kolay 30 yıldır bestelediğiniz onlarca parça arasından bunları nasıl, neye göre seçtiniz? Neden bu 19 parçayla çıkıyorsunuz karşımıza?

Bu CD’de Opus 1 dediğim, 1990 yılında, 20 yaşımdayken bestelediğim eserim “Nasreddin Hoca’nın Dansları”ndan itibaren yıllarca konserlerimde çaldığım solo piyano müziğimden örnekleri derledim. Beni dinleyen takip eden sanatseverler, “Kara Toprak” bestemi, kızım Kumru için yazdığım parçayı, baladlarımı bilirler, konserlerimde de çok çaldım. Sıkça memleketimden ezgilerin, ritimlerin yer aldığı baladlar, çağdaş eserler ve tabii ki konserlerde insanların çok zevkle dinlediği caz fantezilerim de var içinde…

 

- Aziz Nesin, Âşık Veysel, Nâzım, Nasreddin Hoca, İsmail Dede Efendi... Albümde, esinlendiğiniz, ithaf ettiğiniz, içine kattığınız sanatçılar olarak yerlerini alıyor. Türkiye kültür ve sanat tarihinde bir yolculuğa çıkarıyorsunuz albümle bizi. Nedir bu isimlerin, toprakların sizdeki etkisi?

Sanatçı ait olduğu toprağın çiçeğidir. Tabii ki bu saydıklarınız var, gayet doğal bunların olması. Benim geldiğim ailenin anlayışı da budur. Bu topraklara sahip çıkmak, bu toprakları insanlığın geleceği için çağdaş bir noktaya getirmek için uğraşanlardan biri olmak, bu bizim geleneğimizdir. Belki de ruhumuza işlenmiş, bizi biz yapan özelliğimizdir. Saydığınız isimler hiç tanımamış olsam da benim hocalarımdır, dostlarımdır aynı zamanda...

 - Say Plays Say, aslında bir albümden ötesi, bir nevi sizin hayat anlatınız. Ben albümü dinlerken iniş-çıkışlara rağmen daha çok umut ve aydınlık hissettim. Siz hayatınıza baktığınızda ağır basan duygular bunlar mı yoksa?..

- Ben yaşamaktan mutluluk duyan, ümitler taşıyan bir insanım. “O ümitler nedir?” diye soracak olursanız, “özgür ruh”, “özgür bir dünya”, “ hür bir insanlık” diye tanımlamak elimden gelir belki... Hür olalım, gerisi gelecektir.

- “11 yaşından itibaren çok iyi bir müzisyen olmaya konsantre oldum. 17 yaşından itibaren istisnai olmaya yöneldim. 24-25 yaşımdan itibaren de bunun kariyere yansımasına ve başarıya ulaşmasına yöneldim” demiştiniz bir röportajınızda. Memnun musunuz geldiğiniz noktadan?

- İyisi ve kötüsüyle bugüne değin elimden bu kadarı gelmiş, daha iyisini yapabilirdim belki, belki de yapacağım... Bir çeyrek asır önce hayal bile edemezdim herhalde, bu noktaya varacağımı... Bazı şeylere çok emek verdim. Müziğe emek verdim... Bakın, hayatta pek çok hatalarım da oldu, iyisi ve kötüsüyle birlikte, ama elbette ortada geriye doğru baktığımızda küçümsenmemesi gereken bir tablo da var hayatımda geçtiğim izlerde… 20 yıldır uluslararası arenada büyük bir konser miktarı, her yıl 30-40 ülkede yüzden fazla konser, her yıl bir kaç albüm üretimi ve büyük bir beste sayısıyla bugünlere geldik. Opus sayısı olarak 56 geniş kapsamlı eserim var; Opus sayısı tarih sıralamasıdır bir bestecinin. Mesela Nâzım Oratoryosu opus 9’dur, İstanbul Senfonisi opus 28’dir, Mezopotamya 38, Sait Faik 51 diye bugüne gelinmiş, az buz değil, her zaman da daha iyisini yapmak için uğraşacağım...

- Bu noktaya gelmek kolay değildi, yoğun çalışma ve disiplin gerektiriyordu kuşkusuz, bu sebeple ıskaladığınız şeyler olduğunu düşünüyor musunuz?

- Pek çok şey… Hatta çok fazla şey… Ne kadar daha çok okunacak, dinleyecek, görecek, anlayacak şey var hayatta. Öğrenmenin sonu yok.

- 40’ınızdan sonrası için hedef ne?

- Üretmeye ve daha iyi şeylere ulaşmaya devam etmek. 2015’de mesela altı CD’lik Mozart’ın tüm sonatları kaydım çıkacak. SAİT FAİK eserimi DVD yaptık o çıkacak. Bunun yanında ilki çok sevilen, büyük bir satış rakamı yakalayan şarkılarıma devam, İlk Şarkılar 2 çıkacak.

- Müziğinizde Türkiye ve Anadolu esintisini de taşıyorsunuz. Köylerde konserler vermeye önem veriyorsunuz. Buna rağmen “burnu büyüklük”, “elitistlik” eleştirilerinden kurtulamıyorsunuz. Neden kaynaklanıyor sizce bu?

- Zehir gibi akan, durmadan akan, önyargılar, hazımsızlık ve kıskançlıklar… Bunların önüne geçilemiyor maalesef. En iyisi onları görmemek, onlar yüzünden çok çektik hakikaten. En kötüsü de, dost zannettiğin insanların ihaneti...

- Gezi Parkı için de üç beste yaptınız. Neydi Gezi Parkı’nın size öğrettiği, hissettirdiği?

- Milyonlarca insan “hür bir insan hayatı” için el ele verdi. Bir nevi Rönesans, bir nevi 68 devrimi… Önemli olan gaz sıkılması değil, önemli olan hür bir hayat, hür bir millet, özgürlük ve demokrasi için milyonlarca insanın sokağa dökülmesi. Kendilerine baskı yapanlara, her şeye rağmen zeytin dalı uzatması… Uzatılan zeytin dalını tutup tutmamak artık karşı tarafa kalır. Bu insanlar hem Türkiye’ye, hem tüm dünyaya çok mühim bir mesaj verdiler. Öncülük ettiler. GEZİPARK konusu sanat eserleriyle kalıcı olmalıdır. Ben de üç ayrı eserde toplamı bir saatlik bir müzikle kendimce anlattım yaşananları... Umutlarımız eksik olmasın... Karanlık ise her taraf, aydınlatalım...

- Kültür ve Turizm Bakanlığı iki konserinizi Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın programından çıkartınca, geçen ay hükümete çok samimi, tane tane ve sakince her şeyi anlattığınız bir açık mektup yolladınız. Ancak ne yazık ki yine anlamayı denemediler. Gerçekten bir umudunuz var mıydı buna dair?

- Evet yazdım, “bari, artık eserlerimi sansürlemeyin” dedim... “Biz zaten sansürlemedik” dediler, şaka gibi... Her şey aynı yerde kaldı, eserler programda yok, eserlerim henüz programa geri alınmadı yani. Ankara’da üç eser, Antalya’da da Nâzım oratoryosu programdan çıkartıldı... Öyle kaldı durum. Sanatçılar da çok fazla direnemiyor...

- Anlaşıldığınızı düşünüyor musunuz Türkiye’de?

- Anlamak isteyen anlıyordur, istemeyen de anlamıyordur...

- Başka ülkelerde yaşama şansınız var. Nereye gitseniz kapılar size sonuna kadar açık. Zaman zaman üzüntü ve sinirden, bu ülkeden gideceğim dediğiniz de oldu. Ancak ayrılamadınız. Niye bırakamıyorsunuz bu ülkeyi?

- Yok, ben on beş yıl Türkiye’den ayrı yaşadım. Sekiz yıl Almanya’da, yedi yıl da ABD’de, New York’ta yaşadım. 2002 yılında memleketime geri dönmüştüm. Ben burada, laik bir ülkede doğdum. Laik ve hür bir ülkede de öleceğime inanıyorum. Umutlar yüreğimizdedir...

Söyleşinin tamamı için tıklayın