Bu yazıyı uzun zamandır yazmayı planlıyordum.
İçimde bir ukte kalmıştı ve bir türlü çıkaramıyordum.
Sonunda, Alper Görmüş’ün “Ergenekon Gazeteciliği” (Etkileşim yayınları) adlı iki kitabını ve Pazar günü TARAF’daki söyleşisini okuyunca, içimi dökmek ve bu konudaki görüşlerimi paylaşmak istedim.
Alper Görmüş, özetle “...Merkez medya darbeleri hep destekledi ve 28 Şubat’ın gerçekleşmesinde de anahtar rol oynadı...Adeta genlerindeki darbecilikle hareket ettiler...” diyor.
Görmüş’ün, benim de aralarında bulunduğum “Merkez medya”nın büyük bir kesimi hakkında yaptığı bu saptama son derece doğru.
Bu gerçeği, 1990’larda çok konuşulan ve TSK ile ilgili bir başkası yazılmamış olan EMRET KOMUTANIM adlı kitabımı hazırlarken (www.mehmetalibirand.com.tr ) gördüm.
O kitapla birlikte uyandım. Asker’in siyaset dışına çıkması gerektiğini söylediğim yazılara o zaman başladım ve başıma gelmeyen kalmadı. Davalar açıldı ve andıçlanmaya kadar gittim. O dönemlerde, bugünün medya kahramanları ortalarda yoktu (!)
Bizim kuşak için devlet daima öncelikli ve haklıydı. Devleti de Asker temsil ederdi.
Politikacı, üç kağıtçı-yalancı- vatanını pek düşünmeyen- cebini dolduran bir insandı.
Asker ise, namuslu ve herşeyini vatana adamış, özveri dolu bir kahramandı. Üstelik Atamız bu ülkeyi ve laik-demokratik Cumhuriyeti koruyup kollama görevini ona bırakmıştı.
Askerin, politikacıyı denetlemeye hakkı vardı.
Politikacı işleri bozduğu zaman, Asker müdahale edebilirdi. Hatta, tereddütlü bir davranışla karşılaştığımızda “Komutan neredesiniz, devlet elden gidiyor...” diyen yazılar yazdık.
Bizim için, (yani, laik Merkez medya mensuparının büyük bölümü için) öncelik demokrasi veya Parlamento değildi. Genelkurmay daha önemliydi.
Bundan daha normal birşey olmazdı ki...
Bizler böyle yetiştirildik.
Genlerimize, belki de farkına varmadan darbecilik işlendi.
Komutanların üstünlüğünü sorgusuz kabul ederdik. Üniformaların pırıltısını yarı hayranlık, yarı korkuyla izlerdik.
Bütün darbeleri anlayışla karşıladık.
Yardımcı olduk.
Son birkaç yıldır, genlerimizin kafası karıştı ve herşeye farklı bakar olduk..
İlk defa, demokrasi-Parlamento ile Genelkurmay arasındaki sıralama değişti.
Demokrasi bir adım öne çıktı.
Bakalım kalıcı olacak mı?
Şimdi tüm meslektaşlarıma soruyorum:
Yukarda anlattıklarıma itiraz edecek kimse var mı?
Varsa lütfen bana yazın ve burada yayınlayayım...
Nokta'ya gereken desteği veremedik...
İçimde diğer ukte kalan, Alper Görmüş’ün Genel Yayın Yönetmenliği sırasında NOKTA’nın yayınladığı DARBE GÜNLÜKLERİ’ ni yeterince ciddiye almamamız ve dergiyi kapanma noktasına götüren baskınlara karşı çıkmadan seyretmemizdir.
Bu konuda ben dahil, “Merkez medya”nın önemli bölümü yeterli duyarlığı gösteremedi.
Kuşkuyla baktık.
Bir yandan, çok otantik ve doğrulanan bilgiler veriliyor, bir yandan da sürekli yalanlanıyordu. Bizde de kuşku vardı. Yıllardan 2007 idi. Özellikle Ak Parti’nin Asker’e ters baktığı, “Merkez medya”nın da Ak Parti’den uzaklaşmaya başladığı dönemdi.
“Böyle bir notu nasıl olur da bir Kuvvet Komutanı yazabilir? Yazsa bile neden NOKTA’ya gitti de bize gelmedi. Demek ki, işin içinde bir komplo var.” yaklaşımı yaygınlaştı.
Üstelik, o dönemde henüz Asker’in kamuoyu gözünde ve “Merkez medya” nezdindeki güvenirliği, prestiji yıpranmamıştı. Eğer Ak Parti iktidardan uzaklaştırılacak ise, bunu gerçekleştirebilecek tek güç yine TSK idi.
Genlerimizdeki darbecilik tümüyle kaybolmamıştı.
Günlükleri küçümsemek çoğumuzun işine geldi.
Oysa, Ergenekon sürecini başlatan asıl gelişme bu günlüklerin yayınlanmasıydı.
Kahramanları da, onları kelle koltukta yayınlayan Görmüş ve Nokta’nın hiç tanıyamadığımız sahipleriydi.
Bizler onlara sahip çıkamadık.
Doğru dürüst sesimizi dahi yükseltemedik.
“Merkez medya”da birimize böyle bir baskın yapılsa yeri göğü birbirine sokar ve iktidarı yerden yere vururduk.
Görmezden geldik.
Bugün utanç duyuyorum.
Mehmet Ali Birand/ Milliyet /19 Mayıs 2011