Eski Mazlumder Başkanı ve T24 yazarı Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu, 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin olarak, “Böyle bir darbe girişiminden sonra biz demokrasiyi savunan insanlar olarak ülkede temiz, beyaz bir sayfanın açılmasını umut ediyorduk. Ancak bu da olmadı ve OHAL ile birlikte durum daha kötüye gitmeye başladı” dedi.
Gergerlioğlu, sosyal medyada yaptığı bir paylaşım yüzünden açığa alınmıştı. Gergerlioğlu’nun bir fotoğraf ile paylaştığını mesajında “Bu fotoğrafa bakıp niye bu savaşın bitirip tüketmekten başka anlamı olmadığını anlarsınız. Analar aynı, bayraklar farklı..! Ölünce farkımız kalmıyor birbirimizden. Çocuklarımızın tabutu yanyana duracağına, dirisi yan yana dursun, eşitçe, kardeşçe ve omuz omuza..!" ifadesi yer alıyordu.
Kocaeli Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekterliği tarafından soruşturma açılan Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu, aynı gün ifadesi alınmadan Kocaeli Valiliği tarafından açığa alınmıştı.
Yeni Asya gazetesinden Nur Ener'in sorularını yanıtlayan (26 Ekim 2016) Gergerlioğlu'nun açıklamaları şöyle:
Uzun yıllar İnsan Hakları Savunuculuğu yapmış bir isim olarak ülkenin içinde bulunduğu durumu hukuk ve demokrasi açısından nasıl görüyorsunuz?
Maalesef bir iyiye gidişten bahsedemeyeceğiz. İnsan Hakları alanında, ülkede 2010 yıllarına kadar umut verici gelişmeler vardı, ama daha sonrasında gittikçe hukuktan, demokrasiden uzaklaşılan bir dönemi izlemeye başladık. Arada bir çözüm süreci ile umutlandık; ‘Ülkede büyük bir sorunun çözümü geliyor mu?’ diye umut besledik. Ama maalesef o dönem de bitti ve şiddet arttı, çatışmalar arttı. Hukuk ve demokrasinin de rafa kaldırıldığını gördük. Maalesef 15 Temmuz darbesi de hukuk ve demokrasinin rafa kaldırılmasına yardımcı olmuş oldu. Böyle bir darbe girişiminden sonra biz demokrasiyi savunan insanlar olarak ülkede temiz, beyaz bir sayfanın açılmasını umut ediyorduk. Ancak bu da olmadı ve OHAL ile birlikte durum daha kötüye gitmeye başladı. Ve birçok hukuksuzluk izlemeye başladık. Adil yargılanma ilkelerinin ihlâli, hukuk dışı, demokrasi dışı birçok gözaltı, açığa alma, ihraç etme, tutuklamalar ve sonuçlarını izlemeye başladık. Bundan sonra hem içeride hem dışarıda barışı, demokrasiyi, hukuku yükseltecek söylemler yerine maalesef savaşçı, çatışmacı bir anlayışı güçlendiren söylemler izlemeye başladık. Kriteri demokrasi, hukuk olan herkes bunu eleştirmeli, eleştirmek zorunda. Biz, İnsan Hakları Savunucuları konjonktüre bakmayız. ‘Şu an şöyle bir durum var, susalım, konuşmayalım” gibi bir tavır içine giremeyiz.
Demokrasi dışı yönelişlere karşı farklı cenahlardan da tepkiler artmaya başladı. Türkiye ‘demokrasi’ açısından geriye mi gidiyor?
Demokrasi değerli bir kavram ve demokrasi dışı yönelişler konusunda toplumun farklı kesimlerinden insanlar eleştirilerini ister istemez arttırmaya başladı. Ama bu eleştirilerin aşırı bir şekilde cezalandırıldığını görüyoruz. İnsanların ‘subliminal mesaj veriyor’ diye, bir yere danışma kurulu üyesi oldu diye tutuklandığı garip zamanlardan geçiyoruz. Bunlar Türkiye’nin demokrasi karnesinde çok büyük eksiklikler oluşturmaya başladı. Türkiye şu anda dünyada maalesef demokrasi açısından geriye giden bir ülke görüntüsü veriyor. Bu bizim yüzümüzü kızartan bir gelişme. Çünkü biz arzu ediyorduk ki darbe sonrası demokrasi açısından bir ilerleme olsun, yapılan hatalardan geri dönülsün ve tüm toplum her kesimi ile yeni bir ivmeyle güne başlasın.
Ama gelişmeler Türkiye’yi daha da geri götürdü. Ve şu anda geldiğimiz noktada iç karartıcı bir tablo var. Hem iç politikada, hem dış politikada... İçeride sorunların barış yoluyla değil, silâh yoluyla çözülmeye çalışıldığı; sert, buyurgan ifadelerin yer aldığı, başkanlık tartışmaları ile herkesin demokrasi açısından son derece endişe duyduğu birtakım gelişmeler yaşanıyor.
Başkanlık sisteminin Türkiye demokrasisine etkisi ne düzeyde olur peki?
Başkanlık sistemi olmaz mı? Olabilir. Bir takım ülkelerde vardır. Ama bizim gibi bir ülkede başkanlığın şu anki ivmeyle, son zamanlardaki gidişatla alacağı şekil, maalesef hiç umut verici değil. Ülkenin hukuk, demokrasi açısından iç açıcı olduğunu söylemek mümkün değil. Düşünce özgürlüğü açısından insanlar susmaya teşvik ediliyor. ‘Susun, işinizi gücünüzü kaybedebilirsiniz’ kaygısı yerleştirilmeye çalışılıyor. Aslında demokrasilerde eleştiri son derece önemlidir. Demokrasi, eleştiri ile ayakta durur. Yönetici yönetimini sergiler, ama yönetilenler eleştirileri ile yönetime katılır. Katılımcı bir demokrasi ancak böyle olur. Fakat şu anda en küçük bir eleştiri, en ufak bir istek bile cezalandırılıyor. İnsanlar, ‘Niye böyle düşündün?’ denilerek çeşitli cezalara çarptırılıyor. Yargının normal bir demokraside, devlet ve hükümetten bağımsız olması lâzım. Yargı, ne devletin ideolojisinden, ne hükümetin siyasî kararlarından etkilenmemeli. Normal bir demokraside olması gereken bu, ama maalesef biz yanlı kararlar alınmaya başlandığını görüyoruz.
"Medya demokrasinin vazgeçilmezidir"
Düşüncelere müdahalelerin olduğu ve kalem sahiplerinin sindirildiği bu ortamda herkes tedirgin…
Velhasıl, genel tabloya baktığımız zaman, her demokratın eleştirmesi gereken bir durum var, biz bu ülkenin iyiliğini, aydınlanmasını, bu ülkede hukuk ve demokrasinin yerleşmesini istiyoruz. Ve bu yüzden hem olumlu, hem de yerine göre olumsuz eleştirilerde bulunmuşuzdur, her zaman da olumlu gelişmeleri ayakta alkışlamışızdır. Meselâ darbe sonrası Genelkurmay’ın Savunma Bakanlığı’na bağlanması, Harp Okulları’nın kapatılması gibi kararlar, demokrasi üzerindeki militer gölgenin azalması açısından olumlu gelişmelerdi. Bu kararların demokrasi açısından iyi olduğunu ve daha da ilerletilmesi gerektiğini söyledik. Yani olumlu bir adım atıldığı zaman tebrik ve teşvik ediyoruz, ama olumsuz gelişmelerde de bırakın farklı görüşlerdeki insanlar düşüncelerini söylesinler, tedirgin edilmesinler. Düşüncenin önünün kesildiği zamanlarda bir toplum gelişemez. Düşüncenin önü ne zaman kesilirse, o toplum gerilemeye mahkûmdur. Ne zaman demokrasi ve hukuk gerilemişse, o toplumda aynı zamanda hem maddî, hem manevî planda, medeniyet düzleminde gerileme başlamıştır. Geldiğimiz noktada maalesef önemli eksiklikler var.
Nefret söylemi noktasında ‘havuz medyası’ diye tabir edilen kısmın özellikle de 15 Temmuz sonrasındaki söylemlerini nasıl buluyorsunuz?
Bu noktada maalesef bir akıl tutulması yaşanıyor. Ülkede adeta embedded (iliştirilmiş) bir medya var, hükümete ‘embedded olmuş’ ve o ne söylerse, sağa giderse sağa yöneliyor, sola giderse sola yöneliyor; hükümet yetkilileri ‘a’ derse ‘a’, ‘b’ derse ‘b’ diyor ve tamamen böyle bir yere eklemlenmiş medya görüyoruz. Bu kabul edilebilir bir hadise değil ve müthiş bir taraf ve nefret dili kullanılıyor. Maalesef seviye düşüyor. Bakıyorsunuz ki kriter, hakkaniyet, adalet, hukuk, demokrasi değil; ‘Sen benden yana mısın? Karşı taraftan mı?’ Kriter bu. Böyle bir kriterle nefret söyleminden başka bir şey yükselmez. Buradan hak, adalet çıkabilir mi? Ülkenin temelinde bu var. Sen böyle düşünmeye başladığın zaman müthiş bir keskinleşme, karşıtlaşma, kutuplaşma başlar. Baştan bir ön kabul var. ‘Ben iyiyim, sen kötüsün. Karşı taraf kötü. O zaman her şey bana ayarlı olmalı.’ Böyle düşünmeye başladığınız zaman tüm hakkaniyet kriterlerinizi kaybetmeye başlarsınız. Ve söylemlerinizde hem hak, hem akıl ve mantık ortadan kalkar. Ve bundan sonra insanlara hakkı, adaleti, barışı, kardeşliği hatırlatan insanları düşmanlaştırmaya başlıyorlar. Benim son mesajımda olduğu gibi. Yani benim mesajımda, barış mesajında; ‘hak, adalet, barış’ dedim ve maalesef anında bir düşmanlaştırma izledik. Bu, kabul edilebilir bir hadise değil.
Medyaya yönelik baskılar da bize pahalıya mal olacak gibi görünüyor.
Nefret ve karşıtlık söyleminin demokrasilerdeki en önemli organlardan biri olan medya üzerinde etkili olması çok tehlikeli. Çünkü bizim toplumumuz zaten sorunlu bir toplum. Birçok mesele var, bir çok düşünce sorunu var, dini ve etnik ayrım sorunu var ve bunlar çözülememiş durumda. Bunların çözümü yolunda meselâ 2009 yılında açılım politikaları yapılırken; ‘Kürt Açılımı, Roman Açılımı, Alevî Açılımı…’ gibi bir çok açılımı ayakta alkışladık. Ama sonrasında bırakın sorunların çözümünü, geldiğimiz noktada sorunları daha da alevlendirecek bir ortam oluşmaya başladı. Yani toplumda zaten farklı kesimler, farklı sorunlar, çözülmemiş alanlar var ve buna rağmen çözüm yönünde adım atacağınız yerde daha da karşıtlaşmış politika izliyorsunuz. ‘Biz ve onlar’ demeye başlıyorsunuz. ‘Biz ve onlar, bizden yana olanlar ve karşıdan yana olanlar.’ Böyle dediğiniz zaman sorunların çözümü için de hiçbir adım atmamış olacaksınız. Evet belki galip geleceksiniz, çünkü güç sizden yana. Bu şekilde galip gelme şansınız yüksek, ama hak, hukuk yerine gelecek mi? Maalesef bu mümkün değil. İşte medya özgürlüğü alanındaki kısıtlamalar son derece tedirgin edici.
"Medyada seviye düştü"
Demokrasilerde kitlesel haber alma, verme yani medya özgürlüğü, özgür ve demokratik eleştirme geleneğinin olması o demokrasiyi geliştiren bir ortamdır. Ama şu anda geldiğimiz noktada karşıtlıkların körüklendiği, seviyenin son derece düştüğü ve nefretin geliştiği bir durumda, ülkeden bir hayır bekleyemeyiz. Bunu da düşünen insanlar olarak biz söylemek zorundayız. Bizim bu toplumun karşısında sorumluluğumuz var. Bu kötüye gidişi biz uyarmazsak kim uyaracak? Herkes kendi çıkarının peşinde koşarsa, bu toplumu hak ve hukuk temelleri üzerinde inşa etmek için kim uğraşacak? Biz bu noktada her şeyi göze aldık, çünkü bu toplumun iyiliğini, huzurunu, kardeşlik ve demokrasiyi istiyoruz. Bunun da bedelini ödemek zorundayız.
Medya özgürlüğü alanında yurtdışındaki kriterler açısından da maalesef çok kötü bir durumdayız. Sürekli geriliyoruz. Her türlü insanî gelişmişlik endekslerinde Türkiye sürekli her yıl geriye gidiyor. İleriye gittiği alan maalesef yok. Demokrasi ve hukuk ile ilgili dünya standartlarıyla ilgili ölçümlerde Türkiye’nin maalesef üçüncü dünya ülkeleri arasında son sıralarda olduğunu görüyoruz. Bu görüntü, Türkiye’ye yakışmıyor. Bu görüntü, Türkiye’nin hak ettiği bir görüntü değil. Biz bir üçüncü dünya ülkesi mi olacağız? Yoksa gelişmiş demokrasi kriterlerinin uygulandığı bir ülke mi olacağız? Böyle bir tercih ve soru var ortada. Siyasî çıkarlar ve güç uğruna bir üçüncü dünya ülkesi olmayı tercih edebilirsiniz ve güç sahibi olabilirsiniz. Ama bu, tüm topluma ve demokrasiye kaybettiren bir tercih olacaktır.
"Demokrasi nöbeti demekle
demokrasi olmuyor"
Toplumda korkutucu bir ‘ihbar furyası’ var. İnsanlar, şahsî husûmetleri sebebiyle köylerde bile birbirlerini ihbar ediyorlar. Akrabalar arasında huzur kaçıyor. Sosyal medyada ve gazete köşelerinde birtakım yazarlar tetikçi gibi davranıyor, hedef gösteriyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Demokrasi nöbetleriyle biz bir yere gelinebilir diye düşündük. Çünkü adı “Demokrasi” ama buradan demokrasi çıkmıyor. O zaman demek ki bir yanlışlık var. Yani bir şeyin adını demokrasi takmakla oradan demokrasi zuhur etmiyor. Gerçek anlamda demokrasiyi uygulayacaksınız ki demokrasi neş’et etsin.
Toplumda maalesef tabana da, halk arasına da inmiş bu tür furyalar iyice artmaya başladı, bu bir gerçek. Öteki gördüğünü falanca örgütün üyesi olarak görmek, çok arttı. Siz bir şey söylüyorsunuz, hemen ‘PKK propagandası yaptı’, diyor. Birisi bir başka şey söylüyor, ‘FETÖ propagandası yaptı’, diyor, taraflaştırma propagandasının olduğu bir yerde sizden olmayan, size uygun olmayan herkes karşı tarafın adamıdır. Her eleştiri karşı tarafın sinsi propagandasıdır. Bu, böyle anlaşılır, böyle düşünülür. ‘Bu düşünce benden değilse karşı taraftandır, bu mutlaka kötü bir örgütün propagandasıdır’, diye düşünülüyor. Bunun toplumsal tabana yayılması son derece tehlikeli. Darbe sonrasında bu da oldu. Dediğiniz gibi insanlara inanılmaz komplolar, iftiralar, kumpaslar kuruluyor. Bu insana bir sözünden leke atılmaya çalışılıyor. İnsanlar hakkında bir yerlere yalan yanlış raporlar düzenleniyor, gönderiliyor. O insanlara hiç alâkası olmayan isnatlar yapılıyor ve karanlık bir ortam oluşturuluyor.
İnsanlar ne düşüneceklerini, ne yapacaklarını bilemiyorlar. En iyisi sesimizi kesmek, ağzımızı bantlamak diye düşünüyorlar. Bununla toplum nereye gidebilir ki? Ağzınızı bantlasanız bile, birisi size iftira atsa ve yönetim bu zemini sağlamışsa yine mağdur olursunuz. Çünkü kurgu, hakkaniyet üzerine değil.