Ertuğrul Özkök, "Pazar Mektubu" başlığı altında, yazdığı ve "newsletter" olarak paylaştığı yazısında bugün, New York Times’ın pazar ekinde yayımlanan “Kakanın Gücü…” makalesine değindi. Özkök, "Oradan öğrendiğime göre, refah düzeyi düşük ülkelerin insanlarının kaka miktarı, yüksek olanlarınkinin iki katı kadarmış. Bunun nedeni de lifli yiyeceklermiş. Yapılan bazı araştırmalar göstermiş ki, kakadan iğrenen insanlar siyasi açıdan daha muhafazakâr kişilermiş" ifadesini kullandı. Özkök, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödüller'ini kazananlara değinerek, "Tanıdığım Yılmaz Erdoğan Külliye’ye gidip o ödülü alır. Bana göre doğrusu da budur. Çünkü orada oturan insan Türkiye’nin seçilmiş Cumhurbaşkanı, Yılmaz Erdoğan da Türkiye’nin büyük sanatçısıdırÜstelik yanında, bu ödülü çok daha önceden haketmiş, bir çok şarkısı ile hepimizin hayatına girmiş bir Ajda Pekkan var." değerlendirmesini yaptı.
Özkök'ün "Fakirin kakası, neden zengininkinin iki katıdır?" başlıklı yazısı şöyle:
Fakirin kakası, neden zengininkinin iki katıdır?
“Yahu şu güzel sonbahar pazar günü yazılacak yazı mı diyeniniz olabilir.
Normaldir de…
Ama yazıyı dünyanın en ciddi gazetelerinden New York Times’ın bugünkü, yani Pazar kitap ekinden aldım.
Kaka konusu, zengin ülke gazetesinin pazar konusu olur da, daha az zengin ülke medyasının niye olmasın diye düşündüm.
Ha bir de şunu söyleyeyim.
Eğer bu başlık sizi iğrendirdiyse, onunla ilgili ilginç bir ipucu vereceğim.
Yani okumanıza değer…
***
ABD’de bu hafta ilginç bir kitap yayınlandı.
Kitabın adı “Flush: The Remarkable Science Of An Unlikely Treasure…”
Yazarı Bryn Nelson.
New York Times’ın kitap yazarı bunu şu başlıkla yazmış:
“Power of Poop…”
Yani “Kakanın Gücü…”
***
Kitap, insan atıkları üzerine bilimsel araştırma. Yazarı doktoralı bir mikrobiyoloji uzmanı.
Henüz tamamını okumadım ama geniş bir özetini buldum.
Oradan öğrendiğime göre, refah düzeyi düşük ülkelerin insanlarının kaka miktarı, yüksek olanlarınkinin iki katı kadarmış.
Bunun nedeni de lifli yiyeceklermiş.
***
Kitapta bir başka ilginç bilgi daha var.
Yapılan bazı araştırmalar göstermiş ki, kakadan iğrenen insanlar siyasi açıdan daha muhafazakâr kişilermiş.
Kakayla muhafazakârlık arasındaki korelasyon bana tuhaf geldi… Nitekim, kitabın yazarı da bunun bir hurafe olduğunu, destekleyecek bir araştırmaya rastlamadığını söylüyor.
***
Bir ilginç bilgi de şu.
Bağırsaklarımızda çok fazla nesli tükenen canlı varmış.
Özellikle antibiyotikler yüzünden yararlı çok sayıda bakterinin nesli tükenmiş.
Demek ki sindirim sistemimizde korunmaya alınması gereken canlı türleri bulunuyormuş.
İlginç kitap.. Tamamını okuyacağım.
Hiç düşündünüz mü: Her birimiz için yılda kaç hayvan kesiliyor?
Pazar günü potpuri ziyaretlerime devam ediyorum.
Bu bilgi de bu ayki “Science et Vie” dergisinden.
Okuyunca bende şok etkisi yarattı.
Her yıl yeryüzünde 70 milyar canlı varlık insanları doyurmak için kesiliyormuş.
70 milyar canlı…
***
Dünya nüfusunun 7.8 milyar olduğu düşünülürse;
Demek ki herbirimiz başına yılda 10’a yakın hayvanın canı gidiyor.
Tabii bu konuda herkesin üzerine düşen sorumluluk payı aynı değil.
Her sabah kahvaltıda sosis, bacon, salam yiyen bir zengin ülke vatandaşı ile Afrika’nın yoksul ülkesindekinin yediği et aynı değil.
***
Dahası 2050 yılında dünya nüfusu 10 milyar olacakmış…
Buna karşılık kesilecek hayvan sayısı da yüzde 76 artacakmış...
Yani 120 milyara yakın hayvan kesilecek demektir.
Kendi payıma bu sorumluluğu kaldıracak durumda değilim.
İşe kuzu yememekten başladım.
İyi bir sitcom gazetenin yüzde kaçı haber olmalı?Üçüncü durak bizim sektörümüz.. Yani medya… Övünmek gibi olmasın Türkiye’de sitcom gazeteciliğin mucidi benim. Amerika Birleşik Devletleri'nde ise daha 1900’lü yılların başında keşfedilmişti. Dolayısıyla bu hafta yayınlanan “Blood&Ink” (Kan ve Mürekkep) adlı kitabın da Amerika’da çıkması hiç şaşırtıcı değil. *** True Crime, yani gerçek suç kitap ve filmleri hızla yayılıyor. True Crime merakı ABD’de 1920’lerde çok moda oldu. Bunda da 1922 yılında New Jersey eyaletinde bir ağacın altında bulunan iki cesetin çok büyük rolü olduğunu söyleyebilirim. *** Olay yeri şöyleydi… Bir kadın ve bir erkek cesedi yan yanaydı. Kadının kafasında üç kurşun, erkeğinkinde ise tek kurşun vardı. Olayı daha cazip hale getiren ayrıntıları şöyleydi. Bir kere erkek, Edward Hall adlı bir rahipti. Kadın ise onun kilisesindeki koroda şarkı söyleyen Elenor Mills’ti. Her ikisi de başka kimselerle evliydi ve bu o zamanki deyişle “Yasak aşk” cinayetiydi. ***
İşte bu cinayet tabloid gazeteciliğin de yükseliş dönemini başlattı. Daily News ve Daily Mirror adlı iki gazete bu cinayetin takipçisi oldu ve tiraj gazeteciliği patladı. Daily Mirror gazetesi sitcom gazeteciliğin ilk altın oranını da buldu: Yüzde 90 eğlence, yüzde 10 haber… *** Bence bugün için de doğru. Klasik gazetecilerin hep bir “haber tutkusu” vardır. Haber kelimesi onlar için kutsaldır ve hep yüceltip tapınırlar. Ama haberin ne olduğunu hiçbir zaman tarif edemezler.
*** Bu altın oran artık günümüzde daha da geçerli. Çünkü haberin kendisi eğlence haline geldi. Mesela “İletişim Başkanlığı dezenformasyon bülteni yayınlamaya başladı” haberi… Sizce haber mi… Yoksa eğlenceli bir şaka mı… |
Koltuk altları sararıncaya kadar aynı gömleği giyer ve saç nakli yaptırdı: Kimdir bu .ok ümlü CEO?
Eğlenceden ve True Crime’dan başladık devam edelim.
Netflix 26 Ekim günü çok ilginç bir gerçek suç belgeseli yayınladı.
Renault-Nissan’ın eski CEO’su Carlos Ghosn’un Japonya’da tutuklanma ve oradan kaçış hikâyesi.
Ghosn dünyanın bugüne kadar gelmiş geçmiş en büyük ve başarılı otomotiv sanayii yöneticisiydi.
İki büyük dev Renault ve Nissan’ın CEO’suydu.
***
Ancak daha sonra birtakım vergi kaçırma olayları ve şirket için yolsuzluklar nedeniyle Japonya’da tutuklandı.
Orada ev hapsindeyken tuhaf bir planla kaçtı ve İstanbul üzerinden babasının memleketi Lübnan’a gitti.
***
İşte o dizide öğrendik ki, meğer kariyerinin bir noktasından sonra hayatı değişmeye başlamış.
Özensiz elbiseleri bırakıp pahalı markalar giymeye başlamış.
Bu sırada bir de saç nakli yaptırmış.
Japonya’daki ev görevlisinin verdiği bilgiye göre çok da tutumluymuş.
Pink marka gömlek tercih ediyormuş ve yakaları ile kol altları sararıncaya kadar aynı gömlekleri giyiyormuş.
|
|
Pazar için birkaç yeni yerli şarkı(*) GÜLER ÖZİNCE: “Hayaller Hayatlar”, Hafif cazımsı, trombonlu çok farklı, biraz Kalben’i hatırlatan çok güzel bir şarkı. (*) KASET: “Yanıbaşımda” Yumuşak, ritmi ilginç, dinlemesi çok hoş bir şarkı. Müzikal yapısı çok iyi. Duet şeklinde söylenen bölümleri çok güzel. (*) SERKAN ARAS: “Dibe Vurunca” Ritmi çok klasik ama insana çok tanıdık gelen bir şarkı. (*) YÜZYÜZEYKEN KONUŞURUZ: “Kaş II” Yüzyüzeyken Konuşuruz’un bütün şarkıları belli bir kalitenin üzerinde. 1990’ların Türk Pop müziği Rönesansını devam ettiren çok güzel bir şarkı. (*) ELVAN ELVAN. “Tövbeler Tövbesi” Ajda'ların, 1980’lerin Yeşilçamların, özlediğimiz masum Türkiye’nin şarkılarını hatırlatıyor. Ben çok sevdim. (*) SELÇUK ALAGÖZ: “Ne Sen Varsın Ne de Ben” Özlemişim Selçuk Alagöz’ü. Tam Selçuk Alagöz bir şarkı. Geri dönmesi çok hoşuma gitti. İki haftadır durmadan dinliyorum. Pazar için birkaç yabancı müzik(*) 1975: “Oh Caroline” Son zamanların özümde yükselen gruplarından biri 1975. Bu şarkısını özellikle çok sevdim. (*) THE COLTRANE QUARTET, AMIE LANCASTER: “Just Like A Heaven” Smooth Jazz sevenlere. Klasik mi klasik ama özellikle akşamüzeri evde bir lounge havası yaratmak için ideal. (*) SERGEY GRİŞÇUK: “Kaleydeskop Lübvi” Son keşfim bu sanatçı. Şimdi Rusya’nın istila ettiği eski Ukrayna topraklarının bir sanatçısı. Bir tür New Age ama çok iyi geliyor insana. Biraz boşalmış sayfiye hüznü var. Ne yazık ki bütün şarkıları Spotify’de kril alfabe ile. İsterseniz benim Spotify’daki Ertuğrul Özkök “DJ ERT TOP 50 OCTOBER” listeme girip bulabilirsiniz. Oradaki kril alfabe ile yazılmış parça. (*) ANDREAS BOCELLI, MATTEO BOCELLI: “The Greatest Gift” Üç Bocelli soyadlı şarkıcıdan harika bir trio. (*) THE SOULTREND ORCHESTRA, PAPIK, RİCKY BıRICKYNO: “It’s Gonna Be Allright” (Remix ED.) 1970’lerin Phiedelphia Sound tarzını hatırlatan Retro, vintage bir parça. Remix olaratk yeniden yapılmış. |