Taner Akçam*
'Ermeni Soykırımı' araştırmaları alanının kurucusu sayılan Prof. Vahakn Dadrian 2 Ağustos 2019 Cuma akşamı kaldırıldığı hastanede vefat etti. Dadrian’ın uzun zamandır rahatsız olduğu biliniyordu.
1926 Kadıköy doğumlu Dadrian aslen Çorumludur. Babası Çorum’un ileri gelen bir hakimidir ve İttihatçılarla ilişkileri çok iyidir. Bu nedenle, ailenin İstanbul’a gelmesine izin verilmiştir. Çocukluğu Kadıköy ve Üsküdar’da geçer.
İkinci Dünya savaşı başlamadan veya hemen başında Berlin’e matematik okumaya gider. Sonra Viyana’da Tarih, Zürih’de Uluslararası Hukuk okur. Chicago Üniversitesinde’nden sosyoloji dalında doktorasını tamamlar.
Hayatındaki önemli dönüm noktalarından birisi Viyana’dır. Kendisi anlatmıştı. Viyana’ya Matematik eğitimine devam etmek için gelmiştir. Derslerinin birisinde, kendisinin Ermeni olduğunu anlayan bir öğretmeni, Franz Werfel adını duyup duymadığını ve ‘Musa Dağ’da 40 Gün’ romanını okuyup okumadığını sorar. Dadrian, ne Werfel adını duymuştur ne de romanı bilmektedir.
Franz Werfel ile değişen hayat
Öğretmeni çok şaşırır ama asıl şaşıran Dadrian’dır. Hemen romanı bulur ve gözünü kırpmadan okur. Gözüne uyku girmez ondan sonra. Utanır çok; nasıl olur da milletinin başına gelen bu acı felaketten hiç haberi yoktur. Ailesinden ve tanıdıklarından kimse konuşmamıştır bu konuyu kendisiyle...
Çocukken, evlerine gelen bazı yaşlıların bir odaya kapanıp, konuşup ağladıklarını hatırlar. O zamanlar hiçbir mana veremediği bu ağlama törenlerinin ne anlama geldiğini şimdi farketmiştir. Ve matematik okumayı bırakır. Daha sonra hayatını Ermeni Soykırımı konusunda çalışmaya adayacaktır.
Sadece Ermeni soykırımı alanındaki çalışmalarıyla bilinmez Dadrian. Karşılaştırmalı Soykırım Çalışmaları’nın önemli kurucularından birisi olur. Mükemmel İngilizce, Fransızca, Almanca, Ermenice ve Türkçe-Osmanlıca dil bilgisi en önemli silahıdır; 2010’lu yıllara kadar çok yoğun olarak çalışır ve onlarca eser geride bırakır ve akademik dünyada çok kısa sürede çok saygın bir konum elde eder.
Aktif faaliyetler
Dadrian, akademik çalışmalarının ötesinde, Ermeni soykırımının tanınması doğrultusunda aktif faaliyetlerde de bulunur. 1996 yılında başta tanınmış Holokost uzmanı Yahude Bauer olmak üzere, 100 bilim adamının, Türk Hükümetinin inkarcı politikalarına karşı çıkan bir açıklama yapmalarını sağlayan odur. Açıklama birçok Amerikan gazetesinde yayınlanacaktır. Benzeri girişimleri 1998 ve 2000’li yıllarda da tekrar eder. Akademik çalışmalar onun için Ermeni milletinin çektiği büyük acının tanınması ve soykırımların engellenmesi mücadelesinin bir parçasıydı sadece.
Galiba 2010’lu yılların başıydı. Kendisini bir konferansa davet etmiştim. Artık Amerikan üniversitelerinde konuşma yapmak istemediğini söyledi. Gerekçesi, toplantılarda Türkiyeli bazı insanların kendisine yaptıkları sataşmalar idi. “Artık tahammül edemiyor, kaldıramıyorum” dedi. Sadece Ermeni topluluklara, Ermenice konuşma yapmak istediğini söyledi. Bilebildiğim kadarıyla 2013 yılında Ermenistan’da yaptığı bir dizi konuşma onun son konuşmalarıdır. Wolfgang Gust’un Ermeni soykırımı üzerine Alman belgeleri kitabının İngilizce baskısına yazdığı önsöz ise bildiğim son makalesidir. Bu kitabın yayın tarihi de 2013’tür.
İnzivaya çekilmesi
Dadrian daha sonra inzivaya çekildi. Kendisini en son 2014 yılında ziyaret ettim. Internet kullanmazdı. Düzenli aramaya çalışırdım. 2016-2017 yıllarında Naim Efendi’nin hatıratını, Gergeryan’ın arşivinde bulduğumu anlattım... Hatırat meselesini Gergeryan ile hiç konuşup konuşmadığını sordum. Pek doyurucu cevap alamadım, birçok şeyi hatırlamıyordu. İlerleyen yıllarda hafıza kaybı ciddi bir problem oldu. Telefonla konuşurken bile, birden durup kim olduğumuzu ve niçin aradığımızı sorardı.
Günlük bakımını sağlayan bir sağlık şirketi sayesinde son yıllarını oldukça rahat geçirdi. Ta ki böbrek rahatsızlığı nedeniyle hastaneye kaldırılıncaya kadar. Soykırım çalışmalarının çok önemli bir köşe taşı olan Dadrian, Ermeni soykırımı ve karşılaştırmalı soykırım çalışmalarının kurucusu olarak anılacak ve bıraktığı onlarca eser ile sonsuza denk aramızda yaşayacaktır.
'Ermeni Soykırımı' araştırmalarındaki yeri
Soykırım konusunda yapılan tartışmalar daima iki temel soru etrafında döner. Birisi, “NE ve NASIL OLDU” sorusudur, diğeri ise “NİÇİN veya NİYE” sorusudur. Asıl tartışmalar esas olarak NİÇİN/NİYE sorusu etrafında döner. Ermeni soykırımı konusunda ise bizler büyük ölçüde hala NE ve NASIL OLDU sorusu ile uğraşıyoruz; NİÇİN/NİYE sorusu etrafında tartışmaya ise yeni yeni başlıyoruz.
Yapacağımız “NİÇİN/NİYE” tartışmalarında, Dadrian’ın sağladığı, “NE ve NASIL OLDU” bilgileri çok önemli bir yer tutar. Onun eserlerinin, bizim üzerinde tartışmayı yürüteceğimiz binanın temellerini oluşturduğunu söylemek abartı sayılmamalıdır. Tüm ömrünü, Türk tezlerinin yanlışlığını ispata ayırmış ve bu konuda uluslararası planda ciddi başarılara imza atmış Dadrian’ın NİÇİN/NİYE sorusuna vermeye çalıştığı cevapları yeterli bulmayabilir; hatta eksik ve yanlışlıklar içerdiğini de ileri sürülebiliriz.
Zaten Akademik çalışmanın özü de budur. Her gelen kuşak kendisinden öncekini bıraktığı yerden alır ve onu bir adım ileri götürmeye çalışır. Dadrian’ın çalışmaları ancak, onun çalışmaları daha ileriye götürülebilirse, hak ettiği biçimde taçlanmış olacaktır. Dadrian’ın açtığı yoldan ilerleyecek genç akademisyenlerden beklenen de budur.
Tanınmış sosyolog Norbert Elias, 1977 yılında “Adorno Ödülü”nü aldığı törende yaptığı konuşmada, kendisinden önce yakılmış bir meşalenin bir dönem “taşıyıcısı” olduğunu ve kendisinden sonra da başkalarının bu meşaleyi taşımaya devam edeceklerini söyler. Burada Dadrian’ın bir farkının altını çizmek gerekir. Ondan önce bu meşaleyi yakmış olan gerçekten yok denecek kadardır. O akademik anlamda hem meşaleyi yakan hem de bize kadar taşıyandır.
Zannederim Dadrian’ın en büyük arzusu ve dileği kendisinin yaktığı ve taşıdığı bu meşalenin genç akademisyenlerce gelecek kuşaklara taşınmasıydı. Bu görev bizlerin önünde duruyor.
Dadrian’ın benim için anlamı
Dadrian benim için bir Hoca, bir üstad ve her şeyden önce koruyucu melek idi. O kadar çok şey borçluyum ki ona...
Satırlara sığdırabileceğimi zannetmiyorum.
Her telefon ettiğimde, “Taner sıhhatin nasıl, antreman yapıyor musun”, diye sorardı. Yaptığımı söylediğimde de “Aferin Taner,” demeyi çok severdi. Çocukluğundan beri tanıdığı kızım Helin’in ne yaptığı, sıhhattinin nasıl olduğu da standart soruları arasındaydı.
Ermeni soykırımı konusunda çalışmaya başlamamda büyük rolü olmuştu. Eğer onun yardımları olmasaydı bu konuda çalışmaya başlayabilir miydim, bilmiyorum. 1990 veya 1991 yılarıydı. Ermeni soykırımı konusunda çalışmaya karar vermiştim. Çalıştığım Enstitü’ye önerimi açtım. Konu hakkında hiçbir bilgileri olmadığı bu nedenle kabul etmelerinin mümkün olamayacağı cevabını verdiler. Ama, eğer konunun uzmanlarını davet ederek bir ‘atölye’ (workshop) düzenlersem, tartışmanın sonucuna göre bir karar verebileceklerini de eklediler.
Eğer konu hakkında çalışmak istiyorsam uzmanları bulmam gerekti. Hamburg Üniversitesi’nden Prof. Petra Kapert ile görüştüm ve yardımını rica ettim. Bana, Dadrian ile ilişki kurmam gerektiğini söyleyerek, okumam için Dadrian’ın İngilizce iki makalesini verdi. O yıllarda, zaten pek birşeye benzemeyen ODTÜ İngilizcemi tamamıyla unutmuş idim, Dadrian’ın ne adresini bulabilirdim ne de yazdıklarını okuyabilirdim. Utancımdan Petra Kapert’e bunları söyleyemedim.
Londra’da bir arkadaşıma rica ettim; benim için makaleleri Türkçeye çevirdi ve okudum. Sonra araya sora Dadrian’ın adresini de buldum. Dadrian makalelerinde birçok Türkçe kaynaktan alıntı yapıyordu. “Bu adam mutlaka Türkçe biliyordur, ben de Türkçe yazarım”, diye düşündüm. Çok ümidim olmasa da, oturdum Türkçe bir mektup yazdım ve yapmak istediğim çalışmayı anlattım. Açıkçası pek cevap alacağımı ümit etmiyordum.
“Bu benim 40 yıl sonraki ilk Türkçe korrespondantımdır.” Dadrian’dan gelen Türkçe mektup bu sözlerle başlıyordu. Bu ilk mektuplaşma daha sonra yıllar sürecek dostluğumuzun başlangıcı oldu.
Atölye çalışmasına severek geldi ve yaptığı konuşma çok etkileyici oldu. Özellikle bir Türk aydınının konu hakkında objektif çalışma yapmak istiyor olmasının öneminin altını çizdi. Enstitü önerimi kabul etti. Bu atöyle için hazırladığım taslak metin, İletişim Yayınları’ndan “Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu” adıyla konu hakkında çıkan ilk kitabım oldu.
Daha sonra doktora tezim de olacak çalışmam boyunca, Dadrian yardımını hiç esirgemedi. O yıllar ne internet ne de e-mail vardı. Faks üzerinden kendisi ile düzenli haberleştim. Her sıradan Türk insanı gibi çok tereddütlüydüm. Kendimden çok emin değildim ve cevabını bilmek istediğim yüzlerce soru vardı. Yanlış bir şey yazmamak ve söylememek için, akla gelebilecek her soruyu soruyor cevabını istiyordum.
Büyük bir sabırla her soruma cevap verdi ve bu cevapların dayandığı kaynak bilgilerin fotokopilerini yolladı. Ama sorular o kadar çoktu ki, bir seferinde dayanamamış, yolladığı fakslardan birisine, “İnşallah sorular sona erdiler” diye bir not düşmüştü. Ona sorduğum soruları ve ondan gelen cevapları bugün bile hala saklarım.
Amerika’ya gelmem de onun sayesinde olmuştur. 1999 yılında Enstitü, artık çalışmalarımı destekleyemeyeceğini bildirdi. Almanya’da Ermeni Soykırımı konusunda çalışma imkanım kalmamıştı. Geçindirmek zorunda olduğum ailem vardı. Dadrian’ı aradım. Eğer ABD’ye gelmemi sağlayabilirse, konu hakkında çalışabileceğimi yoksa geçim için başka bir iş aramak zorunda olduğumu söyledim. ODTÜ İngilizcesini tamamıyla unutmuştum. Onun girişimleri sayesinde, Michigan-Dearborn Üniversitesi Ermeni Araştırmalar Merkezi beni davet etti. Ve soykırım konusunda çalışmaya devam edebilme imkanına kavuştum.
İstanbul’u çok özlüyordu. Hele Üsküdar’ı... Çok istedim İstanbul’a gelmesini. Çok korkuyordu. “Gelirsem öldürüler beni,” diyordu. İkna edemedim. “En çok hangi yemeği özlüyorsun?” diye sorduğumda, “ızgara köfte” derdi. Hamburg’a her geldiğinde, Oruç Abimin restoranına götürürdüm. Doymak bilmezdi. Birkaç porsiyon ızgara köfte yerdi. Oruç Abi takılırdı, “Senin bu adamı doyuramıyoruz”, diye...
Teorik çalışmalarında “Türk düşmanlığı yaptığı” eleştirilerine çok maruz kalmıştır. Ama Türklerle her karşılaştığında, Anadolu insanına duyduğu o derin sevgiyi gözlerinden okumak mümkündü. Türklerle hemen Türkçe konuşmak ve de onlara ezbere Onuncu Yıl Marşı’nı okumak en büyük keyfi idi...
Bir şeyi biliyorum, eğer hayatımın önemli dönüm noktalarında bana yaptığı yardımlar olmasaydı, ben bugün bulunduğum yerde olamazdım. Akademik hayatım boyunca yaptığı destek ve katkı ne unutulabilecek ne de karşılığı ödenecek cinstendir. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.