Radikal gazetesinin 'Boşanacak Çiftler baştan bellidir' başlıklı yazı dizisine (07.09.2009) konuşan Psikolog Emre Konuk, iyi bir aile babasının dersini de almışsa bir daha yaramazlık yapmadan önce 36 defa düşündüğünü söylüyor.
Geçmişte travma yaşayanların evlilikleri kötü mü gidiyor?
Bu çok önemli bir risk. Eğer kişinin geçmişinde çözülmemiş ve hâlâ etkili travmatik olaylar varsa evlilik kalitesinin düşmesi olası. Mesela kişi şiddete maruz kalmışsa, ailesinde şiddet gözlemişse ya da cinsel taciz, ihmal edilme gibi sorunlarla karşılaşmışsa bu durum evliliği olumsuz etkileyebilir. Bir başka gözlemlediğimiz şey de şu: Eğer evli çiftler geçmişlerinden söz ederken iyi ve güzel şeyleri anlatıyorlarsa sorunları çözmek daha kolay. Buna karşılık evlilikleri çıkmaza girenler hep kötü anları hatırlıyor. Ya zamanında hatırlanacak yoğunlukta ve sıklıkta güzel bir an yaşamamışlar, ya da kötü anılar yüzünden iyiler de artık hatırlanmayacak hale gelmiş. Bir de bozuk aile ilişkileri evliliği riske sokar.
Biraz açar mısınız? Bozuk aile ilişkilerinden neyi kastediyorsunuz?
Bazılarının ortalama bir aileden farklı yaşam tarzları olabiliyor. Mesela eve ne zaman gelineceği, gidileceği, ne zaman yemek yenileceği, televizyonda hangi programın seyredileceği, giyim kuşamını nasıl olması gerektiği gibi bazı aile kuralları yerine oturmamış, herkes tarafından benimsenmemiş olabilir. Birçok aile, yaşamı içinde bu meseleleri halleder. Uzun boylu konuşmazlar bile! Akşam aile oturur tele-vizyonda bir şeyler seyreder, birileri mızmız eder ama ciddi bir sorun çıkmaz. Akşamları yedi-sekiz arasında sofraya oturulur, yemek yenilir. Evin gençleri ne zaman sokağa çıkabileceğini, hangi koşullar altında izin alması gerektiğini bilir. Bütün aileler bu kuralları oturtmak zorundadır. Sofra kurulmasından bulaşıkların yıkanmasına kadar birçok şey, bazı ailelerde hiç halledilmeyen sorunlara dönüşebilir. Ve bozuk aile ilişkileri ortaya çıkar.
Peki bu durum nasıl düzelir?
Konuşmak ve anlaşmak anahtar sözcükler. Eğer kendileri bunu beceremiyorsa bir evlilik terapistinden yardım almaları gerekir.
Aslında kritik nokta şu: Evlenirken insanlar nerede oturacaklarını, nerede yaşayacaklarını, hatta çocuk doğurup doğurmayacaklarını konuşmuyorlar. Çocuk doğduktan sonra ne yapacaklar? Kim kalkacak, kim bebeğin mamasını hazırlayacak? Anne çocukla uğraştığına göre alışverişi kim yapacak?
Hangi sorunlar kalıcı olma ihtimali var?
Biriyle berabersiniz ama dikkatinizi çekecek kadar alkol ya da bir madde kullanımı var. Akşam yemeklerine çıktığınızda sıkça sarhoş oluyor. Bu çok ciddi bir durum. Çünkü bağımlılık bugünden yarına kolay değişen bir şey değil. Dolayısıyla birinin alkol, kumar, at yarışı, televizyon gibi bağımlılıkları varsa bilin ki bu sorun evlendikten sonra da devam edecek.
Evlenince düzelme ihtimali hiç mi yok?
Genellikle bu çok küçük bir olasılık. Evliliğinde problem yaşayanlara soruyoruz: “Peki siz nişanlıyken şikâyet ettiğiniz bu sorunları görmüyor muydunuz?” Çok sık aldığımız yanıtsa şu oluyor: “Vardı! O zamanda böyle beni ihmal eder, çabuk öfkelenirdi ama düzelteceğimi sanıyordum.”
Maalesef birçok kişi kendini Saba melikesi ya da Büyük İskender olarak gördüğü için her şeyi düzeltebileceğini sanıyor. Bir evlilikte en zararlı düşünce bu. Çünkü evlilik eğlencelik bir alan değil. Aile kurmak, çocuk sahibi olmak, başka doyumlar almak için evlenilir, eğlenmek için değil!
Evliliklerinden doyum almayanlarla konuştuğumuz zaman niye evlendiklerini sorarız. Birçok çift eşinin saygı duyduğu nitelikleri konusunda bir şey söyleyemez. Ama birbirlerini çok sevdiklerini, âşık olduklarını kolayca anlatırlar. “Peki ama eşinin neyini beğeniyordun?” diye sorunca “Beni çok seviyordu, ben de çok âşıktım” diye yanıtlayabiliyorlar. Halbuki evliliği iyi gidenlere bu soruyu sorduğumuzda çiftler saygı duyduğu birkaç özellikten söz edebiliyor.
Aşk bir evlilik için yeterli değil mi yani?
Aynen öyle. Hatta bu açıdan bakarsak görücü usulüyle evlenmek daha garanti. Çünkü saydığımız bütün risk faktörlerini anne-baba eliyor. Eğitim farkı var mı, dürüst mü, ahlaklı mı, kötü alışkanlığı var mı? Bu risk faktörlerini eledikten sonra geriye bir tek iki insanın birbirine yakınlık duyması kalıyor. O da oluyorsa evleniyorlar.
Oysa aşk dediğin zaman bu kriterlere bakmazsın bile. Bir başka tehlikeli durum da, seksin ilişkinin ana motoru haline gelmesi. Eğer ortak beğeniler, paylaşım yok, bir tek seks varsa ilişki tehlikede anlamına gelir. Evlenmeden önce cinselliği yaşayanların birçoğu sanıyorlar ki iyi seks evlendikten sonra da hep böyle mükemmel devam edecek. Böyle bir şey olmuyor tabii!
Eşlerden biri evlilikteki sorunu anneye ya da babaya bağlıyorsa çözüm ne olmalı?
Evliliklerde maalesef bu çok yapılır. Eğer bir sorun var ve bu aileye bağlanıyorsa o evlilikten hiç hayır gelmez. Sizi rahatsız eden şeyi ilişki problemi olarak algılamıyorsanız kaynanayı ne yapabilirsiniz ki? Kaynanayla uğraşamazsın. İlişkiyle uğraşabilir, onu değiştirebilirsin.
İşin sonuna geldiğimizi nasıl anlarız?
Birçok çift terapiye geldiğinde aralarında iletişim problemleri olduğunu, çocukla ilgili konularda anlaşmazlık olduğunu söyler. “Peki evliliğinizde ciddi bir sorun var mı?” diye sorduğumuzda “Hayır, yok” derler. Mesela nasır çok acıtır, bağırtacak kadar acıtır, ama öldürmez. Migren krizi bir hafta sonu evinde kapalı kalmanıza yol açabilir. Kendini yerden yere atarsınız, ama hayati bir sorununuz yoktur. İşte ne zaman “Evliliğimizde ciddi sorunlar var” cümlesi söylenirse anlayın ki o evlilik tehlikede. Taraflardan biri artık bir noktaya gelip, sorunları paylaşmak istemiyor. Ona göre artık sorunlardan söz etmek yararsızdır. Hele sorunlardan söz etmeyen kadınsa, anlayalım ki kadın o evliliğin ipini çekmiş.
Neden kadın daha belirleyici?
Erkekler çoğunlukla “Bunları paylaşmak, konuşmak bir işe yaramıyor. Daha çok kavga ediyoruz” diyor. Yani kavga çıkmaması için susabiliyor. Ama “Eşini seviyor musun?” diye sorduğumuzda “Çok seviyorum, çok iyi annedir. Bir tek dırdırı var” diyor. Bu konuşmadan anlıyoruz ki, erkek konuşmayı yararsız görüyor.
Ama kadının konuşmayı yararsız görmesi artık o kocayı yararsız görmesi anlamına gelir. Boşanmadan az önce ya da aldatmaya doğru süreçte bir başka tehlikeli nokta da eşlerden birinin sorunları tek başına çözmeye çalışması. Mesela daha önce kadın eve geldiğinde çocuğunun okuldaki sorunlarını, kendi problemlerini anlatıyor ama bir zaman sonra bunlardan hiç bahsetmiyorsa kritik bir süreç başlamıştır. Kadın artık okulda bir problem varsa kocasına söylemez, okula gider, öğretmenle konuşur, kendi çözmeye çalışır. Veya kendiyle ilgili sorunları için arkadaşlarından destek alır. İşte bunlar artık evliliğin sonuna doğru gözlemlediklerimiz. Bir de bütün bunlar sırasında evlilikte paralel bir yaşam olur. Yani aynı ev paylaşılır ama kimse kimseyle konuşmaz, herkes kendi işine bakıp ihtiyaçlarını karşılar. Kronik olarak kendini yalnız hissetme depresif bir halin de belirtisi olabilir ama değilse o evlilikte ciddi bir sorun vardır.
Aldatılma acısı iki cinste de aynı
Aldatılan biri neler hisseder?
İnsan canlısının yaşayabileceği en büyük acının sevdiği birinin ölümüyle yaşandığı söylenir. Bu yüzden de matem tutulur. Matem de makul bir sürede biter. Ama ihanete uğramış biri ömrünün sonuna kadar daha büyük bir acı yaşamaz. Aldatmada yaşanan tek bir duygu değildir. Çoğu zaman birçok duygu ve düşünce çelişir: Kızgınlık, öfke, çaresizlik, dışlanma, utanç, intikam, beğenilmeme, kendine olan güvenin sarsılması, ayrılmayı istemek ama aynı zamanda kazanmaya çalışmak, zarar vermeyi istemek, yalnız kalmaktan korku, başkaları ne diyecek, insanlar bana acıyarak bakacaklar ve daha bir sürü son derece yıpratıcı duygu ve düşünce. Bunlar aldatılan kadın veya erkeklerin ortak yaşantısı. Dışavurumu farklılık gösteriyor.
Peki eşler neden aldatır?
Konuyla ilgili çalışmalardan değil, yıllar içinde bana anlatılanlar, terapiye gelenler ve gözlemlerinden bir şeyler aktarabilirim. Aldatma konusunda kadınları ve erkekleri birbirinden ayırmak gerekiyor. Türk erkeği evlilik dışı ilişkiyi, kendisi için ahlaki bir sorun olarak görmez ve doğal karşılar. Bu erkekleri yoldan çıkmaya ciddi biçimde özendirir. Eğitim çok erken başlar. Anne baba ve diğer aile büyükleri oğullarının karşı cinse olan düşkünlüğünü, biçimini sorgulamadan alabildiğine destekler. Kız arkadaşıyla çıkarken başka bir kızla ilişki kurarsa, bu onun doğal hakkı olarak görülür. Aldatan Türk erkeğini sınıflandırdığımızda karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor: Şeytana uyanlar, aldatmadan duramayanlar, romantikler ve eşiyle sorunu olduğunu söyleyenler.
Kimlerin ‘şeytana uyma’ potansiyeli yüksek?
Eşini aldatanların büyük bir kısmı biraz önce söylediğimiz bir eğitim sürecinden geçenlerden çıkar. Çevresindeki yetişkinler durmadan zamparalık hikâyeleri anlatırlar ve bununla övünürler. Önüne çıkan fırsatları değerlendirmeyenler, ‘anasının kuzusu’, ya da ‘light erkek’dir. Bir halt edip de yakalanırsa beyninin oyulacağını, çocuklarının hesap soracağını düşünenler uzun süre eşlerini aldatmadan işi götürürler. Yaklaşık bir istatistikle evliliğin ilk birkaç yılından sonra kader ağlarını örer ve olan olur. İşin cinsel yanı genellikle ön plandadır. Yakalanana kadar da böyle gider. Eşini aldatması için evliliğiyle ilgili önemli bir sorunu olması da gerekmez. İyi bir aile babası olarak, dersini de almışsa bir daha yaramazlık yapmadan önce 36 defa düşünür. Bu türün yarattığı tahribat, uslu çocuk olup denilenleri yaparsa nispeten kolay giderilir. Bu grupta boşanma oranı düşüktür. Ancak evliliğin kalitesi dikkat edilmezse ciddi biçimde etkilenir.