Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın başbakanlık görevini üstlendiği dönemdeki ilk Başbakanlık Müsteşarı olan Ömer Dinçer, 16 Nisan'da yapılacak halk oylamasına ilişkin yürütülen "Evet" ve "Hayır" kampanyalarını eleştirdi. "Anayasa değişikliğinin içeriği dışında, 'Evet' veya 'Hayır' demeyi gerektiren her husus dile getiriliyor" diyen Dinçer, "Güncel siyasette, gerçeğin dışında ve ötesinde bir süreç yaşanıyor. Başka bir ifadeyle, olgudan kopuk başka bir gerçek oluştu, referandumda sistem değişikliği yerine sanki bu gölge gerçek oylanacak" ifadesini kullandı.
Ömer Dinçer'in "Neyi tartışıyoruz: Yeni sistemi mi?" başlığıyla yayımlanan (13 Mart 2017) yazısı şöyle:
Muhalefet cephesi şunları söylüyor:
Adem Havva’ya “Hayır” deseydi, bugün hâlâ cennette olacaktık.
“Hayır” çıkarsa hiçbir şey değişmeyecek.
“Evet” denirse bütün yetkiler tek adama verilecek.
Sizin çocuklarınız Suriye’de (veya -30 derecede) ölürken, bunlar kendi çocuklarını 18 yaşında milletvekili yapacak.
İktidar cephesi ise şöyle savunuyor:
Adem’e secde edin emrine “Hayır” diyen melek, şeytandı.
“Hayır” diyenler CHP, HDP ve Kandil’le aynı cephede. İslam karşıtları da “Hayır” diyor.
“Evet” demek için Hadis var.
15 Temmuz’da milletin üstüne bomba yağdıran ve 250 kişiyi şehit eden FETÖ’cüler “Hayır” diyor.
“Evet” çıkarsa ekonomi şaha kalkacak, terör bitecek, bürokrasi ortadan kalkacak, işler daha hızlı çözülecek.
“Evet” sözünün arkasında hep güzel şeyler var: Evlenirken “Evet” denir.
Türkiye siyaseti ve yapılan tartışmaların arka planı hakkında hiç bilgisi olmayan bir gözlemci bu söylenenlerden acaba nasıl bir sonuç çıkarırdı? Pek çok yorum yapılabilir: Dini bir meselenin tartışıldığını, evet-hayır üzerine, gençlik veya kadın-erkek ilişkileri üzerine konuşulduğunu düşünebilir. Ancak sanıyorum, Anayasa referandumuna giden bir süreçte “sistem değişikliği” tartışması olduğunu asla anlayamazdı.
Anayasa değişikliğinin içeriği dışında, “Evet” veya “Hayır” demeyi gerektiren her husus dile getiriliyor. Güncel siyasette, ger- çeğin dışında ve ötesinde bir süreç yaşanıyor. Başka bir ifadeyle, olgudan kopuk başka bir gerçek oluştu, referandumda sistem değişikliği yerine sanki bu gölge gerçek oylanacak.
Maalesef bu yanılsama sadece siyasette değil, toplumsal alanda da yaşanıyor.
“Evet” diyenler terörsüz, ekonomisi güçlenmiş, işsizliği ortadan kalkmış, istikrarlı demokrasisiyle örnek bir ülke olmayı bekliyor.
“Hayır” diyenler rejimin değişeceği, tüm yetkilerin tek adamda toplanacağı otokratik bir yönetim kurulacağından endişe ediyor.
Aslında, Anayasa değişikliğine böylesine büyük bir güç atfetmek de olgudan kopuk gerçek yaratma durumudur. Oysa, toplumun sadece hukuki düzenlemelerle değişmediğini gösteren tecrübelerle dolu bir geçmişe sahibiz.
Siyaset alanında duygulara hitap edildiği, hamasetin yaygın olduğu ve bir nitelik sorunu yaşandığı biliniyordu. Hedef saptırmalar, mübalağa ve suni tartışmalar siyaset aktörlerinin alışılmış davranışları arasındaydı. Ancak son zamanlardaki gerçeği tahrif eden bu tavırlar sadece siyaseti değil, tüm toplumsal alanları etkisi altına alıyor.
Bazılarının, iktidarın her söylemini gerçek gibi algılaması “otorite etkisi” veya “gücün bir yansıması” olarak görülebilir. Hiç şüphesiz bu onaylanamaz. Ancak muhalefetin ürettiği, gerçeği yansıtmayan iddiaları da değer kazanıyorsa, ne demek gerekir?
Bu gelişmeler karşısında tarafları destekleyenlerin ahlakında da bir değişme olacağı beklenebilir. Nitekim gelinen bu noktada, korkarım “amaca giden her yolu mubah gören bir yaklaşım” topluma giderek egemen olacak.
Algı yönetimi siyaset aktörlerinin tek marifeti haline gelmemelidir. Dindar olan halkın daha kolay kabulleneceğini düşünerek dini olayları kendi bağlamından çıkararak kullanmak, belki propagandayı etkili kılmıyor ama dine çok zarar veriyor. Din, siyaseti meşrulaştıracak araç olabilir mi?
Sistem değişikliğini içeriğinden kopararak tartışmak, insanların oylarını daha anlamlı kılmaktan çok, seçmenleri “karanlığa taş atan insan” konumuna itiyor.