Refahyol Hükümeti’nde Denizcilikten Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapmış deneyimli bir siyasetçi olan Gürcan Dağdaş, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başkanlık sistemini istemesinin arkasında “gizli bir ajandası” olduğunu öne sürdü.
Dağdaş, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başkanlık sisteminde ısrarının arkasında “kişisel egosunu tatmin” boyutu olsa da işin esasının “Türkiye’nin idari, siyasi, hukuki yapısının yeniden şekillenmesi demek” olduğunu savundu. Bunu “Türkiye’nin bir federatif yapıya kendisini taşıması demek” ifadeleri ile izah eden Dağdaş, “Bence arkadaki en büyük sebep budur. Bu da bu çözüm süreci olarak önümüze getirilip dayatılan bu pazarlığın bir parçası gibi gözüküyor. Yani federatif bir yapıya doğru Türkiye taşınacaksa bu başkanlık sisteminin üzerinden kendisini ifade edecek” dedi.
‘Arkada gizli bir ajandanın olduğunu hepimizin görmesi lazım’
Cihan Haber Ajansı'na (Cihan) konuşan Gürcan Dağdaş, Erdoğan’ın başkanlık sistemini bürokrasinin önüne çıkardığı engellerin üzerinden tarif ederken, bir miktar kendi nefsiyle ilgili bir arayış gibi sunarken asıl amacı saklamaya ve gölgelemeye çalıştığını öne sürdü. Dağdaş, “Eğer Türkiye Sayın Cumhurbaşkanı’nın daha fazla güçlenmesi için başkanlık ve parlamenter sistem arasında bir değerlendirme yapmış olsa Türkiye’deki Başbakanlık dünyanın hiçbir yerinde; diktatöryel krallıklar, meşrutiyetler dahil, hiç birinde olmayan bir güç üzerinde oturuyor.” vurgusunu yaptı. Bu durumu Dağdaş, “Bütçeyi o harcıyor, Parlamento’nun yasa yapma gücü onun eline geçiyor. En ufacık kamudaki bir işçinin bile işe alınmasına veya işten çıkarılmasına patronaj olarak o karar veriyor. Hazinenin, bütçenin tamamının üzerinde hesap kitap yapma gücü onda. Bu ne Amerikan Başkanı’nda var, ne Fransa Cumhurbaşkanı’nda var. Bu hiçbir yerde yok. Tüm buna rağmen bu Başbakanlık’ı güçsüz gibi görüp başkanlık iddiasının peşine düşüyorsanız, orada arkada gizli bir ajandanın olduğunu hepimizin görmesi lazım.” diye izah etti. Dağdaş, “Şüphesiz ki birileri çıkıp Türkiye’deki yapının bir federatif yapıya taşınması gibi bir tezi savunabilir. Bunu karşıtları da bunun yanlış, eksik olduğunu söyleyebilir. Ama bunu siz maskeli bir şekilde sadece yürütme gücünün önündeki engelleri kaldırmak adına milletim için istiyorum diyerek maskeliyorsanız, bu hepimizin canını sıkacak yarın ağır sonuçları çıkarır.” uyarısında da bulundu.
'IŞİD'in Kobani saldırısı Suriye'de kantonlaşmayı meşrulaştırmak için'
Devlet eski Bakanı Gürcan Dağdaş, röportajda ironik bulsa da “IŞİD’in Kobani’ye saldırısı Suriye’de kantonlaşmanın önünü açmak ve meşrulaştırmak için yapılan bir saldırıydı.” düşüncesini de paylaştı. Dağdaş, “Bence IŞİD’la PKK, PYD çatışmalarının ortaya çıkardığı hasıla bu kantonlaştırma sürecini bir yeryüzü algısı oluşturmak üzereydi. Oldu. Cizre’de olan ne? Kobani’de olan neyse Cizre’de olan o. Muhtemeldir ki bu tüm Güneydoğu’yu içine alan bir ivme kazanacak.” şeklinde konuştu.
'Kürtlerin taleplerini karşılamak için anayasa değişikliğine gerek yok ki'
Çözüm sürecine yönelik eleştirilerde bulunan Dağdaş, muhatap olarak PKK’nın alınmasının hata olduğunu, hükümetin Kürt vatandaşların taleplerini hiçbir anayasal değişikliğe gerek olmadan değiştirebileceğini hatırlattı: “Eğer çözüm süreci üzerinden bir şey söylememiz gerekirse tek başına iktidar olan bir parti var. Diyelim ki Kürt vatandaşlarımız ‘benim eğitim dilim Kürtçe olsun’ diye bir talebi var. Bunun için anayasa değişikliğine gerek yok ki. İktidar bunu hemen Parlamento'da sayısal çoğunluğu ile yerine getirebilir. Diyelim ki Kürt vatandaşlarımız yerel yönetimlerin, Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın üzerindeki muhalefet şerhinizi kaldırın diye bir talebi var. Bunun için anayasa değişikliğine ihtiyaç yok ki. Bu hükümet bunu yapabilir. Sayısal çoğunluğu var. Peki bunlar bu taleplere rağmen bu hükümet neden İmralı’yı Kandil’i PKK’yı bir muhatap alarak bu süreci devam ettirmeye çalışıyor. Neden Kürt vatandaşlarımızın talebi üzerinden onlara komisyon ödüyor? Niye onlara alan ve itibar kazandırmaya çalışıyor? İşte bu biraz evvel başkanlıkla ilgili arkadaki var olan gizli ajandanın gereği olarak orada duruyor.”
'Halk Osmanlıcılığı yanlış anlıyor'
Bu açıdan Güneydoğu’da bir tehdit ile karşı karşıya olunduğunu belirten Dağdaş, şöyle devam etti:
“Doğal olarak biz şimdi nasıl bir tehditle karşı karşıyayız? Ya HDP barajı aşamazsa? ‘Diyarbakır’da bölgesel meclisini toplayacağım’ diyor HDP yetkilileri. Şimdi biz bu sarmalın içerisinde eğer evin içinde bir işbirlikçi yoksa eğer Sayın Cumhurbaşkanının gerçekten Kürt vatandaşlarımızın derdiyle dertlendiğini iddia ettiği gibiyse bunun böyle olmaması lazım. Çıkıp ‘kim bu PKK, kim bu Kandil, kim bu İmralıdeyip şu taleplerle ilgili benim gücüm var ben Parlamento’dan bunu çıkarıyorum’ diyebilir. Bunu demiyorsa o zaman aklınıza şu gelir. Bir miktar da bunun verileri önümüzde duruyor. Bu Neo-Osmanlıcılık Misak-ı Milli ile irtibatlı bir alanı tarif ediyor. Biz bunu 21 Mart’ta 2013’te Diyarbakır meydanında Abdullah Öcalan’ın mesajında gördük Misak-ı Milli vurgusunu. Kürtlerle Türklerin ortaklığıyla Ortadoğu’da oluşacak iklimden bahseden bir söylemdi o. Bizim halkımız Neo-Osmanlıcılığı bunların ifade ettiği büyük Osmanlı coğrafyası olarak algılıyor. Öyle değil. Misak-ı Milli’yi içine alan bir federatif yapıyı tarif ediyor. Bence bu federatif yapının arkada Oslo’yla başlayan süreç içerisinde pazarlığı bir yere gelmiştir. Bunun dış müdahili olanları var. Ve burada Kürt vatandaşlarımızın adına yeni bir ağalık düzeni kurmaya çalışan bir terör örgütünün rolü var. Bu rol dağılımında Sayın Cumhurbaşkanı bunu ete kemiğe bürünmesi için başkanlık sisteminin üzerinden Türkiye’nin idari, siyasi, hukuki yapısını değiştirmeyi taahhüt ediyor veya öyle bir görev var önünde. Bence iyi günler beklemiyor bizi."
‘Bu fırtına kötü bir fırtına’
Bu ülkede yaşayan herkesin birinci sınıf vatandaş olduğunu, Kürt vatandaşların eksik gedik bulduğu bir şey varsa bunun cevabını herkesin bulmak zorunda olduğunun altını çizen Dağdaş, şunları söyledi:
"Ama biz Kürt vatandaşımızla konuşmuyoruz. Kiminle konuşuyoruz? Onun feodalite diye dün itiraz ettiği, bugün terör örgütünün üzerinden bir ağalık düzeniyle karşı karşıya kaldığı yerde ağayla konuşuyoruz. Yine marabanın halini hatırını soran yok. Yine maraba arada sandviç olup gidiyor. Peki biz yani neyi arıyoruz? Şimdi bu çatının altında hepimiz yaşıyoruz. Ve bu Türkiye coğrafyası yerkürede o boğazın en kıymetli yalısı gibidir. Çok kıymetli bir yerdir burası. Burada insanı bedava yaşatmazlar. Bu kadar iç içe girmiş bu kadar hasımlaşmış bölünmüş bir toplumun burada uzun süre yaşaması mümkün olmaz. Yeryüzünde hala 800 milyon civarında insanın vatanım diyebileceği bir toprak parçası yok. Mülteci durumunda iltica etmiş. Yani burada 2 milyon Suriyelinin varlığından zaman zaman rahatsızlık hisseden insanlarımız var. Bir an empati yapsalar, o insanların burada çektiği sefalet sıkıntı bir gün onların gelmiş gibi düşünseler ne halde olduğumuzu görmeyecek miyiz? Dün Suriye’de de dün Irak’ta da bugün bizim kaygı olarak önümüzde duran kaygıları duyan insanlar vardı. Ama onların sesleri duyulmadı. Ve koskocaman yapılar çöktü, milyarlarca insan öldü, milyonlarca insan yurdundan yuvasından uzaklara düştü ve sefalet içerisinde. Onların içindemilletvekili olan var general olan var zengin olan var akademisyen var. Ama burada bir karın tokluğu için çırpınan insanlar. Bunları görüyoruz biz. O zaman bu çatının çökmesi kimsenin hayrına değil. Olabilir ki muktedirler için ya burada böyle bir şey olursa biz teknemize atlar karşı kıyıya geçeriz diye bir düşünce olabilir. Hani o meşhur Titanik filminde, Titanik batarken birçok insan o botlara bindi. Ama o botların büyük bir kısmı kıyıya ulaşamadı. Bizim botumuz batarsa bu gemi biz karşı kıyıya geçeriz diye düşünüyorsa bu kısım insan, veya muktedir, o botların büyük bir kısmı kıyıya ulaşamaz. Bu fırtına kötü bir fırtına.”