Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nde kıdemli uzman ve Türkiye Araştırmaları Programı’nın direktörü olarak görev alan Soner Çağaptay, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın iktidarı döneminde yetişmiş kuşağın giderek Erdoğan'a karşı oy kullanacağını söyledi. Çağaptay "Bu oy grubuna her geçen sene yeni yaş gruplarının eklenmesiyle de Erdoğan’ın 2019 seçimlerini kaybetme korkuları her geçen gün artıyor" ifadesini kullandı.
Erdoğan’ın referandumu az bir farkla kazanmasına rağmen, 18-32 yaş seçmen grubu içinde yüzde beşlik bir farkla kaybettiğini hatırlatan Çağaptay T24’e konuştu.
Çağaptay'a ilettiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
Türkiye’de demokrasi ölüm sürecinde. Meclisteki üç muhalefet partisinden biri olan HDP’nin lideri, Selahattin Demirtaş hapiste tutulurken, MHP lideri Bahçeli ise Erdoğan’a desteğini açıkladı. Ana muhalefet partisi CHP’nin lideri Kılıçdaroğlu ise Bekir Bozdağ tarafından “Milli güvenlik sorunu” olarak nitelendiriliyor. Erdoğan’ın muhalefet üzerinde kurduğu baskının arkasında ince hesaplar var. Erdoğan, özellikle son zamanlarda bütün dünya’da yükselişe geçen popülist ve sağcı hareketlerin öncül ve önemli örneklerinden bir tanesi. 2003’te iktidara gelişinden beri karşıt gruplar üzerinde kurduğu baskıyı sürekli arttırdı. Erdoğan’ın temel korkusu, bir gün seçimleri kaybederse yargılanabileceği ihtimali. Bu olasılığı ortadan kaldırmak için de önündeki tek çıkış yolunu; demokrasiyi sona erdirmek olarak görüyor.
Erdoğan ve AKP’nin Türkiye’deki geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Erdoğan, şimdiye kadarki tüm çabalarına rağmen ezici bir oy çoğunluğu sağlayabilmiş değil. Oy kazanmak için izlemiş olduğu politikalar, ülkeyi bütünleştirmek yerine toplum içinde derin bir kutuplaşmaya yol açtı. Toplumun neredeyse yarısını oluşturan ve içlerinde solcuların, liberallerin, Alevilerin, Kürt milliyetçilerinin, Kemalistlerin ve sosyal demokratların bulunduğu muhalefet bloğu ondan neredeyse nefret ederken, toplumun diğer yüzde ellisi onu hayranlıkla destekliyor. Erdoğan, kendi lehindeki bloğu sağladığı ekonomik büyüme ve izlediği İslamcı ve muhafazakâr siyaset sayesinde neredeyse yekvücut hale getirmeyi başardı. Fakat Erdoğan’ın geleceği aslında pamuk ipliğine bağlı. Referandumu az bir farkla kazanmasına rağmen, 18-32 yaş seçmen grubu içinde yüzde beşlik bir farkla kaybettiği görülüyor. Bu demek oluyor ki; AK Parti ve Erdoğan iktidarı döneminde yetişmiş kuşağın çoğunluğu giderek Erdoğan’a karşı oy kullanacak. Bu oy grubuna her geçen sene yeni yaş gruplarının eklenmesiyle de Erdoğan’ın 2019 seçimlerini kaybetme korkuları her geçen gün artıyor. Dolayısıyla da o, demokrasiyi giderek sona erdirmek için her geçen gün yeni adımlar atacak.
2016 yazındaki darbe teşebbüsü Erdoğan’ın iktidardan düşme korkusunu en çok arttıran olay olarak görülebilir. Darbe teşebbüsünün hemen sonrasında ilan edilen OHAL ile hükümet darbecilerin peşine düşmüştü. Ancak günümüzde hala devam etmekte olan OHAL, Erdoğan’a aynı zamanda karşıtları ve ülkenin yarısını oluşturan muhalefet üzerindeki baskısını arttırma şansı da vermiş oldu. Bugüne kadar OHAL’in Meclis tarafından beş defa uzatılmış olduğunun da altını çizmek gerek. En son alınan uzatma kararının ardından Erdoğan’ın yaptığı açıklamaya göre OHAL “Ülkede huzur ve güven ortamı sağlanana kadar” devam edecek.
İleriye dönük bakıldığında, Erdoğan önümüzdeki seçimlerin eşit ve adil olmaması için elinden geleni yapacaktır. Seçimlerde hile suçlamaları referandum oylamasının hemen sonrasında dile getirilmişti. AGİT’in referandumla ilgili yapmış olduğu açıklamaya göre, “referandumda devlet imkânlarının orantısız bir şekilde kullanılması, adil olmayan bir kampanya sürecinin yaşanmasına” neden olmuştu. Ancak, Erdoğan bu suçlamaları ve uyarıları yok sayarak, seçimle ilgili her hangi bir soruşturma açılmasına engel oldu.
Bir makalenizde, Türkiye’de toplumsal uzlaşma için, muhalefet bloğunun bir araya gelip, Erdoğan’a büyük bir uzlaşma teklifiyle gitmesi gerektiğinden bahsetmiştiniz. Bu teklif ne olmalı?
Demokrasinin bekası için muhalefetin Erdoğan’a, seçimi kaybetmesi durumunda, yargılanmayacağına dair garanti vermesi gerekir. Verilecek bu garantinin, aynı zamanda AK Parti yönetimini ve ayrıca yolsuzluk suçlamalarında adı geçen Erdoğan’ın aile üyelerini de kapsaması gerekiyor. Bu garantinin, ülkeyi bir araya getirmeyi amaçlayan yeni bir toplumsal uzlaşma ile hayata geçirilmesi gerekir. Erdoğan taraftarı ve karşıtı her iki bloktan söz sahibi aydın ve düşünürlerin bir araya gelerek, ülkenin ve vatandaşların iyiliğini göz önünde bulundurup, Erdoğan hükümetine ve tüm topluma yönelik açık bir mektup yazmaları ilk aşama olabilir. Geçmişte yapılan hataları göz önünde bulundurduğumuzda, bu teklif/ çerçevesinde ülkenin muhafazakâr ve dindar kesimine, dinini istediği gibi yaşama özgürlüğü verilirken; laik, solcu ve liberal kesime de dinden bağımsız yaşama özgürlüğünün aynı uzlaşma içinde sunulması gerekiyor. Toplumdan ve Meclis’ten her grubun katılımını gerektiren bu uzlaşmada Erdoğan yanlısı muhafazakâr ve mütedeyyin düşünür ve aydınların da eşit söz sahibi olması gerekiyor. Bu, özellikle “dinini istediği gibi yaşama hürriyeti” ve “dinden bağımsız yaşama hürriyeti” gibi iki maddenin aynı anda Anayasa bünyesine girmesi için Meclis’te gerekli değişikliğinin sağlanması açısından da önemli. Bahsi geçen bu teklifin, daha sonra da Meclis’teki bütün partiler tarafından imzalanacak ortak bir açıklama ile taçlandırılması gerekir. Yayınlanacak bu açıklama, Türk politik tarihinde Erdoğan’dan önceye dayanan “kazanırsam, rakibimin vay haline” ısrarlı siyasetin anatomisini gözler önüne sermeli ve bu tarz politikaları sonlandırmayı amaçlamalıdır. Bu güvencenin geçerliliğini sağlayacak olan taraf, ülkenin geleneksel olarak en saygı duyulan kurumu, Türk Silahlı Kuvvetleri olabilir. Bazılarına orduyu siyasetin içine yeniden dahil etmek ilk başta iyi bir fikir gibi gözükmeyebilir. Ama askerliğin zorunlu olduğu bir ülkede, toplumun her iki kutbuna da hâlâ yer veren ender kurumlardan birisi olan TSK, aynı zamanda her iki grubun da saygı duyduğu sayılı kurumlardan biridir.
Peki, Erdoğan ve muhalefet bu teklifi neden kabul etsin?
Bu önerinin hayata geçmesi söylendiği kadar kolay olmayacaktır. Zira muhalefet bloğunu oluşturan birçok farklı grup söz konusu. Bu gruplardan bazılarının, örneğin aşırı solcuların, Erdoğan’a duyduğu nefret o kadar fazla ki, teklif kabul görse bile ileride geçerliliği tehlike altına girebilir. Öte yandan, uzlaşma önerisi ne kadar cazip olursa olsun, Erdoğan da karşıtlarının sözüne tamamen güvenemeyeceğinden, yapılan bu teklifi kabul etmeyebilir. Destekçileri de böyle bir anlaşmayı kabul etmesini kendisine yakıştıramayabilirler. Ancak Erdoğan kendisi de geçmişte, önceki hükümetlerin bu tarz politikaları yüzünden eziyet gören tarafta olduğu için bu tarz siyaseti bitirme konusunda empati gösterecektir.
Geleceğe ilişkin umutlu musunuz? Türkiye’yi ne gibi tehlikeler bekliyor?
Erdoğan eğer 40 milyonluk muhalefetiyle uzlaşamazsa, Türkiye’nin önünde büyük bir tehlike var: o da karşıt grupların, kimi unsurlarının, bu istenmeyen bir senaryo olsa bile, şiddet kullanmaya başvurması.Böyle bir senaryonun yaşanması durumunda, onlarca yıldır Türkiye’ye karşı savaşmakta olan PKK, Erdoğan taraftarı gruplara karşı şiddette öncü rolü üstlenmeye çalışabilir. PKK, zaten bu rolü bir süredir üstlenlemiş ve AK Partili yetkilileri ile emniyet güçlerini hedef almaktaydı. Örgütün son zamanlardaki en kanlı eylemi 2016 Aralık’ta emniyet güçlerini taşıyan otobüse yerleştirdikleri bombalı saldırıydı.
Türkiye’nin 1970’den beri süre gelen sağcı-solcu gerilimini ve o dönemde ülke genelinde yaşanmış olayları göz önünde bulundurduğumuzda, şiddetle sonuçlanacak, ve hiç istenmeyecek, böylesi bir senaryonun Türkiye için çok tehlikeli olacağını söyleyebiliriz. Aşırı solcuların ve Kürt milliyetçiliğinin tetikleyebileceği olaylar dizisi ne yazık ki, ülke geneline aniden yayılabilir. Buna karşın AK Parti destekçisi ve aşırı sağcı grupların da bunlara tepki vermesi olayların daha da kötüye gitmesine sebebiyet verebilir. DAEŞ zaten Erdoğan karşıtı gruplara saldırma görevini kendisine vazife etmiş görünmekte. Terör örgütü, 2015’ten beri ülke genelinde gerçekleştirdiği saldırılarda, yabancıların yanı sıra sadece solcuları, sosyalistleri, sosyal demokratları, liberalleri, Alevileri ve Kürt milliyetçi grupları hedef alarak, 200’den fazla insanı öldürdü.
Erdoğan’ın karşısındaki tehditlerin belki de en büyüğü ülke dışında: Putin ve Esad rejimi listenin başında gelmekte. Örneğin, ilişkilerde son dönemdeki “iyi gidişe” rağmen, Moskova’nın uzun vadedeki hesabının Türkiye’yi zayıflatmak olduğu gerçeğini unutmamak gerekir. ABD Dışişleri Bakanlığı eski görevlisi Naz Durakoğlu’nun yaptığı araştırmaya göre Nisan 2017 referandum oylaması sırasında Rus propaganda kuruluşu olan Sputnik Türkiye, diğer tüm yabancı haber kanallarının konuyla ilgili yaptığı haberlerin toplamının üzerinde haber yapmakla kalmayıp, yazılarının çoğunda Erdoğan karşıtı bir tutum aldı.
Putin’in niyeti, tabi ki Erdoğan’ın yerine soldan veya liberal taraftan birisini getirmek değil. Tersine, Rus lider için en cazip Türkiye senaryosu, Erdoğan ve karşıtları arasında devam eden ve dozu sürekli artan bir gerilim ve kriz ortamı. Putin’in uzun vadedeki hedefinin zayıf bir NATO olduğunu düşünürsek, kriz içindeki bir Türkiye’yi neden arzuladığını anlayabiliriz. Kendi içinde bölünmüş ve hatta, Allah göstermesin, şiddetin hüküm sürdüğü bir Türkiye, Putin’in bu hedefine ulaşmasını hiç şüphesiz kolaylaştıracaktır. Kriz içinde bir Türkiye, zayıf bir NATO’ya giden en garantili yol. Sonuçta Türkiye, NATO üyeleri arasında ABD’den sonra en büyük ikinci orduya sahip ve Amerika’nın Orta Doğu ve Güney Avrupa’daki en önemli müttefiki. Rusya, Türkiye’de hangi blok zayıfsa ona destek vererek, ülkenin krizini ilelebet uzatma yolunu seçecektir.
Esad ise ayrı bir risk taşımakta. Suriye iç savaşının başlamasından beri Esad’ı indirmek için uğraşan Erdoğan, bu sayede kendisine ciddi bir düşman yaratmış oldu. Bir gün en nihayet, Ankara Suriye’deki olaylardan kendisini soyutlamayı başarsa da, Esad, Erdoğan’ın ona yapmaya çalıştıklarını kolay kolay unutmayacaktır. Şam’daki diktatör, Erdoğan’a ve Türkiye’ye zarar verebilmek için, Baas rejiminin Soğuk Savaş zamanından beri ilişkisinin olduğu PKK ve DHKP-C’yi kullanacaktır.
Moskova’nın neden Suriye’de, PKK ile bağlantılı YPG’nin bulunduğu Afrin bölgesine asker yolladığı buradan daha kolay anlaşılabilir. Rusya’nın Afrin’e yaptığı yatırımın arkasında Moskova ve Esad rejiminin YPG ve PKK ile ilgili uzun vadeli hesapları yatmakta. Daha da önemlisi, Esad rejimi YPG’nin bulunduğu Menbiç bölgesini Türk tehdidinden korumak için, Rusya’nın desteği ile Halep’ten Menbiç’e uzanan bir kara köprüsü kurdu. Sonuç olarak Putin ve Esad, Kürt politikası üzerinden, Suriye’de ve hatta Türkiye içerisinde Erdoğan’a karşı kullanabilecekleri bir Kürt kartı elde etmek istiyor.