Cumhurbaşkanı Abdullah Gül haklı çıktı. Şubat ayında Sinop’ta yargı reformu ve referandum sorulduğunda bu işlerin gerekli olduğuna inandığını, ancak ‘yeni kutuplaşmalara fırsat vermeden, konuları politize etmeden, partizanca kutuplaşma vesilesi yapmadan’ çözmek gerektiğine inandığını, referandum üzerine yorum yapmaktan kaçınarak söyledi.
Gerçekten de ankara siyaset kulisini yakından izleyenler Gül’ün, Anayasa değişikliklerini referanduma sunmanın iyi bir fikir olmadığına inandığını biliyordu.
Şimdi bir de önceki akşam Başbakan Tayyip Erdoğan’nın NTV’de söylediğine bakalım: “Darbe anayasasına oy veren darbecidir.”
Allah’tan sorucular arasında bulunan Ruşen Çakır ‘Nüfusun yüzde 45’inin darbeci olduğu bir ülkede’ Başbakan olmanın nasıl bir duygu olduğunu gazeteci refleksiyle sordu. Gerçi ters bir bakış dışında cevap alamadı, ama hiç değilse sordu.
Bu yüzde 45 tahmini de, yine Başbakan’dan kaynaklanıyor. Başbakan Erdoğan’ın güvendiği araştırmacılar, ‘evet’ oylarını yüzde 55 tahmin ettiği için Ruşen Çakır soruyu öyle sordu.
Tabii Başbakan kendi istediği yönde oy kullanmayanları darbeci ilan ederse, toplumun aynası olan medyada da bunun yankı bulması kaçınılmaz.
Örneğin dün, Star Genel Yayın Müdürü Mustafa Karaalioğlu, “13 Eylül sabahı darbecilerin tebessüm ettiği bir güne uyanmak” başlıklı yazısında “köşelerinde seviyenin iyiden iyiye düşmesinden” şikayetçi. Sorunu, evetçilerin seslerini yeterince duyuramamaları.
Açıkça ‘evet’ demedikleri için bir daha ‘Huzura’ kabul edilmemekle tehdit edilen TOBB yönetimi ya da ‘Evet’ ilan etmediği için hükümete yakın Hak-İş tarafından ‘konsomatris’ benzetmesi yapılan TÜSİAD ya da ‘hayır ilan ettiği için sistemden aforoz edilmeye çalışılan DİSK ya da Anadolu ve Rumeli’de ‘hayır’ pankartları zorla indirilen muhalefet partileri ya da şimdi ‘evet’ demediği için yok sayılan Kürt girişimindeki aydın arkadaşları Karaalioğlu’nun radar ekranına girmiyor belli ki. (Karaalioğlu ile bir noktada buluşuyoruz: hayır verenlerin, hepsi olmasa da ezici çoğunluğu anayasa paketini değil, Başbakan Erdoğan ve AK parti iktidarına itirazlarını dile getirmiş olacak bence de.)
Gazete köşelerine döneceğiz, Radikal’e de dokunup çuvaldızı kendimize batıracağız. Ama önce anlam vermekte zorlandığım bir konuyu daha müsaadenizle paylaşmak istiyorum. Dışişleri Bakanı Davutoğlu geçenlerde ‘Referandumda hayır çıkarsa bunu Avrupa’ya nasıl anlatacağı’ sorusunu paylaştı kamuoyuyla. Davutoğlu’nun Başbakan’ın güvendiği anketlere tam güvenemediği kuşkusunu bir yana bırakalım, demek ki bakanın, halkın tercihi her ne olursa olsun bunu Avrupalılara anlatıp anlatamama sorunu olduğunu anlıyoruz.
Bana kalırsa referandumdan evet çıkması ne kadar meşru ise, hayır çıkması da o kadar meşrudur ve Dışişleri Bakanımız sorulduğunda ‘Halkın tercihi’ diyebilmelidir; hükümetlerin seçmenlerinin tercihlerinden utanmak gibi bir sorunu olmamalı. Fransız ve Hollandalı bakanlar, seçmenleri AB Anayasası’nı reddettiğine açıklamakta bir sıkıntıya düşmediler örneğin.
Burada bir bakana gazeteci milleti olarak haksızlık ettiğimize inanıyorum. Ben -yadırgamış olsam da- yazmadım ama yazan meslektaşlarım oldu ve Avrupa Birliği işleri bakanımız Egemen Bağış’ı, ‘hayır’ vereceklerin aklına şaştığını söylediği için kınadılar.
Bugünün Türkiye’sinde sonuna dek serbestlik içinde kullanabildiğimiz özgürlüklerden olan ‘evet deme özgürlüğümüz’ çerçevesinde Cengiz Çandar’ın dün Radikal’deki yazısı ise Bağış’ın söylediklerindeki yetersizliği gösteren parlak bir örnek oldu. 12 Eylül’de oy vereceğimiz değişiklikleri sıralayan Çandar, yazısını şöyle bitirmiş: “Bunlara ‘EVET’ dememek için, ya ‘vicdansız’ ya da ‘Tayyip’e takık’ bir halde ‘ruh sağlığını yitirmiş’ biri veya kafası fosilleşmeye başlamış bir ‘bağnaz’ olmalıyım. Allah’a şükürler olsun ki hiçbiri değilim!”
Bu çıtayı yükselten bir yaklaşım. Çünkü yalnızca ‘hayır’ diyecekler değil, ‘evet demeyecekler’, örneğin sandığa gitmeyecekler de Çandar tarafından dört kategoride toplanıyor: 1- Vicdansızlar, 2- ‘Tayyip’e takıklar’, 3- Ruh sağlığını yitirmişler, 4- Kafası fosilleşmeye başlamış bağnazlar. İktidardakiler gibi düşünmeyenlerin ya da yaşamayanların darbeci ve akıl hastası olarak damgalandığı, hatta toplama kamplarına bile gönderildiği dönemleri insanlık yakın geçmişte yaşadı. “Allah’a şükürler olsun” ki bizler 21’inci yüzyılın başında Türkiyemizdeki tam demokratik düzende bu gibi despotik saçmalıklardan uzak, tercihlerimizi dile getirmek ve getirirsek darbeci, akıl hastası olarak damgalanmak endişesinden uzak, huzur içinde yaşıyoruz.
13 Eylül sabahı mı? Yüzde 55 ‘evet’ çıkacağına inanan Başbakanımız, herhalde nüfusun geri kalanını oluşturan darbe yanlılarını ikna etmenin bir yolunu bulacaktır. Bayramınız kutlu olsun, şimdi hayırlı olsun demeyelim, onu da başka yere çekerler.
(Radikal gazetesi yazarı Murat Yetkin 9 Eylül 2010 tarihli yazısı)