Medya

"Erdoğan 1994'ten beri İstanbul'u bizzat yönetiyor; demek ki inşaatlar hakkında da yanılmış"

"Hatırlıyor mu bilmiyorum ama..."

23 Mart 2017 11:54

Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın “Her gecekondunun bahçesine sığdığı kadar ağaç dikilerek, bir farklılık ortaya konmuştur. O gecekonduların çoğu, bugün şehirlerimizi istila eden beton, demir binalarından daha özgündür, daha kişiliklidir" ifadesiyle ilgili olarak "Hatırlıyor mu bilmiyorum ama İstanbul’u, 1994 yılının mart ayından beri aralıksız bugüne kadar bizzat kendisi yönetti" dedi. Yılmaz, "Demek ki o zaman, bu inşaatlar konusunda da yanılmış" ifadesini kullandı.

Mehmet Yakup Yılmaz'ın "'Ayak sesleri' meselesi" başlığıyla yayımlanan (23 mart 2017) yazısı şöyle:

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Avrupa’da “faşizm ve Nazizm’in ayak seslerini” duyduğunu söyledi.

“Yakın komşumuz, dostumuz, müttefikimiz, Avrupa kıtasını kötü bir gelecek bekliyor. Bu tedbirleri almanın yolu yabancılarla dostluk içerisinde yaşamaktır” dedi.

Dünyayı saran popülizm dalgasının Avrupa’yı etkilediği, kötü sonuçları hâlâ bertaraf edilemeyen ekonomik krizi iyi yönetemeyen merkez sağ partilerin, ırkçı partilere karşı gerilediği bir gerçek.

Ama bundan “faşizm ve Nazizm’in ayak seslerini” duymayı başarabilmek o kadar kolay değil.

Çünkü, her ne kadar siyasete popülizm hâkim olsa da oralarda demokrasinin ve bireysel hakların teminatları var, yargı bağımsızlığını koruyabiliyor, sivil toplum son derece güçlü ve etkili.

Öte yandan Fransa ve Almanya seçimlerini sosyalistlerin ve sosyal demokratların kazanma ihtimalinin giderek yükseldiğini de araştırmalar ortaya koyuyor.

Bu noktada durup bir de ülkemize bakmamızda yarar var.

Faşizm ve Nazizm’den, yükselen ırkçılıktan ve ırkçı düşmanlıklardan söz ederken bundan kimin daha çok korkması gerektiğini konuşmamız gerek.

Türkiye’de iktidar eliyle pompalanan bir Batı karşıtlığının giderek yaygınlaştığını biliyoruz.

Ve bu yeni bir durum değil. Popülist siyaset, Türkiye’de de çözemediği sorunların üstesinden gelebilmenin yolunu Batı karşıtlığını körüklemekte buluyor.

Öte yandan demokratik haklarımızın teminatları açısından da durumumuz son derece vahim.

Bakın referanduma bile olağanüstü hal altında gidiyoruz.

Referandumda “hayır” denmesini isteyenlerin seslerinin duyulmaması için her türlü baskı var. Valiler toplantıları yasaklıyorlar, afiş asılmasını engelliyorlar, sesini çıkarana bir suç yapıştırmaya hazır bir savcılar ordusu tetikte bekliyor.

Son seçimlerde yüzde 10’un üzerinde oy almış bir partinin neredeyse bütün yöneticileri ile milletvekillerinin önemli bölümü tutuklu. Seçilmiş belediye başkanlarının yerine memurlar atandı.

Yargının bağımsızlığı Anayasa değişikliği referandumda kabul edildiği takdirde tamamen yok olacak.

Bireysel haklarımızın teminatı yok, idari kararlar ile en temel haklarımızı elimizden alabiliyorlar.

Demokrasinin ve insan haklarının üzerine doğru gelen ayak sesleri duymamız gerekiyorsa, bu seslerin Türkiye’de de çıktığını görmemiz gerek.

Çok yanılmıştı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, şehirlerimizi beton, çelik ve cam yığını binaların işgal ettiğini söyledi.

“Şehirciliğimizdeki bu ara dönemi de kısa sürede geri bırakarak insan fıtratına uygun yapılarla tanışacağımız günler inşallah yakındır” dedi.

Cumhurbaşkanı, hatırlıyor mu bilmiyorum ama İstanbul’u, 1994 yılının mart ayından beri aralıksız bugüne kadar bizzat kendisi yönetti.

Belediye Başkanlığı görevinden alındığında yerine vekilini bırakmıştı, Başbakan olduktan sonra da İstanbul’un her şeyiyle “usta” sıfatıyla kendisi ilgilendi.

Ve İstanbul’un beton, cam, çelik gökdelenlerle doldurulması da kendi Başbakanlığına rastlıyor.

Şehirlerimizin çoğunda da onun sözünden bir adım çıkmayan belediye başkanları yönetimde.

Bugün sahip olduğu fikirlere, keşke o vakit sahip olabilseydi.

Ama biliyorsunuz kendisi sıkça yanılıyor, yanıltılıyor.

Önce Fetullahçıların, sonra da çözüm süreci sırasında PKK’lıların kendisini aldattığını bizzat açıklamıştı.

Demek ki o zaman, bu inşaatlar konusunda da yanılmış.

Ve şimdi bir tek adam yönetimi kurmak için vatandaşlardan yetki istiyor. Çünkü o zaman Türkiye uçacak, ayaklarındaki zincirlerden kurtulacak filan.

Bu kadar çok yanıldığına göre acaba şimdi de yanılıyor olmasın?

Komisyon neyi bekleyecekti?

AB Bakanı Ömer Çelik, AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri Johannes Hahn’ın, Türkiye’nin AB’den uzaklaştığına ilişkin sözlerine kızdı.

Venedik Komisyonu’nun, Anayasa değişikliği ile ilgili raporunu eleştirdi, “Uygulamayı bekleyerek yazmaları gerekirdi” dedi.

“Uygulama” neden beklenecek, bunu pek anlayamadım.

Anayasa değişikliği referandumda kabul edilirse, Türkiye’de yargı bağımsızlığı bitecek.

Cumhurbaşkanı Hâkimler, Savcılar Kurulu’nun yarısını tek başına seçecek, öteki yarısını da iktidar partisinin başkanı olarak seçecek.

Anayasa Mahkemesi’nin 15 üyesinden 12’sini kendi başına seçecek, geri kalan üyeleri de parti genel başkanı olarak Meclis’te belirleyecek.

Seçimleri böyle yapılmış kurulların gerçekten bağımsız ve tarafsız olmalarını bekleyene ne demeli bilmiyorum.

“Uygulama” nasıl farklı olacak?

Öte yandan Anayasa değişikliği, doğru dürüst tartışılamadı bile. Meclis’e getirdiler, oldubitti ile Meclis’ten geçirdiler, gizli oy ilkesini çiğnediler.

Venedik Komisyonu, bu gerçekleşmiş şeyi yazıyor zaten, neyin uygulamasını bekleyecekti?