Kültür-Sanat
Ekranlara kıymık batıyor
Bu hafta vizyonda altı film var. Kıymık, elinize kıymık batmış gibi hissediyorsunuz, daha ne olsun… İyi seyirler
03 Nisan 2009 03:00
Bu hafta vizyonda altı film var. Vahşet Partisi, tehlikeye bile bile lades diyen filmlerden. Biraz hafta sonu eğlencesi biraz gençlik ruhu dozu bu filmin yapıtaşlarından… Marley ve Ben için kısaca köpeğim ve ben diyebilirsiniz… Son Oyun, herkesin sonunu farklı yazdığı bir hayat oyunu… Kıymık, elinize kıymık batmış gibi hissediyorsunuz, daha ne olsun… Hızlı ve Öfkeli dördüncü kez hız denemesi yapıp, öfke markajında ilerliyor… Yengeç Oyunu haftanın yerlisi olarak şansını kullanamayan sırada bir film olarak tarihteki tozlu rafına hızla uzanıyor… İyi seyirler…
Vahşet Partisi / All The Boys Love Mandy Lane
Teen Slasher tarzının beyazperdeye kazandırdığı unvan, hafta sonu tatilleri vahşeti olarak devam ediyor. Hafta sonu manitaları kapan, dünyadan bi haber şeklinde yollara düşen, biraz da laylaylom olan insanların başına gelenler üzerine tatil dehşet filmleri… Yani tatile gidelim, azıcık eğlenelim, sonra da ölelim şeklinde. Vahşet Partisi de bu tarz filmlerden. Ama buraya bir de liseli olma ve onun engin psikolojisi de giriyor. Ayrıca güzeller güzeli bir kızın, iki erkek arkadaşının teklifini kabul edip taa kalkıp aile çiftliğine gelmesi ne kadar mantıklıysa, filmin mantığı da o yönde ilerliyor sonrasında… Mandy arkadaşlarıyla çiftliğe gitmeyi arkadaşlık ilerletme isteği olarak dışa vurur ama liseli ateşiyle yanan iki erkeğin derdi çok daha farklıdır. Sonrasında bu çatışma ve ortamdaki iki erkeğin istekleri garip bir gidişat yaratıyor… Mandy bir süre sonra her şeyi boş verip hayatını kurtarma derdine düşüyor… Nasıl mı? Onu da liseli gençlerin hormon patlamasını izlemek isteyen izleyicilere bırakalım… Mandy’nin güzelliği de cabası… Korku da cila derseniz, Vahşet Partisi’ne şans verebilirsiniz… Sonucu ise bir sürpriz…
Marley ve Ben / Marley&Me
Bazı filmler ancak insanın yaşamındaki anılarla değer kazanıyor. O anıları biriktirmemişler için pek de bir anlam ifade etmiyor, vasat ve sıkıcı sınırını aşamıyor… Marley ve Ben de bu tarz filmlerden… Bir köpekle, bir aile arasında geçiyor. Bir köpeğin bebekliğinden yaşlılığına kadar bir hayat dökümü diyebiliriz… Çocuk sahibi olmak istemeyen bir çiftin ilk elden aldığı ve onlarla yaşamı paylaştığı (iyi ve kötü anlar bütünü) bir köpeğin hayatı bu. Aşırı hareketli, söz dinlemeyen ve haşarı bir köpeğin maceraları biraz uzun olmakla birlikte, sonlara doğru bir hayli hüzün içeriyor. Filmin yanında dört başı mamur bir şekilde giden bir muhabirlik – köşe yazarlığı köşe kapmacası var ki, o da bu işe bulaşmış insanlar için ayrı bir birikim… Sonuçta Marley ben ailecek, hatta köpeğiniz varsa onu da yanınıza alıp izlenecek bir film… Filme ismini vermiş o kadar köpecik… Bu arada film esas kitleye ulaşmış ve Kanada ve Amerika’da 14,75 milyon dolar hasılat elde ederek bir rekora imza atmış. ‘Marley and Me’, John Grogan’ın 2005 tarihli aynı adlı çok satan anı kitabından çıkmış yola. Jennifer Aniston ve Owen Wilson başrolde…
Son Oyun / The Code
Sinema teknik ve içerik olarak geliştikçe daha fazla bir kısır döngünün içine çekiliyor gibi… Bir kadın yönetmenden beklenmeyecek ölçüde aksiyonel ve başarılı görüntüleri var filmin. Bunu nedenini de yönetmenin özgeçmiş satır aralarında buluyoruz. Kendileri Amerikan Film Enstitüsü’nde çalışma imkanı tanınan ilk kadın görüntü yönetmeni aynı zamanda. Bol hasılatlı Deep Impact de yönettiği filmlerden. Ama Son Oyun, oyun içinde oyun durumuyla alışık olduğumuz bir oyunu tekrar bize sunuyor. Yolları kesişmiş gibi davranan, birbirlerini kazık denizinde boğmak için can atan ama aynı zamanda açık vermiyormuş havasında olan üç insan… “Film bir soygun filmi ancak aynı zamanda bir aşk ve ihanet filmi. Olaylar beklenmedik bir şekilde birbirini takip ediyor ve izleyiciyi sürekli olarak bir sonra ki adımı tahmin etmeye yönlendiriyor ” diyor yönetmen Mimi Leder. Yani dost havasında esen rüzgarlar, bir ara sert esmeye başlıyor ama kadın ve erkek arasındaki buzlar her zaman çabuk eriyor… Son oyunu kimin kime ettiği ise ortada kalıyor… Vaktiniz varsa, Banderas’a hasretseniz ya da Freeman’a sinemanın yolunu tutun ama öbür türlü kendinize başka bir oyun bulun…
Kıymık / Splinter
Afişine bakınca bir yerlerinize kıymık batmış gibi hissediyorsunuz gerçekten de. Tüylerin diken diken olması muhtemel. Hatta korku filmlerinden hoşlananların ağzına bir parmak bal bile çalıyor ‘Kıymık’. Film, Screamfest 2008’de ‘En İyi Film’, ‘En İyi Yönetmen’, ‘En İyi Kurgu’, ‘En İyi Görsel Efekt’, ‘En İyi Makyaj’ ve ‘En İyi Kurgu’ ödüllerini toplamış. Gerilim dolu dakikaların yaşandığı mekân ücra bir benzin istasyonu. Romantik hayallerle hafta sonu tatiline çıkan bir çift rehin alınıyor. Hem de başka bir çift, yani bir tutuklu ve kız arkadaşı tarafından. Psikolojik gerilim ve yaratık-korku türüne tapanları memnun edecek cinsten, vakit öldürmeye birebir bir film olduğunu düşünüyoruz. ‘The Thing’, ‘Alien’ and ‘Invasion of the Body Snatchers’ gibi kült klasiklerine de göz kırpıyor. Sıkılırsanız da sorun etmeyin, zaman su gibi geçiyor, yani 82 dakika…
Hızlı ve Öfkeli 4 / Fast and Furious 4
İlk kez dokuz yıl önce izleyiciyle buluşan Fast & Furious-Hızlı ve Öfkeli serisinin her yeni bölümü hız tutkunları arasında efsaneye dönüştü. Şimdi yeni bölümde ilk bölümün dört ana karakteri yeniden bir araya gelirken her şeyin başladığı yere, Los Angeles sokaklarına geri dönüyoruz. Sokaklardaki yarış kulüplerini alan bir makaleden yola çıkarak 2001 yılında başlayan serüven dörtleyerek günümüze kadar ulaştı. Yasadışı sokak yarışlarının şampiyon sürücüsü Dominic Toretto ve baş düşmanı LAPD Polis Memuru Brian O’Conner ile ilk tanıştığımızda takvimler 2001 yılını gösteriyordu. Serinin ilk filmi olan The Fast and the Furious’un iki saatlik süresi boyunca yasaların karşı tarafında olan iki adamın mücadelesini, sürekli ağız dalaşını ve ikisi arasında zoraki oluşan sıra dışı arkadaşlığı izlemiştik. İlk filmin sonunda ikisi de kendi yoluna gittiği halde –Dom yasadışı yollardan Meksika’ya giderken Brian da Miami’ye FBI ajanı olarak çalışmaya gitmişti. Serinin ikinci filmi 2 Fast 2 Furious’ta Brian’ın kariyerini takip etmiş; “The Fast and Furious: Tokyo Drift” adını taşıyan üçüncü filmin sonunda ise Dom’un durumuna kısa bir bakış atma fırsatı bulmuştuk. Dördüncü macera yine kaçma kovalama şeklinde devam ediyor. Birinci bölümün ekibi yine var, macera yine var ama hala istek mi var onu sizin keyfinize bırakıyoruz…
Yengeç Oyunu
Zamanın insanlar üzerindeki tahribatını görmek için zaman zaman yaptığı işlere bakmak lazım. Bu eğer bir yazarsa en son romanını okumak, bir besteciyse en son bestesine bir kulak vermek gerekiyor. Eğer bir yönetmense, aslında hiç de en son yaptığı filme bakmak gerekmiyor gibi bir sonuç çıkıyor Yengeç Oyunu’nu izledikten sonra… Zamanında Selvi Boylum Al Yamalım gibi bir şahesere senarist olarak, Hazal, At, Murtaza, Su da Yanar ve Bekçi gibi filmlere yönetmen olarak imza atmış Ali Özgentürk’ün zamanın nasıl da gerisine düştüğüne, hatta için de nasıl da gerilediğine tanık olmak gerçekten de acı verici. Filmin senaryosundaki aksaklıklar ne filmin ilerlemesine, ne oyunculuklara ne de yönetime tat katmış… Filmde her şey dökülüyor, filme adapte olmaya zorlanıyorsunuz… Zamanın gerisine düşen yönetmenler için hızlandırılmış yönetmenlik ve hayat kursu öneriyorum… Yengeç Oyunu’nun sizi bir yerlerinizden yakalamasına izin vermeyin demekten başka bir şey gelmiyor elimden…