Onur Bütün
“Sustu. Önüne baktı. Ağlamaya başladı. “Volkan’ın o kamera görüntüsünde ne yaptığını sizden iyi kim anlar? Otogarın altında ne aradığını ya da?” diye konuştu sonra hıçkırıklarının arasından. Bir erkek ağlarken nasıl da güzelleşir.” Volkan’ın Romanı/Ahmet Tulgar |
Kısa bir anlatıdan sonra size bir romandan söz edeceğim.
Ekrem İmamoğlu’nun 29 Haziran 2019’da Esenler Otogarı’nı dolaşırken yaptığı açıklamayla, roman eleştirisi yazısına başlamak hakikaten bana da garip geliyor. Ama bu bağlantıyı kurmasam olmazdı. Daha doğrusu bağlantının kendisi apaçık ortaydı. İmamoğlu basına şunları söylemişti; “Buraya çocuğumu, eşimi getiremem İstanbulluların çocukları, aileleri nasıl gelsin!”
Ahmet Tulgar’ın yeni baskısını Can Yayınları’ndan okuyabileceğimiz Volkan’ın Romanı adlı kitabı, Esenler Otogarı’nı, izbeliğin, yoksunluğun, acının ne olduğunu, İmamoğlu’ndan önce biz okurlara anlatmıştı. Bir kentin otogarlarına bakmak, sürüklenenlerin, kendi içinde yolculuk yapanların, yoksulluğun ve yoksunluğun da kendisine bakmak gibidir.
Şimdi Volkan’ın Romanı’na döneyim.
Volkan’ın Romanı üzerine yazılan yazılarda, daha çok polisiye roman kategorisine alınması gerektiği üzerinden tartışma yürütülmüştü. Evet, alınabilir tabii, doğrudur da. Ama romanın bende bıraktığı izleri ve kitap üzerindeki onlarca notu düşününce, polisiye roman kategorisine almanın ötesinde söyleyecek epey sözüm var. İlkiyle başlayayım.
Erotizmi yazmak bana göre özel bir zorluk taşıyor. Salt bedene yönelik-parçalarıyla ele alan-, onu tarifleyen bir erotizmi yazmak belki daha kolaydır. Cinsellik için de aynı şey geçerli diye düşünüyorum. Aşkın, çekimin, tutkunun dahli söz konusuysa, erotizmin kalbî tarafını konuşturmak zor olsa gerek.
Tutkusuz bir erotizm kitaplarda yaşayamıyor-çoksatarlar dışında tabii. Beklemek, beklemek, kendini gerçekleştirmek için beklemek… Volkan’ın hikâyesiyle okur da bekliyor. Dokunamıyor hoşlandığı erkeklere, asla. Yalnızca yasağın oluşturduğu duvarı aşmak istese, olanaksız bir karakter değil Volkan. Genç bir polis, istese yapabilir, muktedir. Mesele tam da burada aslında… Volkan her şeye muktedir olmadığını bilen bir polis ve eşcinsel.
Volkan’ın Romanı, yöntemi itibariyle çok iyi kurgulanmış öykülerden oluşuyor. Aynı zamanda, bir romanın nasıl kurgulandığını anlatıyor Tulgar, okurla kurduğu ilişki epey eşitlikçi… Yazarın/anlatıcının iç sesi üsttenci olduğunda dünyanın tiyosunu verse okura iyi gelmez. Volkan’ın Romanı’nda yazar okuru oyuna davet etmiş, isterseniz icabet edebilirsiniz.
Ruhsal-Düşünsel Türbülanslar ve Erotizm
Baba-oğul ekseni; enişte, komiser, baş komiser ve ağa gibi tüm versiyonlarıyla ve hiyerarşinin çöküşünü anlatıyor olması hasebiyle, bir tek Freudyen açıdan ele alınamayacak kadar kapsamlı işlenmiş. Freud yaşasa, eşcinsellik hakkındaki fikrini gözden geçirirdi. Volkan’ın Romanı’ndaki gibi otogarların alt katlarına, barlara, tuvaletlere, hanlara, hamamlara, saunalara ve günlük hayatın pek çok veçhesine bakar, kuramını değiştirirdi.
Volkan’ın Romanı neşeli hikâyeler anlatmıyor bize… Ama anlatıcının bir Marx takıntısı var; sakinleşmek ve ruhsal-düşünsel türbülansını durdurmak için Marx’ın bir kitabını seçip okuyor. Beni gülümsetti.
Erkeklerin roman boyunca tasvirinde kullanıldığı sözcüklerin seçimi epey dikkat çekiciydi. “Oğlanlar”, “Çocuklar”, “Uçucu çocuklar”, “Süzülen oğlan”, “Erkek kalabalıkları”, “Saunadaki çocuklar” gibi örnekleyebileceğim daha çok genç erkeklerin anlatıldığı bir düzlem tüm metni kaplıyordu. Romanın ikliminde bir gerçek dünya bir de kurmaca dünya olduğunu düşündüğümüz pek çok yer varsa da insan ancak metinden uzaklaştığında okuduğu her şeyin kurmaca olduğunu anlayabiliyordu. Buna da okurken kapılıp gitmek diyoruz sanırım. Yazara ve onun yarattığı dünyaya inanıyorsunuz. O da kahramanına çok inanmış. Volkan’ın Barış’a dönüşümüne…
Metnin tamamına gömülü erotizm, bildik sözcükleri sarf etmeden, erkeklerin aşkı ya da erotizmi hakkında çok şey söylemeyi başarmıştı. Örneğin, talk pudrası, krem ve tıraş olmakla ilgili sahneler-sahne diyorum çünkü epey canlı bir anlatımla verilidir tüm metin- sizin bin türlü düşünmenizi sağlayan erotik olanaklara açıktır. Yazar bir türlü açık sevişme sahnesi, olay ya da olgusu oluşturmaz zihninizde… Şimdi biraz da metne müracaat edeyim. Volkan ve İzzet bulmaca çözerlerken bir sahne canlanır gözümüzde;
“Birinin ayağına dokunmak, eğer onu öpemiyor, sevemiyor, elini sımsıkı tutamıyorsanız, buna müsaadeniz yoksa henüz, yine de bir yakınlık olmalı, bir yakınlaşma olmalı,” diye düşünüyor Volkan. “Yakınlaştım,” diyor içinden sevinçle. Yaptığı harekete, bu teşebbüse öyle dikkat kesilmişti ki, elinde yankısını bulamıyor şaplağın, değdiğinde ne hissettiğini hatırlayamıyor istese de. Ama dokundu. İzzet’in de dikkatinin ayağına yönelmiş olması, arada bir ayak parmaklarını hareket ettirmeye başlamış olması da bunu kanıtlıyor zaten.”[1]
Kitabın sonuna doğru düğüm çözülürken iki öpüşü okuruz, somut bir temas olarak, o kadar. Düğüm çözmek deyince hemen söyleyeyim; roman bir bütün olarak “roman kurgusunu da anlatan” bir metindir. Analiz edilecek pek çok yöntemi içinde barındırır. Anlatıcı, karakter, yazar zaman zaman devreye girerler. Kendi kendilerine konuşurlar. Volkan’ın nasıl bir karakter olduğunun tartışıldığı bölümlere bakmak ve bunu çalışmak ayrı bir yöntem tartışmasının konusu da olabilir. Ahmet Tulgar’ın kendine has edebi üslubu, kitabın yazılış yöntemi ve insanın kalbine sakince iliştirdiği duyarlılığı, günümüz edebiyatının en iyi anlatılarından birini oluşturuyor.
[1] Volkan’ın Romanı, Ahmet Tulgar, Everest Yayınları, s: 187