BBC Türkçe
İnsanoğlu dünyayı öyle değiştirdi ki el değmemiş bir köşe bulmak daha da zorlaştı. ‘Bakir' doğa parçası kavramını yeniden ele almak mı gerekiyor?
19. yüzyıl doğa bilimcilerinden John Muir’in insanın doğa üzerinde yarattığı tahribat konusundaki yazıları, 1890’da ABD’de milli parklara ilişkin yasaların geçmesini sağlamıştı. Böylece, el değmemiş doğa parçaları koruma altına alınacak, gelecek kuşakların da yararlanması sağlanacaktı.
Ancak bugün birçok bilim insanı, dünyadaki milli parkların çoğunun el değmemiş olduğunu düşünmüyor.
Bu bölgelerin ekolojik durumu, hayvan nüfusu düzenli kontrol altında ve hatta zaman zaman müdahalelere uğruyor.
O halde ‘bakir’ doğa kavramını yeniden tanımlamak mı gerekiyor?
Yedi milyarı aşkın nüfusla, dünyanın hiçbir köşesini insan etkisinden tümüyle uzak kalmış olarak düşünmesi zor. İklim değişikliğinin küresel etkilerine tanık oluyoruz.
Ayrıca hava kirliliği dünyayı bir battaniye gibi sarmış, çöp sorunu okyanus derinliklerinden Gobi Çölü’ne kadar yayılmış durumda.
15 dakika için bile insanın sebep olduğu gürültüden uzak kalmak mümkün değil artık.
Ayrıca bugün balta girmemiş orman olarak görülen yerlerde binlerce yıl öncesine dayanan insan izlerine rastlanabiliyor.
Ekolojistler gezegenin çok az noktasında el değmemiş doğadan söz edilebileceğini, insan eyleminin artık dolaysız da olsa çoğu yeri etkilediğini söylüyor.
Çoğuna göre, doğrudan insan aktivitesinin izine rastlanmayan yerleri ‘bakir’ olarak tanımlamakta sorun yok.
Bir bölgenin bu kritere uyup uymadığını belirlemenin en kesin yolu oraya giderek incelemelerde bulunmaktır; ancak bu çok zaman ve çaba gerektireceği için, geniş arazilerde farklı araçlardan ve verilerden yararlanılıyor.
Maryland Üniversitesi’nden coğrafya uzmanı Alexandra Tyukavina kısa bir süre önce ekibiyle birlikte böyle bir çalışma yürüttü. 2000-2014 yıllarına ait uydu fotoğraflarıyla dünyadaki ormanlarda kayıplar ve genişlemeler tespit edildi. Daha sonra Güney Amerika, Afrika ve Güneydoğu Asya’da en azından son 12 yıldır değişime uğramamış tropik ormanlar belirlendi.
Veriler, dünyanın en dokunulmamış tropik ormanlarının Güney Amerika’nın Surinam, Guyana ve Fransız Guyanası’nı kapsayan kuzeybatı bölgelerinde olduğunu gösteriyordu. Peru, Venezuela, Kolombiya ve Kongo Cumhuriyeti’ndeki ormanların çoğu da bu kategoride değerlendiriliyor. Bu ormanlarda tek tük yerli gruplar olması ve avlama yapmaları bu şekilde tanımlanmayı engellemiyor.
Dünya Kaynakları Enstitüsü Orman Programı’ndan Lars Laestadius ve ekibi, uydu verilerini inceleyerek yaptığı araştırmalarda Kanada, Alaska, Sibirya, Borneo, Orta Afrika ve Amazon ormanlarını da ‘el değmemiş’ kategorisine koyuyor. Onların kriteri ise bu fotoğraflarda hasar izine rastlanmaması ve alanın kesintisiz olarak 500 bin hektardan fazla bir alanı kaplaması.
Fakat bazı ‘bakir’ alanlar ortadan kalkma tehlikesiyle karşı karşıya. Tyukavina’ya göre, Kamboçya, Myanmar, Laos, Angola, Papua Yeni Gine ve Paraguay bu nitelikteki ormanlarını hızla yitiriyor.
Endonezya, Malezya, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Kamerun’da da benzer bir tehlike gözleniyor. Diğer ülkelerde ise bu ormanların son kalıntıları da yitirildi.
Bugün Bangladeş, Benin, Burkina Faso, Haiti ve El Salvador’da el değmemiş ormanlar 200 hektardan az artık.
Uzaklıkları ve insan yerleşimine uygun olmamaları nedeniyle araştırma kapsamına alınmayan buzlarla kaplı alanlar, tundra, kutuplar ve yüksek dağlar gelecekte de bakir konumlarını koruyacak gibi görünüyor. Bazıları Avustralya’nın iç kesimlerini de bu bölgelere ekliyor.
Okyanuslar da atmosferdeki kirlenmeden ve iklim değişikliğinden etkileniyor. Ayrıca çöp ve plastik parçacıkları sorunu da var. Üstelik okyanusların birbiriyle bağlantılı olması nedeniyle bir noktada çıkan sorun bütün gezegeni etkiliyor.
Yani el değmemiş deniz diye bir şeyden söz edilemez. Ancak avlanmanın yasak olduğu ve daha temiz kalmış, ana karadan uzak denizler arasında Pitcairn Adası, Easter Adası, Palau ve Kermadec bölgeleri sayılabilir.
Nasıl tanımlanırsa tanımlansın ‘el değmemiş’ doğal ortamların ne kadarının geleceğe taşınabileceği sorusu belirsizliğini koruyor. Uzmanlar, bu ortamlardan ziyade parklarla daha fazla iç içe olduğu için insanların onlara daha fazla değer verebileceğini söylüyor.