Emine Algan
Uludağ Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Kayıhan Pala, Türkiye'deki kodlama sisteminin nasıl ortaya çıkarıldığını DW Türkçe’ye anlattı:
"Mezun ettiğimiz öğrencilerimiz ve meslektaşlarımız baktıkları hastaları kayıtlara geçirmeye çalışırken kodlarla ilgili bazı sıkıntılarını bizimle paylaştılar. Bu sıkıntılardan bir tanesi, bazı hastalarının Covid-19 olarak düşünüldüğü halde Avian Influenza diye bilinen başka bir hastalık olarak girilmesiydi.”
Prof. Pala'nın verilerine göre, bunun üzerine öncelikle DSÖ'nün yaklaşımı, sonra da ABD, İngiltere, Almanya, Kanada, Polonya gibi pek çok ülkenin verileri incelendi ve Türkiye'de halen kullanılan kodlama sisteminin hepsinden farklı olduğu görüldü.
U07.1: Covid-19 Virüs tanımlanmış (PCR testiyle kesinleşmiş)
U07.2: Virüs PCR testiyle tanımlanmamış fakat klinik tanı mevcut, olası Covid-19, kuşkulu Covid-19
Türkiye’de kullanılan kodlar ise şöyle:
U07.1: Mers Cov hastalığı
U07.2: Avian Influenza enfeksiyonu (kuş gribi olarak biliniyor)
U07.3: Covid-19
Çin'de tanı kriteri Şubat'ta değişti
Hastalığın ilk ortaya çıktığı Çin, tomografi bulgularını DSÖ henüz pandemi ilan etmeden önce tanı kriterine eklemişti. Bu durum, Çin’deki şubat ayı grafiğine çarpıcı bir şekilde yansıdı. Günde 1000-1500 vaka açıklanırken 14 Şubat tarihinde birdenbire 18 bin vaka bildirildi. Çünkü o güne kadar sadece test pozitif vakaları raporlayan Çin, test negatif ama klinik olarak Covid-19 olan birikmiş vakaları o gün kayda geçirdi.
Türkiye'de farklı kodlar girilmesinin iki büyük soruna yol açacağını öngören Prof. Kayıhan Pala, bunu şöyle açıklıyor:
"Birincisi kıyaslama yapmakta zorlanabiliriz. İkincisi, bence en az birinci kadar önemli, Türkiye doğrulanmamış diye kabul ettiği, yani PCR testi pozitif olmayan vakaları kayıtlarına geçirmiyor. Oysa bize sahadan gelen bilgiler, çok sayıda Covid-19 hastası olduğu halde değişik gerekçelerle PCR sonuçları ya gelmeyen ya da pozitif olarak gelmeyen olguların varlığına işaret ediyor. DSÖ bu sorunu bildiği için kuşkulu vaka ya da klinik olarak kayıtlara geçmesini istiyor.”
Herhangi bir bölge ya da ülkeye özgü değil, bütün dünyayı ilgilendiren bir sorunla karşı karşıya olunduğunu hatırlatan Pala, “Sağlık Bakanlığı'nı ivedi olarak bu uluslararası sınıflandırmaya katılmaya çağırıyoruz” diyor.
Sadece halk sağlığı uzmanları değil, farklı branşlardan hekimler de yaptıkları çalışmaları açıklayarak bilimsel veriler ve uluslararası kriterlere göre önlem alınmasını istiyor. Örneğin Türkiye’de açıklanan ölüm sayılarının, epidemiyolojik dağılımlara uyum göstermediğini fark eden Adli Tıp ve Adli Bilimler Uzmanı Prof. Coşkun Yorulmaz, doğrulanmış vaka sayılarıyla ölüm sayıları arasında paralellik bulunmadığını tespit etti. Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’nin yaptığı araştırmanın sonuçları 8 Nisan’da açıklandı ve Türkiye’deki ölüm kayıtlarının geriye dönük olarak gözden geçirilmesi istendi.
Çocuk hastalıkları uzmanı Dr. Veysi Yoldaş da, İstanbul’un son dört yıldaki ölüm kayıtlarıyla salgında açıklanan verilerin uyuşmadığını bildiriyor. Mart ayında önceki yıllara göre ciddi oranda yüksek seyreden ölümler olduğunu duyuran Yoldaş, "Kayıtlara doğal ölüm diye geçen ama bulaşıcı hastalık prosedürüyle defnedilenler vakaları biliyoruz” diyor.
Üç haftalık dilimde 1218 fazla ölüm
Benzer bir çalışma yapan HDP İstanbul Milletvekili Zeynel Özen ise son dört yılda İstanbul’daki ölüm kayıtlarını Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne taşıyarak, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi.
Sağlık Bakanlığı verilerine göre 16 Mart-5 Nisan tarihleri arasında İstanbul’da koronavirüs nedeniyle 210 kişi hayatını kaybetti. Oysa aynı zaman diliminde İstanbul’da, geçen yılın aynı dönemine kıyasla 1218 daha fazla ölüm gerçekleşti. "Evde kal” çağrısına büyük ölçüde uyulduğu için trafik kazalarında düşüş olduğuna da dikkat çeken Zeynel Özen, “Test negatif çıkmasına rağmen tomografi ve diğer tüm bulgularla Covid-19 teşhisi konularak tedavi edilen kişiler neden ölüm ve vaka sayılarına dahil edilmiyor?” diye sordu. Sağlık Bakanı, soru önergesine henüz yanıt vermedi.
“Bizim de gözlemlerimiz klinik olarak Covid-19 nedeniyle vefat eden çok sayıda kişinin kayıtlara bu şekilde geçirilmediği yönünde” diyen Prof. Kayıhan Pala, hastalığın etkisini tam olarak görememekten endişe duyuyor. Bu nedenle TTB’nin önerdiği gibi sözel otopsi yapılmasını istiyor.
Sözel otopsi, ölüm nedenleri ve ölüme yol açan risklerin ortaya konabilmesi için uygulanan bir teknik. Defin ruhsatına bulaşıcı hastalık diye işlenen bir kişinin yakınlarını arayarak bu kişinin hastaneye yatıp yatmadığı, hangi bulguları gösterdiği, hekimlerin ne söylediği, tomografi bilgisi verilip verilmediği gibi teknik ayrıntılarla, ölen kişinin Covid-19 olup olmadığı kararına varmak mümkün. Prof. Pala, "Böylelikle, hastalığın yurdumuzda açmış olduğu yarayı, yaratmış olduğu etkiyi daha yakından görme olanağına sahip olabiliriz” diyor.
DW Türkçe'nin, bulaşıcı hastalık prosedürüne uygun olarak defnedilenler hakkında bilgisine başvurduğu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ise defin işlemlerinin, hastaneler ve Sağlık Bakanlığı’nın yönergelerine göre yapıldığını bildirdi.
Emine Algan