Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, Bir dönem sol-ulusal partiler tarafından dile getirilen “bidon kafa”, “göbeğini kaşıyan adam” söylemlerinin, "7 Haziran sonrası Akperestlerden (Hakperestlerden değil) küstahca yükselmeye başladığını" söyledi.
Dumanlı, şunları söyledi:
"Kanaat-i acizanem şu: Ya sağ, siyasi arenaya yeni bir alternatif çıkaracak; ya da Türkiye sola kayacak. 'Sola kaysın' ya da 'sola kaymalı' demiyorum; ancak sağdaki toplu tükenişin solu güçlendireceğini görmemek için körebe oynamak gerekiyor."
Dumanlı'nın Zaman'da "Halkı feshedin bari!" başlığıyla yayımlanan (24 Ağustos 2015) yazısı şöyle:
Doğu Almanya halkının problemleri sıra dağlar gibi yığılmıştır; ancak bu vahim durum Komünist Parti'deki kaymak tabakanın umurunda değildir. 1950'lerin ortasında büyük bir grev dalgası oluşur. Komünist Parti şoka girer bu beklenmedik tepki karşısında. Parti kurmayları bir araya gelerek bildirge yayınlar ve derler ki: “Halka olan itimadımız sarsıldı. Yeniden güven ortamının sağlanabilmesi için Demokratik Almanya vatandaşlarının bundan böyle iki kat gayret sarf etmesi gerekmektedir.”
Politbüro kafası! Madem sen partinin isteği dışında bir eylem yaptın, hainsin, güvenilmezsin; sadakatini ispat etmek için ekstra çalışma yapmalısın!
Komünist Parti'nin ortaya koyduğu bu buyurgan tavra ünlü Alman şairi/oyun yazarı Bertolt Brecht gereken cevabı vermişti; üstelik mizahın kıvrak kelimeleriyle. Aynen şöyle demişti: “Daha kolay olmaz mı acaba/Komünist Parti halkı feshetse/Ve yeni bir halk seçse kendine!”
7 Haziran seçimlerinden sonra sahneye sürülen çadır tiyatrosunu izlerken Komünist Partisi'nin o malum bildirgesini ve Brecht'in “Halkı feshedin, yeni halk seçin” tepkisini hatırlamadan edemiyorum.
Kurulduğu günden beri AK Parti kurmayları (en başta Recep Tayyip Erdoğan) olmak üzere hep “milli irade”den bahsediyor, “sandık”ı adres olarak gösteriyordu. Kazanırken “halkın tercihine saygı” üzerine nutuk çekmek kolay. Seçim sonuçları arzuladığınız istikamette gerçekleşince “seçmen iradesi”ne atıfta bulunmak etkileyici bir söylem. Ya kaybettiğinizde!
7 Haziran seçimlerinin net ve kesin mesajı belli: Halk AK Parti'yi oylarıyla iktidardan düşürdü, elindeki imkân ve yetkiyi aldı ve dedi ki “Artık seni tek başına iktidar olarak görmek istemiyorum.” AKP'nin iki seçeneği vardı: Ya seçmenin tercihine saygı duyacaktı ya da halkın talebini görmezden gelip kibirle yeni bir mücadeleye girecekti. Maalesef o, ikinci seçeneği tercih etti.
İktidarın mı, halkın mı iradesi?
7 Haziran'dan beri AKP'li yetkililerden, yazar-çizerlerden halka yapılmadık hakaret kalmadı. Bir zamanlar tam tersi yaşanıyordu bu ülkede. Müzmin kaybedenler kulübü diye alay edilen sol-ulusal partiler, seçimden hezimetle çıktıkça vatandaşa “bidon kafa”, “göbeğini kaşıyan adam” derdi. Ve AK Partililer bu küçümseyici/aşağılayıcı ifadeler karşısında haklı itirazlar ortaya koyardı. AKP 7 Haziran'dan 10 puan kayıpla çıkınca benzer küstahlık Akperestlerden (Hakperestlerden değil) yükselmeye başladı. “Ben nerede yanlış yaptım da halk bana bir tokat attı?” sorusunu sorma yerine halkı nankörlükle, cahillikle itham ettiler. Halkın kesin bir iradeyle “koalisyon kurun” demesine rağmen basit ayak oyunları sayesinde 45 günlük süreci top çevirerek savuşturdular. Şimdi tekrar seçim istiyorlar. Ne değişecek?
Normal şartlar altında hiçbir şey değişmez, halk aynı mesajı bir daha verir. İktidar sahipleri de bu yalın gerçeği pekâlâ biliyor. Anketler de teyit ediyor bu hükmü. Tam da bu yüzden normal şartları bozan her gelişmeye toplum kuşkuyla bakıyor ve her huzur bozan olayın hesabını Erdoğan'a ve iktidardaki partiye kesiyor.
Terör mü hortladı durduk yerde, halk bunun arkasında “koltuk sevdası” arıyor, arayacak.
“7 Haziran'a kadar mantar tabancası bile patlamazken seçimin hemen akabinde neden onlarca şehit verildi?” diye soruyor, sorguluyor, suçluyor. Üstelik yetkililerden makul bir cevap alamıyor kitleler...
Kasımda yapılması beklenen seçime kadar yaşanacak her anormal gelişmeye halk, kuşkuyla yaklaşacak. Bu saatten sonra vuku bulacak ve demokrasiyi tehdit edecek her gelişmeyi siyaset mühendisliği olarak görecek. Haksız da sayılmaz. Basın hürriyetini kısıtlayan, gazete ve TV'leri baskı altına alan, sosyal medyaya pranga vuran her gelişme, kirli işlerin kapatılması olarak yorumlanacak…
Demirperde rejimleri yıkılıp gitti. Politbürolar darmadağın oldu. Tek parti rejimi de, tek adam sistemi de yok modern dünyada. En iyisi, iktidarı elinde tutanların halkın iradesine saygı duymasıdır; halkı feshedemeyeceklerine göre…
Türkiye sola kayar mı?
Çok partili hayata geçtiğimiz günden bu yana sağ partiler iktidara hep daha yakın oldu. Menderes'in Demokrat Partisi, Demirel'in Adalet Partisi, Özal'ın Anavatan Partisi, Erdoğan'ın AK Partisi…
Merkez sağ partilerden biri içten içe çürümeye başladığında yerini bir başka sağ partiye bıraktı. Bugünkü AKP, 2002'de kurulan AK Parti değil artık. Yolsuzluk, israf, debdebe, zulüm, ihtikâr gibi çok ağır ithamların somut örnekleri altında inleyen bir siyasi yapı var karşımızda. Kurulduğunda bütün Türkiye'yi kucaklayıcı merkez bir siyasi parti iken şimdilerde aşırı, radikal, keskin, kutuplaştırıcı bir hüviyete büründü. Bu görüntüden dolayı en çok suçlanan kişi, maalesef, cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan Erdoğan. Her neyse…
AK Parti'nin kurucu ruhu ve felsefesi ortada kalmadığı için yeni oluşumlar bekleniyor. Abdullah Gül'ün adı bu yüzden sık sık gündeme geliyor. Başka isimlerden medet umulması da aynı sebebe dayanıyor. AKP içinde huzursuz büyük bir kitle var; onlar dünyadan ve toplumdan kopuşun sonuçlarını gayet iyi görüyor. Ne var ki herkeste derinden derine bir kaygı var. Reis korkusu, lider gölgesi ve başına geleceklerin kestirilememesi yüzünden AK Parti'nin kurucu ruhu yeniden diriltilemiyor ve içeriden alternatif üretilemiyor. Bu, sağın tarihte yaşadığı en keskin kimlik bunalımı. Kanaat-i acizanem şu: Ya sağ, siyasi arenaya yeni bir alternatif çıkaracak; ya da Türkiye sola kayacak. “Sola kaysın” ya da “sola kaymalı” demiyorum; ancak sağdaki toplu tükenişin solu güçlendireceğini görmemek için körebe oynamak gerekiyor. Sol da bunun farkında. Başörtüsüne karşı çıkmayarak, Risale-i Nur'u devlet tekeline teslim eden yasayı ve despot dershane yasasını AYM'ye götürerek vs. daha önce küs olduğu geniş kitlelere açılmaya çalışıyor. Solun problemi başka; onlardan bir kısmı “sağcılaşıyor muyuz” endişeleriyle kendi gölgesiyle kavga ediyor ve çakılı kaldığı yerden kanatlanamıyor.
Kutuplaştırmayan, halkın tamamını kucaklayan, katılımcı demokrasiyi özümseyen bir partiye ihtiyacı var. Her kim (ister sağ ister sol) toplumsal barışı garanti altına alarak demokratik adımlar atarsa, onu siyasi bir zafer bekliyor. Bunu bugüne kadar hep sağ partiler gerçekleştirdi; bugünkü vârisler birleştirici fonksiyonu yüzüne gözüne bulaştırırsa Türkiye'deki seçmen tabanı sola yönelebilir. Bu yönelişinin baş sorumlusu “sağcı, muhafazakâr, dindar, milliyetçi muhafazakâr vs.” görünen partilerdir; başkası değil…