Kültür-Sanat

Donatella Piatti: Şu an bir Türk'le evlenmezdim

Piatti'nin yeni kitabı "Turkuaz Bir Sinek" İtalyanca yayımlandı

02 Ocak 2016 17:37

Hayatının 36 yılını Türkiye’de geçiren ve kendisini “entegrasyonun en iyi örneği” ve “yarı Türk” olarak tanımlayan, Milliyet, Vatan ve Radikal gazetelerindeki köşelerinin yanı sıra 6 kitap yazan ve teknik direktör Fatih Terim’e Fiorentina’nın başına geçtiği dönemde İtalyanca öğreten isim olarak tanınan Donatella Piatti'nin yeni kitabı "Turkuaz Bir Sinek" (Una Mosca Turchese) adlı kitabı yayımlandı. "Türkiye'de her geçen gün din sömürüsünün artmasına ve bunun giderek kötüleşen yansımalarına tanıklık ettim" diyen Piatti, "Çok acı bir şey söyleyeyim mi? Şu anda bir Türk’le evlenmezdim" ifadelerini kullandı. 

Doğan Haber Ajansı'nın Donatella Piatti'yle yaptığı söyleşi şöyle:

“Kitabınız hayırlı olsun. Okuyucu ‘Turkuaz Bir Sinek’de ne bulacak?”

“Bu bir biyografi değil. Bu turistik bir rehber değil. 36 yılımı geçirdiğim Türkiye’de yaşadıklarım ve gözlemlerimden kesitler diyelim... Olayları fotoğraf kareleri gibi, en akılda kalıcı ve çarpıcı bölümlerinden yola çıkarak ele alıyorum.”

“Kitabınızı torunlarınıza ithaf etmişsiniz...”

“Kesinlikle. Torunlarım Chiara ve Derin’e onlar daha doğmadan önceki Türkiye’yi, benim yaşadığım Türkiye’yi anlatmak istedim. Onlara benim için çok önemli olan hayatımın 36 yılını anlatan bu kitaptan daha değerli ne bırakabilirim ki... Benim zenginliğim anılarım, tecrübelerim, paylaşımlarım... Tabi ki bu da onlara mirasım....”

“Yani Donatella torunlarına Türk olan yarısını mı anlatmak istedi?”

“Aynen öyle. Her ne kadar torunlarıma sözlü olarak anlatsam da bir süre sonra unutmaları kaçınılmaz. Türkiye’de bir çok yerde yazılar yazdım ama bunlar bile zamanla unutuldu. Hayatımın yarısından fazlasını Türkiye’de geçirdim. Hatta hayat arkadaşım Bruno, beni birileriyle tanıştırdığı zaman ‘Yarısı Türk olan Donatella’ diye tanıtır. Hayatımın 1974 ila 2010 arasındaki 36 yılını kapsayan bu süreçte bende iz bırakanları yeniden kaleme almanın torunlarıma bırakabileceğim en özel miras olacağını düşündüm. Hem de onların, doğdukları Türkiye ile benim yaşadığım Türkiye arasındaki bariz farklılıkları görmelerini, bu bilinçle büyümelerini istedim.”

 

'Türkiye'yi anlatmak için uzun süre yaşamalı'

 

“İtalya’da Türkiye’yi anlatan başka kitaplar da yayımlandı. Sizin kitabınızın diğerlerinden farkı ne?”

“Şimdiye kadar Türkiye hakkında bir çok kitap gündeme geldi ama bunlardan hiçbiri, benim kadar o ülkede yaşamış , o ülkeyi solumuş ve tamamen entegre olmuş kişilerce yazılmadı .Hala İtalyanlar’ın çoğu,Türkiye hakkında sadece turistik bilgiye sahip; Sultanahmet, Kapalıçarşı, hamam...Ben de 36 sene Türkiye’de yaşamış bir İtalyan olarak onlara gerçek Türkiye’yi anlatma hakkını kendimde gördüm. Hatta bunu bir görev edindim."

 

Benim Türkiyemi anlattım

 

“Peki ne anlattınız?”

“İtalyanların deli olduğu hamam kültürünü, artık Türklerin bile unutmaya başladığı geleneksel bayram kutlamalarını, cenaze törenlerini, klasik aile geleneğini... İtalyanlara tanımadıkları Türkiyeyi anlatmak, Türklere unutmaya başladıkları Türkiye’yi yeniden hatırlatmak istedim. Ben kitapta Türkiye’nin değişimini ortaya koyuyorum. Biraz nostalji yapıyorum aslında. Ama niyetim olayı politik olarak değerlendirmek, analiz etmek değil. Zaten bu bana düşmez. Ben daha çok politik veya ekonomik değişimin hayatımıza, insanların birbirlerine yaklaşımları ve davranış biçimlerine yansımalarını ele alıyorum. Ben kısaca benim yaşadığım Türkiye’yi, benim Türkiyemi anlatıyorum. İnsanların birbirlerine duyarlı ve nazik olduğu, misafirperverlikte yarıştığı, kaba ve hırçın davranılmadığı ülkeyi. Ama gözünüz korkmasın. Her ne kadar nostaljik şeyler olsa da kitap ironiden bolca nasibini aldı. Biraz eski yazılarımdan derlemeler, biraz yeni anlatımlar. Ama hepsi bir ironi çerçevesinde. Ne yapayım, yapım bu. Olaylar her ne kadar trajik olursa olsun ironisiz anlatamıyorum.”

 

'Şu an bir Türk'le evlenmezdim'

 

“Kitapta Türkiye’nin vizyonunda olumsuza doğru giden bir değişime dikkat çekiyorsunuz. Özellikle din sömürüsü üzerinde duruyorsunuz...”

“Evet, kesinlikle. Ben Türkiye’de bir Hristiyan olarak hiç bir sorunla karşılaşmadan tam 36 yıl yaşadım. Son derece doğal karşılandım. Hiç bir zaman ayrım hissetmedim. Ama her geçen gün din sömürüsünün artmasına ve bunun giderek kötüleşen yansımalarına tanıklık ettim. Bu da beni çok üzdü. 1974’de İtalya’ya gelip Müslüman bir çocukla tanıştığımı söylediğimde sadece sempati ve merakla karşılanmıştım. Ama aynı şey şimdi yaşansa kaygı ve endişe dolu bir sürü laf duyardım. Geçen sürede hem Türkiye’de hem İtalya’da hem de tüm Avrupa’da her şey değişti. Sana çok acı bir şey söyleyeyim mi? Şu anda bir Türk’le evlenmezdim.”

“Neden peki?”

“Din sömürüsü o kadar abartıldı ve olumsuz hale getirildi ki ben de genç olsam biraz düşünürdüm. Hâlbuki ki ben o dönem çok rahattım. 1974’den bahsediyorum. Türkiye İtalya için sadece bir masal ülkesiydi. Sultanların masalı. Ama Milano’nun göbeğinde yaşayan biri olarak, o çevreyi bırakıp İstanbul’da çok rahat yaşayabildim. Tabi ki eksikliğini hissettiğim şeyler vardı. Mesela kıyafet, kitap, eğlence ortamları... Ama yine de İstanbul muhteşem bir kentti. Yaşlı bir hanımefendi gibi; biraz huzurlu, biraz tembel... Koşuşturma ve hırçınlığın olmadığı, insanların bir araya gelmek ve konuşmak için zaman bulduğu bir yer... Sıkıntı yaşamadım, din farklılığı hissetmedim. Entegrasyonun en iyi örneğiyim diyebilirim.”

“Dini bayramlar da mı problem olmadı?”

“Bayram kutlamalarına katılıyordum ama beni mecbur ettiklerinden değil. Gelenekleriniz o kadar sıcak ve paylaşıma yönelik ki ben zevkle katılıyordum. Aynı şekilde eşimin ailesi dostlarımız da noel bayramında beni memnun etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Sonuçta 70’li yıllar. O dönem noel süsleri bu kadar kolay bulunmuyordu. Almaya’dan özel getirtip, olağanüstü güzel bir noel ağacı hazırlıyorlardı benim için. Hatta İtalya’dan gelen annem be babamla birlikte tam anlamıyla bir Noel bayramı gibi kutlardık hep birlikte. Hatta hiç unutmam, gider gitmez eşimin bir akrabası ibadet etmek isterim diye bana İstanbul’da bulunan bütün kiliselerin haritasını hazırlamıştı. Çok doğal bir uyum vardı.”

“Peki ya sünnet?”

“O biraz farklı oldu benim için. Oğlumun sünnetinde onun acı çekmesini istemediğim için çaresiz hissettim. Bir de tam olarak anlayamadım bir gelenekti.Hala da anladığımı söyleyemem (gülüyor)

 

'Öcalan yüzünden iğnemi yapmadılar'

 

“Kitabınızda yer alan bir bölüm oldukça dikkat çekici. Abdullah Öcalan’ın İtalya’da kabul görmesinin ardından, İstanbul’da yaşayan bir İtalyan olarak sıkıntılı bir dönem yaşamışsınız. Neler oldu?”

“Hiç sormayın. Ben Türkiye’de her zaman kendimi evimde hissettim. Hatta beni çok pohpohladılar. Artık yok ama eskiden eğer yabancıysan haksız bile olsan el üstünde tutarlar, şımartırlar, çok büyük özen ve sevgi gösterirlerdi. Özellikle İtalyanlara karşı özel bir sempati vardı. Ama Öcalan’ın İtalya’ya kabul edilmesi her şeyi bir anda değiştirdi. Beni o zamana kadar çok seven Türkiye, birden bütün İtalyanlara karşı korkunç bir tepki verdi ve bir anda İtalyan olduğum için düşman haline geldim. Sokaklarda bayraklar yakılıyor, mağazalar ‘Burada İtalyan ürünleri satılmaz’ diye tabelalar asıyorlardı. Kahroldum. Kendimi evime kapattım. Hatta kitapta yaşadığım bir hayal kırıklığını da anlattım. O dönemde biraz rahatsızlandım ve iğne yapılması gerekiyordu. Bir hemşire gelip ilk iğnemi yaptı. Ancak daha sonra kapıcımız mahcup bir ifadeyle gelip İtalyan olduğumu öğrenen hemşirenin ‘Bir İtalyan’a ben iğne yapmam’ dediğini ve bir daha gelmeyeceğini söyledi. Bu beni çok üzmüştü. Ama Türk dostlarım bu üzüntümü gidermek için ellerinden geleni yaptı ve beni yalnız bırakmadı.”

 

Türkçe'ye katkı: Kurnabaz

 

“Bir de dil yaratıcılığınız var. Türkçe sayenizde “kurnabaz” kelimesini kazanmış doğru mu?” 

(Gülüyor) “O dönemde politik olarak aşırı dincilik sık sık gündemde yer bulmaya başladı. Televizyonda gazeteciler “kurnaz”, “hokkabaz” ve “yobaz” kelimelerini çok kullanıyorlardı. Bunlar benim bilmediğim kelimelerdi. Benim yaratıcı beynim (gülüyor) bu kelimeleri birleştirip “kurnabaz” diye bir kelime yarattı. 1994 dönemiydi. Ülkede bir değişim sürecine girilmişti ve bu süreç güvensizliği de beraberinde getirmişti. Bir arkadaşımla konuşurken, “Türkiye İran ya da Afganistan’a dönüşürse çok kötü olur. Acaba ben İtalya’ya mı dönsem? En azından orada kurnabaz yok’ dedim. Bu ifade arkadaşlarımın çok hoşun gitti ve üzerime yapıştı. Türkçe’ye bir kelime katkıda bulundum ve emin olun bu ilk değildi.”(gülüyor)

 

Sınırdışı edilince köklerime döndüm

 

“Bir de sizin beş yıl önce yaşadığınız bir sınır dışı edilmesi olayınız var. Sağlık raporunuzu kabul etmeyip, ülkede kalış süresini aştığınız gerekçesiyle ve kaba bir tutumla sınırdışı edilmiş ve haklı olarak gördüğünüz muameleye çok kırılmıştınız. Bu olayın hayatınıza ve kitabınıza yansıması nasıl oldu?”

“Her şeyde bir hayır vardır ifadesi tam da bu duruma göre. Eğer o olay yaşanmasaydı ben hala İstanbul’da olurdum. O kadar yıldan sonra kopmak çok zor. Unutma ki benim arkadaşlarım, torunlarım, oğlum var orada. Kopmam mümkün değil. Ama sınırdışı edilince 36 yıldır ilk kez kesintisiz üç ay memleketimde kaldım. Sık sık gider gelirdim ama en fazla bir ay kalırdım. Bu üç ay beni köklerime döndürdü. Sevdiğim insanla Verona’ya yerleştim. Şu anda da çok mutluyum. Yine de parçam hala Türkiye’de. Şanslıyım ki dostlarım da sık sık beni ziyarete geliyor. Ben de olabildiğince sık İstanbul’a gidiyorum. Ne derler; her işte bir hayır varmış. Bu sayede oradaki yaşantıma farklı bir açıdan bakma şansım oldu. Bu da beraberinde kitabı getirdi.”

 

 

Annesinin kuzusu Dubai'de

 

“Siz aynı zamanda Masterchef programındaki agresif tavırlarıyla gündeme gelen şef BatuhanPiatti Zeytinoğlu’nun annesisiniz. Kitapta da Batuhan’ın küçüklüğünden oldukça eğlenceli bölümleri ele almışsınız.”

“Ben televizyonda yemek programı yapıyordum. O da annesinin kuzusu. Zaten hep mutfaktaydı. Kitapta Batuhan’ın küçüklüğünü anlatıyorum. Yaramazlığını, tatlılığını... O hallerini yazarken ara sıra gözyaşları döktüm. Çünkü artık o tatlı çocuk yok. Sakallı bir herif şimdi. Çok iyi bir baba. Çok güzel torunlarım var. Ama oğlum büyüdü ve yapabileceğim bir şey yok....Kitapta neredeyse her hikayede Batuhan var. Sonuçta o benim hayata tutunma nedenlerimden biri. Eşimin genç yaşta ölümü beni yıktı. Belki ben de dağılırdım. Ama her annenin yaptığı gibi çocuğum için kendimi toparladım. Bir de çok sevimliydi. Siz Masterchef ile tanıyorsunuz ama o böyle değildi. Çok tatlıydı. Batuhan şimdi Dubai’de kariyerine devam ediyor. Onun kariyeri için mutluyum ama torunlarımı görmek için artık Dubai’ye gitmek zorundayım. Bu da İstanbul’a daha az gitmek anlamına geliyor ve beni biraz üzüyor”

 

'Türkiye'de de yayımlanmasını isterim'

 

“Kitapla ilgili ilk tepkiler nasıldı? Türkiye’de de yayımlanacak mı?”

“Olumlu tepkiler aldım. Kitabın İtalya’da tanıtımıyla meşgul olduğum için henüz Türkiye ayağıyla ilgilenmeye vaktim olmadı. Okuyucularımdan övgü dolu yorumlar aldım. Bunların arasında İtalya’da yaşayan Türk dostlarım da var. Tabi ki kitabın Türkçe ’ye çevrilip yayımlanmasını çok isterim. Bunun yanında özellikle Almanya’da da çıkmasını istiyorum. Çünkü 70’li yıllarda oraya göç edenler, benim anlattığım Türkiye’yi yaşayamadılar. Ben nasıl ki yarı Türk olduysam onlar da yarı Avrupalı oldu. Bu kitapta kendilerinden çok şey bulacaklarına eminim. Politik bir amaç gütmediğim için korkum da yok. Yaşadığım Türkiye’yi detaylar ve fotoğraf karelerine benzer kısa yansımalarla anlattım. Herkesin kendi geçmişinden, bir kişi, bir tat, bir dokunuş, bir koku bulabileceği hayat kesitleri anlattım.”

 

'O güzel ülke bu kadar kötülüğü hak etmiyor'

 

“Türkiye son bir kaç ayda yaşanan terör olaylarıyla çok sarsıldı. Bu tablonun size yansıması nasıl oldu?”

“Türkiye’de yaşanan terör olaylarından büyük üzüntü duydum. O güzel ülkede hiç bir kötü olayın yaşanmasını istemiyorum. Çaresini de bulamıyorum ve aciz hissediyorum. Keşke hepimiz bir şeyler yapabilsek de bu olaylar olmasa. Türkiye’deki şiddet beni çok korkutuyor. Her İstanbul’a dönüşümde daha artan bir şiddet ve kızgınlık hissediyorum. Hırçınlık var. Kızgınlık var. Sanki herkes patlamak üzere. Kabalık çok fazla. Bu kadar değişim beni üzüyor. Ankara’daki olay beni kahretti. Korktum. O güzel ülke bu kadar kötülüğü hak etmiyor.”

 

Donatella Piatti kimdir?

 

Donatella Piatti, 1954 yılında İtalya’nın Cenova kentinde doğdu. Milano'da turizm ve İtalyan filolojisi öğrenimi gördü. Tiyatrocu olan anne ve babasıyla birlikte birçok farklı ülkede yaşama şansı buldu. 1974-2010 yılları arasında Türkiye'de yaşayan Donatella Piatti,bu sürenin 16 yılında İtalyan Kültür Merkezi’nde dil eğitmeni olarak görev yaptı. Radikal, Vatan ve Milliyet gazetelerinde köşe yazarlığı da yapan Piatti aynı zamanda NTV, CNN Türk ve Show Tv kanallarında yemek programları yaptı. Türkiye’de 1996-2007 yılları arasında dördü roman, ikisi yemek kitabı olmak üzere altı kitabı yayınlandı. Bunlardan “Yitik Ülke’nin Prensi” adlı kitabı İtalya’da da yayınlandı. 1987’de genç yaşta hayatını kaybeden Türk eşi Derya Zeytinoğlu’dan olan oğlu Batuhan, Masterchef programının agresif şefi olarak tanındı. Donatella Piatti, teknik direktör olarak Fiorentina’ya gittiğinde Fatih Terim’e İtalyanca öğreten isim olarak da biliniyor.