Evrensel yazarı Ceren Sözeri bir dönem Gülen cemaati ile anılan Hüseyin Gülerce'nin, bünyesinde Hürriyet ve Posta gazeteleri ile CNN Türk, Kanal D gibi televizyon kanallarını da bulunduran Doğan Medya Grubu'nun satışına ilişkin olarak yaptığı yorumu okurlarına aktardı.
"Doğan Grubu'nun satışı ile ilgili epeyce analiz yapıldı, tekrar etmeye gerek yok ama dikkatinizi çekmek istediğim bir yorum var" diyen Sözeri, Gülerce'den yaptığı alıntının sonrasında şu ifadeyi kullandı:
"Hüseyin Gülerce bildiğiniz üzere Cumhuriyet gazetesi davasının iddianamesine de görüşleriyle katkıda bulunmuştu, gerçi Mahkeme Başkanı Abdurrahman Orkun Dağ 'Tanıkların bir kısmını çağıracağız. Gülerce gibileri değil tabii. Dışarıdan dedikodu mahiyetinde olan ifadelerin hukuki değeri yok' diyerek tanıklığına pek değer vermemişti. Dağ’ın bahşetmediği değeri vermek için değil iktidarın son dönem medya politikalarına bakışını göstermek için Gülerce’den alıntı yaptım."
Ceren Sözeri'nin "Muhalefetin seçimi: Metal yorgunluğu mu, ifade özgürlüğü mü?" başlığıyla yayımlanan (1 Nisan 2018) yazısı şöyle:
Herkesin bu ara en merak ettiği şey AKP’nin ya da Erdoğan’ın basın özgürlüğü kısıtlamalarında ne kadar ileri gideceği ya da Doğan Grubu satışı ve Özgürlükçü Demokrasi gazetesine düzenlenen operasyonu birlikte düşünerek AKP’nin medyayla ne yapmak, nereye varmak istediği?
Doğan Grubunun satışı ile ilgili epeyce analiz yapıldı, tekrar etmeye gerek yok ama dikkatinizi çekmek istediğim bir yorum var. Yıllarca Fethullah Gülen’in sağ kolu olarak görev yapıp 2014’te çark eden Hüseyin Gülerce’ye ait: “Bu satış, cumhuriyet dönemi medya tarihinin bir dönüm noktasıdır. Nasıl AK Parti iktidarı ve Erdoğan dönemi, siyasi hayatımızın bir dönüm noktası ise Doğan Medyanın, bilhassa Hürriyet gazetesinin el değiştirmesi de aynı ölçüde bir dönüm noktasıdır... Eğer okuyabilseydi Aydın Doğan, medyasını satmak zorunda kalmayacaktı. En fazla 5 yazarı gönderseydi, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak devleti temsil ettiği gerçeğini iliklerine kadar kabul etseydi, yayın çizgisine sivil iradenin gösterdiği istikamette yön verseydi, Aydın Doğan hâlâ medya patronuydu...” (Star, 27.03.2018)
Hüseyin Gülerce bildiğiniz üzere Cumhuriyet gazetesi davasının iddianamesine de görüşleriyle katkıda bulunmuştu, gerçi Mahkeme Başkanı Abdurrahman Orkun Dağ “Tanıkların bir kısmını çağıracağız. Gülerce gibileri değil tabii. Dışarıdan dedikodu mahiyetinde olan ifadelerin hukuki değeri yok” diyerek tanıklığına pek değer vermemişti. Dağ’ın bahşetmediği değeri vermek için değil iktidarın son dönem medya politikalarına bakışını göstermek için Gülerce’den alıntı yaptım.
Geçen hafta da tartıştığımız üzere özellikle Hürriyet gazetesinin ele geçirilmesinin iktidar için “Eski Türkiye”nin yenilmesi anlamı taşıyor, bir sembol. AKP’nin sembolleri ne kadar sevdiği malum. Dolayısıyla Doğan Grubunun ele geçirilmesinin bizatihi kendisi, sonraki dönemde getireceği faydadan daha değerli.
Özgürlükçü Demokrasi’ye geçtiğimiz hafta el konulması da benzer bir sembolik nedene dayanıyor. İktidar sonunu 18 Mart’a Çanakkale Zaferi’ne denk getirdiği Afrin operasyonunu bir mite dönüştürmeye çalışıyor. Erdoğan’ın “Artık metal yorgunluğu yok, Afrin’le beraber şimdi diriliş hareketi yeniden başladı” ifadesi de operasyonun esas niyetinin yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri olduğunu ele verir nitelikte. Özgürlükçü Demokrasi, Afrin operasyonunu yaygın medyadan farklı şekilde vermekte, Özgür Suriye Ordusunun şehirdeki dükkanları, evleri yağmalamasının üzerine gitmekteydi. Yani Zeytin Dalı diye başlayıp fethe dönüşen operasyonun amaçlanan etkisine zarar veriyordu. Neden şimdi böyle bir operasyonun hedefi oldu sorusunun cevabı bu. Ancak bu operasyonun kendisi de bir yağmayı andırıyor. Özgürlükçü Demokrasi, Özgür Gündem gazetesinin ve geleneğinin devamı. Özgür Gündem 1994’te bombalandı, onlarca gazeteci ve dağıtımcısı öldürüldü, defalarca kapatıldı ancak bugüne dek kimsenin aklına gazeteye kayyum atamak gelmemişti.
Hikayenin bu kısmı gerçekten enteresan, TMSF günlerdir el koyma ile ilgisinin bulunmadığını söylüyor, baskına katılan birileri kendisini yetkili ilan ediyor ancak kim tarafından atandığı bilinmiyor. Ortada bir soruşturma var ancak gizli olduğu gerekçesiyle avukatlara dahi bilgi verilmiyor. Anlaşılan o ki matbaaya el konulmuş. Kayyum bilindiği üzere kurumun işlemesini sürdürmek için atanır, iktidarın yeni bir yandaş Özgürlükçü Demokrasi’ye ihtiyacı olmadığına ve Welat gazetesinin basımı da engellendiğine göre matbaa acaba ne için kullanılacak?
Son iki haftadır yaşananlara bakarak basına yönelik bundan sonraki hamlenin iktidarın seçim stratejisine göre şekilleneceğini düşünmek mantıksız değil. İktidar, şimdilik 2019’da yapılması öngörülen, cumhurbaşkanlığı seçimlerine bir savaşa hazırlanır gibi hazırlanıyor ve Edward Louis Bernays’in kuramsallaştırdığı en bilindik halkla ilişkiler ve propaganda yöntemlerini kullanıyor. Propaganda da seçtiğiniz sembollerin gerçekle ilgisi olması gerekmiyor elbette, insanların duygularına hitap etmesi yeterli. Ancak geçtiğimiz hafta Habertürk özel yayınında konuşan Afrinlilerin ÖSO için saf ettiği suçlamaların çevirmen tarafından YPG’ye dönüştürülerek yayımlanması tam bir skandal. Sorumluluğu yalnızca çevirmene yüklemek röportajı yapan Veyis Ateş’i kurtarmıyor maalesef, bu bir canlı yayın kazası değil, propagandanın iflası.
Propaganda savaşını rakibin seçtiği sembolleri ya da söylemini devşirerek kazanmanın imkanı yok yani muhalefetin bu haliyle Suriye politikasından yiyeceği ekmek yok. Özellikle CHP’nin bugün izlediği yalnızca yanlış bir seçim stratejisi değil, yaşanan baskıların sorumluluğunu da paylaşmak anlamına geliyor. CHP iktidarın peşinden Menbiç’e giderken Boğaziçi Üniversitesinde 11 öğrenci yalnızca ifade özgürlüğünü kullandıkları için gözaltında, eğitim haklarının ellerinden alınması tehdidiyle karşı karşıya. Cumhuriyet gazetesi davası, Doğan Grubunun satışı, internete gelen sansür, Özgürlükçü Demokrasi’ye düzenlenen operasyon vd. hepsi seçim paketinin içinde, itiraz etmek için aralarında seçim yapmak gerekmiyor.