T24 - Taraf yazarı Gökhan Karabulut, "Türkiye’de ilk ve ortaöğretim öğrencilerinin yüzde 98’i devlet okullarında okuyor. Eğitim sisteminde 11 milyon çocuk var ancak sadece yüzde biri hayallerini gerçekleştirecek" dedi.
Karabulut'un Taraf gazetesinde "Zamanın Ruhu" adlı köşesinde "Okullar açıldı fakat" başlığıyla yayımlanan bugünkü (19 Eylül 2011) yazısı şöyle:
Türkiye’de ilk ve ortaöğretim öğrencilerinin yüzde 98’i devlet okullarında okuyor. Dolayısıyla bizi geleceğe taşıyacak insan kaynağının ana lokomotifi de devlet okulları. Bu, o kadar yüksek bir oran ki devlet okulları ile özel okulların başarılarını kıyaslayacak, sağlıklı bir istatistik oluşturmak bile zor.Fakat yine de elimizde bazı ilginç bulgular var.
Böyle bir maaş sistemine bakınca iyi olan öğretmenlerin devlette toplanması gerek. Ne var ki sistem, iyi olan öğretmeni aldıktan sonra kendi haline bırakıyor. Özel okul öğretmenleri sürekli kendilerini geliştirip başarılı sonuçlar üretme yönünde düzenli olarak denetlenirken devlet okulları için böyle bir baskı yok.
Aynı tartışma uzun bir süredir ABD’de de yapılıyor. Orada da devlet okulları başarılı sonuçlar üretemiyor. Yakın zamana kadar, devlet okullarının öğretmenleri bu soruna bir açıklama getiriyordu. Onlara göre sorun eğitim kurumlarında değil öğrencilerdeydi.
Devlet okullarında okuyan öğrenciler, maddi olarak dezavantajlı ailelerden geldiklerinden, evlerinde iyi bir ortam bulamıyorlar ve bu nedenle başarısız oluyorlardı... ABD’li eğitim reformcusu Geoffrey Canada bunun doğru olmadığını kanıtladığı gibi sorunun gerçek kaynağına da ulaştı.
G. Canada, bir taraftan araştırmalarını sürdürürken diğer taraftan devlete şu öneriyi götürdü: Bana devlet okullarında, öğrenci başına harcadığınız parayı verin. ABD’nin en fakir bölgelerinden biri olan Harlem’de bir okul açıp, çekilişle öğrenci alayım. Belli bir zaman geçtikten sonra, benim okulumdaki öğrencilerin başarılarını, devlet okulları ile kıyaslayalım.
Devlet bu öneriyi kabul etti. Sonuçlar inanılmazdı. Harlem’deki bu yeni okul, aynı bütçeyle ve devlet okullarındaki gibi maddi dezavantajı olan ailelerden gelen çocuklarla harikalar yaratmıştı. Öğrencilerinin çoğu Harvard gibi üniversitelere yerleşmişti.
Bu başarısının ardından G. Canada, ABD’deki devlet okulları probleminin, nedenini de ortaya koyacak geniş çaplı bir araştırma yayınladı. Sorun, işinde iyi olan öğretmenle kötü olanı birbirinden ayırt edemeyen sistemdeydi. Bütün öğretmenler aynı maaşı alıyor ve sınırsız bir iş güvencesinden yararlanıyordu. Şaşırtıcı ama araştırmanın sonuçları hiçbir şeyi değiştirmedi. Çünkü ABD’de öğretmen sendikaları, siyasi partilere en büyük bağışı yapan kurumlardı. Yani karar alma mekanizmalarını hem oyla, hem de parayla tehdit ediyorlardı. Sonuçta tüm bu araştırma “Süpermen’i Beklerken” adında bir belgesele dönüştü. Başka da bir sonuç üretmedi.
Türkiye’de de işini iyi yapan öğretmenleri ödüllendirecek bir sistem yok. Eğitim fakültesinden mezun olan bir öğretmen, bir daha hayatı boyunca bir kitap okumasa da, bilgilerini güncelleyecek hiçbir şey yapmasa da emekliliğe kadar öğretmenliğe devam edebiliyor. Onu, oradan alıp başka bir yere de yerleştiremiyoruz. Çünkü bizde de sınırsız bir iş güvencesi var.
Bir yılda işlemesi gereken müfredatın ancak yarısını işleyebilen öğretmenler var. Fakat sistem, bırakın onların iş kalitesini sorgulamayı, yerlerini bile değiştiremiyor. Yani çocuğunuz öyle bir öğretmene düştüğünde, kaderinize razı olmak zorundasınız. Sistemi azıcık zorladığınızda, kazanılmış haklar nidalarıyla sizi emekçi düşmanı ilan ederler... Çok fedakârca çalışan öğretmenlere gelince, onlar da, bulundukları ortamın ahengini bozup, birilerini rahatsız ediyorlar herhalde... Çünkü sonları genellikle sürgün oluyor.
Fakat kazanılmış haklar gibi argümanlarla bu sistemi devam ettiremeyiz. Çünkü bugün eğitim sistemimizdeki 11 milyon çocuğun hayalleri var. Onların da hakları var. Ve ne yazık ki bu sistem böyle devam ederse bu öğrencilerden sadece yüzde biri hayallerini gerçekleştirecek.