"Yeni Türkü" kavramıyla başlamak istiyorum. Güney Amerika’dan çıkan etnik ögelerin Batı müziğiyle tanışması, şiirin bestelenmesi ve kültürler arası geçişlerin hem Güney Amerika hem de Türkiye’de aynı zamanlarda buluşması ilginç. Siz nasıl izlersiniz bu olup bitenleri?
Selim Atakan ve ben lise arkadaşlarıyız. Müzik yapmak için Ankara Fen Lisesi’nde aynı yatakhanede kaldık. Fen lisesi ama biz müzik yapıyoruz. (gülüyor) Müziğe tutkumuz o zamandan var. Zaten Selim müzikal olarak absolut kulağı olan, müzikte yetkin bir insan. Biz müzik yapmak için bir çıkış yolu aradık. Başta çok Batı’ya yönelik işler izliyorduk, özellikle de rock. Led Zeppelin düşkünüydük. Bir folk yakınlığımız da var. Benim o dönem İngilizce bestelerim de var, bir yandan enstrümantal müzik yapmaya meraklıyım. Deneysel bir dönem var bizim yaptıklarımızda. Mesela Karga ile Tilki’yi nasıl müzikleriz gibi bir başlangıç var. 6-7 Eylül olaylarını narrasyon ile birlikte nasıl besteleriz gibi çalışmalarımız var. Bunlar Yeni Türkü öncesi 74-75 yıllarına ait şeyler. Haliyle politik zaten. ODTÜ’deyiz, arkadaşlarım Hacettepe’de, tamamen politize bir ortam içerisindeyiz. Derneklerdeyim, hareketlere katılıyorum. Büyük bir açlık var, o entelektüel açlığımızı karşılayacak ögeleri bulmaya çalışıyoruz, kitaplar okuyoruz. Brecht de önemli bir etkendi bizim için. 6-7 Eylül olayları çok bilinmiyordu o dönemde. 6-7 Eylül olaylarının ne olduğunu sırf müzik ve anlatımla nasıl birleştiririz, onu denedik. Bunların ardından Selim Atakan’ın makamları da dikkate alan çalışmaları vardı. Onun besteleri, Nâzım Hikmet’in şiirlerine besteler…
Derya Köroğlu denildiğinde Yeni Türkü, Yeni Türkü denildiğinde Derya Köroğlu akla gelmesi sizi rahatsız etti mi?
Tabii. Yani şöyle, ben hala sahnede bütün grubu öne çıkartmaya çalışıyorum. Grup ruhundan ayrılmadım. Ama insanlar beni ayırmaya çalıştılar. Hatta plakçılar. 88’de geldiler ve “Grubu bırak tek başına devam et” dediler. Bu benim için çok anlamsız bir şeydi. Bizim varlığımız zaten grup olmaktı. Selim Atakan’ın lafını hatırlarım. 88’de o Londra’da yaşarken Türkiye’ye geldi. Ben de bekâr evim var. Eve misafir oldu. Yeşilmişik’in bütün çalışmaları öyle başladı. O zaman dedi ki, “Sen frontman olmuşsun. Bunun lamı cimi yok. Bu böyle gitmeli.” Selim’in çok objektif, takdir edilesi bir düşünce sistemi vardır, bir şeyin hakkı neyse onu verir. Bunun üzerine bir kapris yapmaz. Selim’in böyle bir şey yapmışlığı vardır. Besteleri beraber yapmışızdır ama benim önde olmamdan hiç rahatsız olmamıştır.
Röportajın tamamını ulaşmak için TIKLAYIN.