Sağlık

"Daha güzel bir yaşlılık için günlük 10 bin antioksidan şart"

TÜİK Türkiye’de yaşayanların ortalama ömrünün üç yıl öncesine göre 1.7 yaş daha arttığını açıkladı

02 Ekim 2017 08:23

Hürriyet yazarı Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) araştırmasına göre Türkiye'de yaşayanların ortalama ömrnünün üç yıl öncesine göre 1.7 yaş daha arttığını belirterek daha iyi bir hayat ve daha güzel bir yaşlılık için günlük 10 bin antioksidanlı besinin tüketilmesi gerektiğine dikkat çekti.

Osman Müftüoğlu'nun "Şart: Günde 10 bin ünite Antioksidan" başlığıyla yayımlanan (2 Ekim 2017) yazısı şöyle:

 

Şu kesin: Daha sağlıklı, keyifli, huzurlu bir hayat ve daha sağlam bir yaşlılık süreci için daha çok antioksidan güce ihtiyacımız var.

Ve ne iyi ki bedenimizin doğuştan sahip olduğu antioksidan sistemler zaten oldukça güçlü. Katalaz, peroksidaz ve glutatyon bunların en mühimleri. Ama ne var ki özellikle yaş ilerleyince sadece onlar yetmiyor. Bir taraftan onların yaşlılığa bağlı güç kaybı, diğer taraftan uzun ömrün biriktirdiği paslandırıcı toksin yükü antioksidan gücümüzü kifayetsiz hale getiriyor. İşte bu nedenle daha iyi bir hayat ve daha güzel bir yaşlılık için “her gün on bin adım kuralı” gibi işletmemiz gereken bir başka kural daha devreye giriyor: HER GÜN EN AZ 10 BİN ÜNİTE ANTİOKSİDAN! Bu miktarı besinlerle bir şekilde kazanmaya çalışmak lazım. Nedenine gelince, buyurun…

Gözümüz aydın ömrümüz biraz daha uzadı

Geçtiğimiz hafta onlarca iç karartıcı haberin arasında kalan o güzel açıklama içimizi az da olsa ferahlattı. TÜİK yani Türkiye İstatistik Kurumu Türkiye’de yaşayanların ortalama ömrünün üç yıl öncesine göre 1.7 yaş daha arttığını açıkladı. TÜİK’in rakamlarına göre Eylül 2017 itibarıyla ülkemizde beklenen yaşam süresi toplamda 78’e, erkeklerde 75.3; kadınlarda ise 80.7 yıla ulaştı. Her ne kadar ortalama ömürlerinin kadınlara oranla 5.4 yıl daha kısa olduğunu gören erkekler azıcık üzülseler de yine de bu güzel bir haberdi, hepimize iyi geldi. peki o haberden çıkarılacak dersler nelerdir?

TÜİK’in açıklaması ne anlama geliyor?

TÜİK’ten gelen bu güzel haber bize diyor ki: “Beyler, hanımlar! Haberiniz olsun: Sağlıkta, hijyende, ekonomik, sosyal ve toplumsal alanda edindiğimiz güzel gelişmeler neticesi ömrümüz uzuyor. İnşallah uzamaya da devam edecek. Eğer araya bazı şanssızlıklar girmezse ve eğer kısmetse uzun bir yaşlılık bizi bekliyor. Bu da size, kendinize daha iyi bakma sorumluluğu yüklüyor.”

Esas sürpriz 2050'den sonra

İnsan ömrü gelişmiş ülkelerin tümünde özellikle 2000’li yılların başından bu yana her geçen yıl ortalama üç ay uzuyor. Bu bilgi ortalama ömrümüze her 4-5 yılda bir ilave bir yılın “bonus” olarak eklendiği anlamına geliyor. Esas sürpriz ise 2050’den sonrasında. Uzmanlar 2050’den sonra bu “ömür uzaması” meselesinin daha da hızlanacağını, neredeyse her bir yıl başına yeni bir yılı (yaşı) bonus olarak kazanacağımızı söylüyor. Haberler güzel ama konunun daha pek çok detayı var.

Uzun ömür iyi de ya getirdiği sorunlar?

Uzun bir ömür sürmek, hatta sevgili Sezen Aksu’nun deyimiyle yüz yaşı geride bırakıp “hayata kazık çakmak” iyi bir şey olabilir ama uzun ömrün getirebileceği tatsız bazı sorunları da hesaba katmamız lazım. Çünkü ömrün uzayan yaşları bebeklik ya da ilk gençlik çağlarına eklenmiyor. Eklemeler altmışlar, yetmişlerde başlıyor, seksenden sonra belirginleşiyor. Yani biz “bonus yaşlar” kazandık diye seviniyoruz ama o ilave yıllar maalesef orta yaş sonları ve yaşlılığımıza denk geliyor. Zaten problem tam da bu noktada başlıyor. “Peki neler o problemler?” diyorsanız biraz daha ilerleyelim…

Yetmişlerden sonra neler oluyor?

Ömrünüze eklenen ilave yıllara beden ve ruhumuzu çok iyi hazırlamamız lazım. İşi oluruna bırakmak, “battı balık yan gider” ya da “atın ölümü arpadan olur” gibi safça deyimlere sığınmak çok yanlış. Kendi seyrine bırakılmış bir yaşlılığın ciddi bazı problemleri, can sıkıcı sonuçları var. Mesela mı? Yetmişli yaşlardan sonrası daha fazla bellek kaybı (Alzheimer hastalığı, demans), daha çok kalp sorunları (kalp yetmezliği, krizleri), daha yoğun damar problemleri (felçler), daha can sıkıcı kemik, eklem, kas bozuşmaları (artritler, osteoporoz, sarkopeni), daha yüksek kanser riski ve maalesef daha çok düşkünlük olasılığı anlamına da gelebiliyor.

Özkök ve Hakan mı, ben mi haklıyım?

Bence bu haberden en çok Ahmet Hakan ve Ertuğrul Özkök ders çıkarmalı ve Sedat Ergin dahil hepimiz kulak kabartmalıyız. Çünkü “ellisinden sonra kendine daha iyi bakma meselesi” çoook daha mühim bir konu haline geliyor. Bunun yolu da yiyip içtiklerimize dikkat etmek, uykumuza birazcık daha özen gösterip öfke- endişe, korku-kıskançlık, gerginlik-şiddetten uzak bir yaşam sürmekten ve tabii ki sadece aktif yaşamla yetinmeyip günlük egzersizleri ihmal etmemekten geçiyor. Bu nedenle Özkök de Hakan da her gün 7500 adım konusunu asla bırakmasınlar. Mümkünse şu “her gün 10 bin adım” meselesini de “her gün 10 bin ünite antioksidan” kazanma konusunu da şöyle bir kez daha düşünsünler. Yoksa ne yaz boyu sürdürdükleri Bodrum keyfinin ne de Afrika safarilerinin tadına bu kadar güzel varamazlar. Benden söylemesi…

Antioksidan takımının patronu kim?

Bedenimizdeki antioksidan sistemlerin her biri altın kıymetinde. Yiyecek-içeceklerle kazandıklarımız da bir o kadar önemli. Ayrıca aynı antioksidanları kazanıp durmanın –yani her gün sadece C vitamini zengini bir şeyler yemenin- pek bir anlamı yok. Çünkü antioksidanlar hiçbir zaman “solo çalışma yapmıyor”, onlar tıpkı bir “futbol takımı” gibiler. Onların da kalecileri, orta saha oyuncuları, santraforları var. Onlar da aralarında tıpkı futbolcular gibi “dar alanda kısa paslaşmalar” yapmak zorundalar. E vitamini, betakaroten ve C vitamini çok güçlü antioksidanlar ama bu üçlü örneğin N-Asetil Sistein, Alfa Lipoik Asit ya da koenzim Q10 olmadan görevlerini hakkıyla yapamıyor. Peki bu muhteşem futbol takımının “antrenörü” yani Şenol Güneş’i, Aykut Kocaman’ı, Tudor’u kimdir diyorsanız yanıtım net ve açık: Glutatyon. Antioksidan meselesini önümüzdeki günlerde daha detaylı yazacağım.