‘Pervane’ adlı kitabıyla Birinci Dağlarca Şiir Ödülü’nü alan Şükrü Erbaş'ın tören sırasında Dağlarca’nın “Ne sıcak vücutlar gitti / Toprağı ısıtmak için” dizelerini okuması üzerine sorulan soruya "Devlet cinnet geçiriyor. Toplum cinnet geçirdiğinin bile farkında değil. Ruhunu şeytana teslim etmiş. Bir korku tapınağının başları yerden kalkmayan müritleri gibi huzur içinde ölüyor! Hiçbir kötülük onu utandırmıyor, üzmüyor. Yakınlarının kanı eşiklerine değmeden olup biteni göreceklerini sanmıyorum" cevabını verdi.
Beşiktaş Belediyesi Başkanlığı tarafından, PEN Yazarlar Derneği, Türkiye Yazarlar Sendikası'nın desteği ve Tekin Yayınevi Organizatörlüğünde gerçekleştirilen 1. Dağlarca Şiir Ödülü'nü 'Pervane' kitabıyla Şükrü Erbaş aldı.
BirGün'den Burak Abatay'ın Şükrü Erbaş ile yaptığı röportaj şöyle:
Pervane adlı kitabınızla 1. Dağlarca Şiir Ödülü’nün sahiplerinden birisi oldunuz. Bu ödül hakkındaki duygularınız nelerdir?
Biraz karışık bir duygu hali. Kuşkusuz kitabınızın değerli bir şairler topluluğu tarafından beğenilmiş olması sevindirici. Adına ödül verilen şairin büyüklüğü açısından ayrıca çok değerli. Yüklediği sorumluluk açısından ise epeyce bir korkutucu. Bir başka söyleşide de söylemiştim, tekrarlamak isterim: Tuhaf bir mahcubiyet duygusu da yaşadım. Daha genç arkadaşlarla yürümeli biraz da bu ödül kurumları. Ancak en çok canımı acıtan, eşim tam da ölümün eşiğindeyken yaşamak böyle bir sevinci. Zehir içmeye benzedi doğrusu.
Fazıl Hüsnü Dağlarca ve şiiri sizin için ne ifade ediyor?
Ödül töreninde de değindiğim gibi Dağlarca, kurduğu şiir evreni ile bizim şiirimizin “büyük şair” tanımlamasına girecek birkaç şairinden birisidir. Haydar Ergülen, Dağlarca için en iyi tanımlamalardan birisini yapmıştır: “Kainatın şiir büyükelçisi.” Yunus, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Nâzım Hikmet gibi bizim şiirimizin büyük kurucularındandır ve kendinden sonra şiir yazan herkesin doğal öğretmenidir. Müthiş bir imgelem, doğanın ve insanın en büyüğünden en küçüğüne bütün varlıklarını birbiri içinden yeniden var eden, insanın varlığını tanrı, evren, yıldızlar, denizler, dağlar, büyük hayatlar, hayranlık duygusu, korku vb varlıklar ve yaşantılarla mucizeye dönüştüren bir dil büyücüsüdür Dağlarca.
Ödül töreninde eşinizin çocuklarınıza söylediği ‘Babanız içeride şiir yazıyor diye çocuklarımı sessiz ağlattım ben’ sözünü hatırlattınız. Bu bir şair veya bir yazar için duyulabilecek en güzel sözlerden olsa gerek...
Orada da söyledim, ölümünden sonra duydum bu sözünü. İçim acıdı. Şiire ayırdığım zamanlar onun zamanlarından çalınmış zamanlardı. Bunun ezikliğini hep yaşadım. Başka yolu da yok yazmanın. Şimdi ardından, becerebilirsem sadece Hatice’ye adanmış, elbette bütün bir dünyayı da içinde devindiren bir kitap çıkaracağım. Girişine de bu sözünü alınlık olarak koyacağım. Telafisi mümkün olmayan bir “borçlanma” oldu bu söz. Ölene kadar önünde eğileceğim...
Ödül töreninde Sennur Sezer’i ve Gülten Akın’ı da andınız. 2015 edebiyatta çok kayıp verdiğimiz bir yıl oldu.
İkisi de hem ablamdı, hem öğretmenim, hem de dostum. Has şiirin paydasında buluştuğumuz, insan onuruna yakışır bir dünya mücadelesinin paydasında buluştuğumuz, sadece şiiri değil insan olmayı da sessizce, tevazuu ile öğrendiğim iki has isimdir Sennur Ablam da, Gülten Ablam da...
Ölüm zalim. Acımasız. Daha doğrusu bizim duygularımızın ötesinde, doğanın kendi bildiğince seyreden bir olgusu. Acımasızlık bizim üzüntümüzün ve çaresizliğimizin uydurduğu bir niteleme. Keşke herkes, kendi içinde tamam dediği bir sona kadar yaşasa...
"Devlet cinnet geçiriyor"
Ödülü alırken ülkenin durumunu Dağlarca’nın “Ne sıcak vücutlar gitti / Toprağı ısıtmak için” dizelerini hatırlatarak değindiniz. O günden bugüne ölümler artarak devam ediyor. Ne düşünüyorsunuz?
Artık normal (ne demekse) düşünme yeteneğimi yitirdim galiba. Devlet cinnet geçiriyor. Toplum cinnet geçirdiğinin bile farkında değil. Ruhunu şeytana teslim etmiş. Bir korku tapınağının başları yerden kalkmayan müritleri gibi huzur içinde ölüyor! Hiçbir kötülük onu utandırmıyor, üzmüyor. Yakınlarının kanı eşiklerine değmeden olup biteni göreceklerini sanmıyorum. Gördüklerinde ise ne bir şey yapacak halleri kalmış olacak, ne de yapacakları şeyi bilecekler. Yaşım itibariyle iki faşizmi de gördüm, bilirim. Bu gidiş ikisine de rahmet okutacak bir noktaya geldi. Muhtarlarla ülkeyi terbiye eden bir Cumhurbaşkanımız var! Bu konuda epeyce de başarılı. Umarım en yakın zamanda meclisi feshederek muhtarlardan oluşan bir meclis kurar da biz de bu iki başlılıktan kurtuluruz!
Ödül sonrası verdiğiniz bir söyleşide ‘Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar acının üstünde saltanat süremez’ diye ekliyorsunuz. Sahiden tüm bu acılardan kurtulacağımız günleri görebilecek miyiz?
Şimdi, eğer tarih bilincine sahip değilsek, 10-15 yılın sonsuza dek süreceği duygusu bizi çökertir. İnsanların hayatında bu çok uzun bir süredir belki ama toplumların tarihi için iki nefes alımı bir süredir. Siz, insanınıza hakaret ede ede, onu küçük düşüre düşüre, yetmedi, evini başına yıka yıka, öldüre öldüre... Ne kadar yönetebilirsiniz ki kocaman bir ülkeyi. Gide gide kendi altınızı oyarsınız. Hiçbir kaideye oturmamış bir boşlukta, kendi hırsınızın baş dönmesi içinde yere yapışana kadar kudretinizi sonsuz sanarak biraz daha acı çektirirsiniz. Ama bir gün bütün bunlar size bir yok oluş, bir yıkım, akıl almaz bir sefalet olarak dönecektir. Bunu ben görsem de böyle olacak, görmesem de...