Özgür Duygu Durgun
“Ben Yeldeğirmeni mahallesinde 1990 yılında doğdum. Çocukluğuma dair bu mahallede hiçbir anım yok. Arkadaşlarım, ailem ile buluşmak için ve okula gitmek için Rıhtım Caddesi’nden yürürdüm. Kendi mahallemin sokaklarından habersizdim. Şimdi 23 yaşındayım. Son üç aydır sokaklarımda yürümeye, kaldırımlarda oturmaya, ilk defa mahalleli komşularıma selam vermeye, kendi esnafımdan alışveriş yapmaya başladım’’.
Kısa bir süre öncesine kadar Bağdat Caddesi’nden çıkmayan, kendi deyimiyle ‘prenses gibi yetiştirilmiş’, özel üniversite mezunu genç bir kız bunları anlatan. Mahallesini yeni yeni keşfetmeye; komşularıyla iletişim kurmaya başlayan bir genç…
Aslında mahalle aidiyetini hissetmeye başlayanların sayısı bir hayli fazla, yani bu genç arkadaş pek yalnız sayılmaz. Bu semtte yani Yeldeğirmeni’nde beş, 10, hatta 20 yıldır yaşayanlar da belki bu genç kız gibi mahalle ile daha önce hiç kuramadıkları türden bir bağı kurmaya başladılar.
Bu aniden ortaya çıkan ‘aidiyet’ ihtiyacını yaratan ne oldu diye soracaksınız. Hikayesini anlatan genç kız bu süreci Yel değirmeni Dayanışması’nın oluşumu ile açıklıyor. Mahalleliden biri olarak ben ise buiht iyacın adını, Ümit Kıvanç’ın olağanüstü kaleminden yıllar önce okuduğum o romanın iki kelimeden oluşan adıyla tarifleyebilirim: ‘Yalnız Olmuyor’.
Kendilerinden dinleyelim;
‘’27 Mayıs akşamı gelen bir mesajla başlamıştı her şey. ‘Kepçeler Gezi Parkı’ndaki ağaçları sökmeye geldi. Gelin ağaçlarımızı koruyalım’. O gece yaklaşık 20 kişiyle başlayan mücadelemiz 31 Mayıs tarihine gelindiğinde on binlere ulaşmıştı…31 Mayıs gecesi ve sonrasında yaşananları asla unutmayacağız. Binlerce insanın gösterdiği dayanışma, gerçekleştirdikleri paylaşım, omuz omuza verdikleri mücadele sadece Türkiye için değil, dünya tarihi için de önemli bir süreç olarak karşımızda durmaktaydı. Bir anda yaşamlarımızı değiştiren, daha doğrusu değiştirebileceğimizi bize hatırlatan direnişimizde biliyoruz ki ‘Biz kazanmıştık’. Kazanmıştık çünkü hala umudumuz vardı ve başka bir dünyanın mümkün olduğunu deneyimlemiştik, görmüştük’’.
Yeldeğirmeni Dayanışması, Gezi’den sonra İstanbul’un pek çok semtinde başlayan mahalle forumlarıyla düzenli olarak toplantılar yapmaya devam etti. Bu toplantılardan birinde mahallede yaklaşık 15 yıldır inşaat halinde duran bir binadan söz edildi. Kış geliyordu, forumların açık havada yapılması bir süre sonra imkansızlaşacaktı. Ve Duatepe Sokak’taki üç katlı, inşaatı yarım kalmış binanın tahtalarla kapatılmış kapısı açılarak binaya girildiği gün, yeni bir süreç başlıyordu mahalleli için.
Mahalle evi, dayanışma evi, squat (işgal evi), Don Kişot Sosyal Merkezi gibi pek çok isimle anılmaya başladı bu ev. Evet, çürümeye terk edilmiş, sahibi bile belli olmayan bu bina deyim yerindeyse işgal edilmiş; hatta Türkiye’nin ‘ilk işgal evi’ oluvermişti. Hummalı bir çalışma başladı binada. Gönüllü katılıma dayalı, mahallelinin de desteğini alarak, kimi zaman teyzelerin getirdikleri börekleri, çayları paylaşarak binayı dönüştürmeye, güzelleştirmeye başladı insanlar. Eski oturma takımları getirildi, salona konuldu; eski klozetlerden saksılar yapıldı. Birlikte kahvaltı sofraları hazırlanmaya, filmler izlenmeye başlandı.
Ve Ekim ayının ortalarında bir gün polis geldi. Burada ne yapıldığını sordu. O sırada Hollanda’dan gelen Erasmus öğrencileriyle bir atölye çalışması yapılıyordu evde. Kimlikler, pasaportlar kontrol edildi. Ortada (sahipsiz bir evi işgal edip adam etmek dışında) yasa dışı bir şey olmadığını gören polis o günden sonra bir daha ziyaret etmedi gençleri.
O günden bu yana mahallenin Don Kişot Evi olarak anılmaya başlandı bu metruk bina. Birkaç hafta önce düzenlenen, Baba Zula ve Sekerse Tehlike’nin çaldığı dayanışma konserinin geliriyle inşaat malzemesi alınarak ciddi bir çalışma başlatıldı. Şimdilerde her haftasonu ‘Kafa Açan Cumartesiler’ adı altında toplantılar, etkinlikler düzenleniyor; sergiler açılıyor.
Yeldeğirmeni Cihangir olmasın!
Öte yandan Kadıköy ve özellikle Yeldeğirmeni’nin geleceğin Cihangir’i olacağı söylentileri de dolaşıyor ortalıkta. Kısa zamanda mahallede 100’ü aşkı sanat atölyesinin açılmış olması, Taksim, Cihangir, Nişantaşı üçgeninde ticari galerilere sıkışmak istemeyen sanatçıların nispeten rahat çalışabilecekleri bir yer olduğu için buraya taşınmayı tercih ettiği söz ediliyor sohbette. Bu durumun kaçınılmaz olarak emlak fiyatlarına yansımasından ve Yeldeğirmeni’nin de bir gün Cihangir gibi tüketilmesinden, mutenalaştırılmasından çekinen önemli bir kesim var.
Ayrıca Don Kişot işgal evinin son zamanlarda merkez medya da dahil basınımızın ilgisini çekmesi, yapılan haberlerle şöhretinin Kadıköy’ü aşıp ülke genelinde duyulur olması herkesi aynı oranda mutlu etmiyor. Bu minvalde ‘Medya derdimizi doğru anlayıp doğru görüyorsa sorun yok’’ diyenler de var; ‘’Her gün haber olmak işgal evi olma ruhuna aykırı değil mi’’ diye soranlar da…
Bir başka belirsizlik ise bölgenin Haydarpaşa Port projesiyle yakın bir gelecekte rantsal dönüşümden payını alma ihtimali.Marmara, Metro ve son olarak Haydarpaşa Port ile Kadıköy rıhtımında yapılması düşünülen projenin bölgenin rant değerini uçurma ihtimali çok kuvvetli. Bu da ister istemez kendi halinde, huzurlu, farklı kimliklerin, kültürlerin bir arada yaşadığı bu semt için ‘Bu rüya acaba ne kadar sürecek’ kuşkusu uyandırıyor. Komşularımızı yeni yeni keşfetmeye başlamışken, bazısında simidin hala 1 TL’ye satıldığı ekmek fırınlarından yükselen mis gibi kokuları içine çekerek sokaklarında dolaşırken; bu güzel mahallenin İstanbul’daki bu hızlı kirlemeden ne kadar uzak kalabileceğini düşünmeden edemiyor insan…
Ama işte böyle umutsuzluk anında ayaklarınız sizi Don Kişot Evi’ne götürüyor. Çünkü ‘yalnız olmuyor’ işte… Ve orada birileri size diyorlar ki;‘’Canısıkılanı, merakedeni, eline, beline güveneni, çay seveni, masa tenisinde iddialıyım diyeni, ben de resim yapıcamdan, elini toza bulamak isteyeni ya da sadece şu ucundan bir bakayım diyen herkesi bekliyoruz.”
Don Kişot’ta olan biteni takip etmek için: https://www.facebook.com/donkisotsosyalmerkezi