Cumhuriyet yazarı Ahmet Tan, anayasa değişikliği referandumunun 16. yüzyılda ilk kez Fransa’da Etienne de La Boetie adlı düşünürün kullandığı ve siyaset bilimine geçen ünlü kavramla, "Gönüllü kulluk" düzenin oylaması olduğunu savundu. Tan, "Referandum aslında 'gönüllü kölelik' denen düzenin oylanmasıdır. Tam da Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle 'şerre rıza'dır. Bu kavramın kökü yüzlerce yıl önceye gidiyor. İnsanlar neden ve nasıl kendi rızalarıyla, başlarına bir 'efendi' seçiyor ve ona kayıtsız şartsız biat ve itaat ediyor. Bunun nedeni o kadar da sır değil" ifadesini kullandı.
Gaziantep'te imam Erdoğan'ın mitingine çağırdı, cami karıştı
Ahmet Tan'ın Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (19 Şubat 2017) nüshasında yayımlanan 'Sanal âlem - ilahi âlem - bir âlem' başlıklı yazısı şöyle:
Referandum aslında “gönüllü kölelik” denilen düzenin oylanmasıdır.
Tam da Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle “şerre rıza”dır. Ama o hep yaptığı gibi, kendi kafasına göre takılmıştır.
Bu kavramın kökü yüzlerce yıl önceye gidiyor. İnsanlar neden ve nasıl kendi rızalarıyla, başlarına bir “efendi” seçiyor ve ona kayıtsız şartsız biat ve itaat ediyor. Bunun nedeni o kadar da sır değil.
Alışkanlık, zihinsel tembellik, elindekileri de yitirme korkusuyla, yönetilenler özgürlüğü, özgür düşünmeyi o kadar unutuyorlar ki, silkinip uyanmaktan korkar hale geliyorlar.
Bunu sonucu, gönüllü kölelik kendisini yeniden üreten ve adeta babadan oğula geçen kapalı devre bir sürece dönüşüyor.
Saray’ın 1.056 oda yapılmasının asıl nedeni nasıl ki şimdilerde ortaya çıktıysa, 4-5 hatta daha fazla çocuk tavsiyesi de öyle.
***
Diktatörlüğün onda dokuzu kaçmak...
Biri de ya Saddam ve Kaddafi gibi bir köşeye sıkıştırılıp ölmek ya da Hitler gibi intihar edip kurtulmak.
Kaçıp kurtulanlar da var elbet.
Son elli yılın ünlü birçok diktatörü kaçarak canlarını elbette kurtarmışlardır. (İdi Amin - Uganda; Somoza - Nikaragua; Stroessner - Paraguay; Duvailer - Haiti; Rıza Pehlevi - İran; Marcos - Filipinler ve devamı...)
***
Diktatörlük zaten özünde bir kurtarıcılık paranoyasıdır. Önce kendilerini ve ailelerini kurtarmaya yönelmeleri bundandır.
Nedense diktatörler daha ziyade Ortadoğu’dan çıkarlar.
Bunları dengelemek için olmalı peygamberler de bu topraklardan çıkmıştır. Kuranıkerim’de adı geçen tam 25 peygamber vardır. Hepsi de Ortadoğu’dan çıkmıştır.
Bunun iki nedeni olabilir.
Bu bölgede ahalinin gönüllü kulluğa - köleliğe eğilimli olması. Muaviye gibilerini ve Firavunları dizginlemenin tek yolu belki de buydu.
Bir başka nedeni de Ortadoğu’da kavimler arasındaki kargaşa... Bu kargaşayı petrole veya doğal zenginliklere bağlamak mümkün değil. Eski zamanlarda ne petrol vardı ne de kavgaya, kargaşaya yol açacak bir zenginlik!
***
Tek tanrı inancına göre dünyanın başka yerlerinden, örneğin Japonya veya
İskandinavya’dan ya da Güney Amerika’dan bir peygamber çıkmamıştır.
Kitaplı dinlerin ortak noktası Hz. Adem’in ilk örtünen, ilk tarım yapan, ilk kez peygamberlik verilen insan olduğudur. Bazı hadisler 124 bin peygamberden söz ediyor. Ama son elli yılda ise koskoca bölgeden sadece gerçek anlamda dört diktatör çıkmıştır. Suudiler vs. diktatör sayılmamalı. Refakette diktatörlük olmaz.
Gerçek diktatörler Irak’tan Saddam, Mısır’dan Mübarek, Suriye’den baba-oğul Esad’lar. Libya’yı da katarsak bir de rahmetli Kaddafi.
Beşinci ve esaslı bir diktatör ne yazık ki çıkmamıştır.
Bu konuda “yerli ve milli bir açık” olduğu çok açıktır.
Tepelenen diktatörler hepsi de iki süper güçten birinin desteğiyle diktatör olmuşlardır. Ama koltuğa çok uzun süre yapışıp kendi oyunlarını oynamaya kalktıkları için her üçü de “bahar temizliği”ne maruz kalmışlardır.
Esad’ı ise kimin temize havale edeceği konusunda tartışma çıkınca, 900 km’lik sınırdaşlık nedeniyle R. Tayyip Erdoğan’ımız, haklı olarak durumdan vazife çıkardı. Zaten önceden bir Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanlığı müracaatı vardı.
Buna bir de son seçimlerde kendisini “Asrın Lideri - Ümmetin Önderi” ilan etmesiyle gerekli altyapıyı hazırlamış oldu.
Şimdi sıra Referandum’da!..
Bunun için, “devletimiz eliyle” 16. yüzyılda ilk kez Fransa’da Etienne de La Boetie adlı düşünürün kullandığı ve siyaset bilimine geçen ünlü kavramla, “Gönüllü kulluk - (kölelik)” süreci “Evet” ile tam gaz aktive ediliyor.
Bunun için de İslamiyeti dahil her unsuru maymuncuk gibi kullanan kullanana... Havuz medyasında TV’lerde ilahi âlemin söylemlerini sanal âleme taşıyanlar “Evet” için beş vakit dört dolanıp duruyorlar.
Çok izlenen bir kanalda anlatılanlara göre, kendisi de aslen bir melek olan Şeytan, secde etmeyi “Hayır” diyerek reddettiği için lanetlenmiş.
Sözde din adamları da buralarda “Hayır”ın şeytani olduğunu sabah akşam tekrarlayıp duruyor. Hem de gönül rahatlığı ile.
Çünkü onlar da “kendileri için bir şey isteyecek kadar karaktersiz değiller!”...
Atatürk bir kez daha haklı çıkıyor:
“Matbuat hürriyetinden doğan mahzuru yine matbuat hürriyeti” ortadan kaldırıyor.
Sanal âlemde ise kısa ve öz mesajlar gerçekleri haykırıp duruyor:
“Eğer birileri oturduğu koltuktan kalkmakta sıkıntı yaşıyorsa kesinlikle ya altına pislemiş ya da pislemek üzeredir.” (Hint Atasözü)