Yaklaşık 1,5 yıl önce, 9 Şubat 2015'te üstlendiği Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği görevini bırakan Can Dündar, darbe girişiminin hemen ertesi günü 'tutukluluğuna son veren yüksek yargıçlardan ikisinin gözaltına alındığını' belirterek "Böyle bir yargıya güvenmek, giyotine kafa uzatmak anlamı taşıyacaktı. Bundan böyle karşımızda mahkeme değil, hükümet olacaktı. Bu nedenle, en azından Olağanüstü Hal kalkana kadar, bu yargıya teslim olmama kararı aldım" diye yazdı.
Can Dündar'ın Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (15 Ağustos 2016) nüshasında yayımlanan "Veda vakti" başlıklı yazısı şöyle:
Bir buçuk yıl önce, geçen yılın şubat ayında Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmenliğini üstlendiğimden beri başıma gelenler, ömrümün tamamında yaşadıklarımdan fazla:
Saldırılar, alkışlar, tehditler, hedef gösterilmeler…
Yargılanma, tutuklanma, hapishane…
Tecrit, mahkûmiyet, kurşunlanma…
Hakaretler, ödüller, yeni soruşturmalar, sıradaki davalar…
Dönemin ağır baskısı ile bizim gazetecilik coşkumuzun yarışmasının faturaları…
Boyun eğmemenin gururuna eklenen bedeller…
Temmuz başında, gazetemden kısa bir mola talep etmiştim. Bu yorucu serüvenin ardından biraz dinlenecek, kitabımla ilgilenecek, sonra işimin başına dönecektim.
O arada 15 Temmuz geldi.
Kanlı bir darbe girişimi, yıllardır yaptığımız uyarıların ciddiyetini gösterdi. İktidar, nihayet dediğimize geldi.
Fakat bir de ne görelim:
Cemaatle derin işbirliklerinin hesabını vereceklerine, bizden hesap soruyorlar; “Cambaza bak” yapıp darbecilerle eski ortaklıklarını unutturmaya ve fırsattan istifade muhaliflerinden kurtulmaya çalışıyorlar.
Darbeden hemen sonra attıkları birkaç somut adım, en azından benimle ilgili bu niyeti açıkça gösterdi.
Tutuklama hazırlığı
16 Temmuz’da, yani darbe girişiminin hemen ertesi günü, bizim üç aylık tutukluluğumuza son veren iptal kararına imza atan yüksek yargıçlardan ikisi gözaltına alındı.
Aynı gün, 5 yıl 10 aylık mahkûmiyet kararımızı görüşecek olan Yargıtay’da operasyon başladı; 140 Yargıtay üyesi hakkında soruşturma açıldı; 11’i gözaltına alındı.
Bundan 10 gün sonra, hakkımızda (idam cezasına tekabül eden) iki kez müebbet hapis talebiyle tutuklanma isteyen savcı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na terfi ettirildi.
Savcının atanmasından iki gün sonra da, 14. Ağır Ceza Mahkemesi, MİT TIR’ları için açtıkları yeni “yardım- yataklık” davasını gerekçe göstererek, Erdem’le benim pasaportlarımıza el konması için Emniyet’e yazı yazdı.
Bütün işaretler, yeni bahanelerle, yeni bir hukuksuzluk ve uzun bir tutukluluk dönemi hazırlandığını gösteriyordu. Ne kadar süreceği bilinmeyen OHAL rejimi, hükümete yargıyı istediği gibi kontrol etme imkânı veriyordu.
Böyle bir yargıya güvenmek, giyotine kafa uzatmak anlamı taşıyacaktı. Bundan böyle karşımızda mahkeme değil, hükümet olacaktı. Yapılan hukuksuzluğa hiçbir üst mahkemenin itirazı olmayacaktı.
Bu nedenle, en azından Olağanüstü Hal kalkana kadar, bu yargıya teslim olmama kararı aldım.
Yeni bir mevzi
Asıl yargılanması gereken suçlular ortada ve işbirlikçiler iktidardayken, onların suçunu teşhir edenlerin hapsedilmesi, büyük adaletsizlik... Elbette buna karşı mücadelemiz sürecek.
Önemli olan, her yerde, her zaman ve her koşulda haksızlığa, hukuksuzluğa, baskı rejimine, aynı kararlılıkla karşı durabilmek; daha özgür bir ülke için mücadeleyi kesintisiz sürdürebilmek…
Önümüzdeki süreçte bunu yapmaya çalışacağız.
Sesimizin daha da gür çıkacağı bilinsin.
Düşman sevinmesin, dostlar yerinmesin.
Son kale direnecek
Bu sütunda size ilk kez hitap ederken, “bağımsız basının son kalelerinden birinde, tarihi bir sorumluluk üstlendiğimi” yazmıştım.
Geçen 1.5 yıl, hiç kuşkusuz, meslek hayatımın en gurur verici dönemi oldu.
Gazeteyi birlikte hazırladığımız arkadaşlarımla birlikte, gün oldu mahkeme kapılarında bekledik, gün oldu bomba tehditlerine birlikte göğüs gerdik. Birlikte sevindik, gururlandık, hüzünlendik. Gündem belirleyen manşetleri, peş peşe gelen ödülleri, tebrikleri, tahliyeleri, ses getiren haberlerimizi kutladık.
Hiç korkmadan, yılmadan, geri adım atmadan, fedakârca, Cumhuriyet’in laik, demokratik, özgür Türkiye için mücadele geleneğini sürdürmeye, ileri taşımaya çalıştık.
Bu süreçte başarabildiklerimizin takdiri size, gururu ekip arkadaşlarıma aittir. Hatalardan ben sorumluyum.
Ama bilinmelidir ki, birçok basın organının zorla hükümet çizgisine sokulduğu veya gönüllü teslim olduğu bu ağır baskı döneminde, bütün gücümüzle “bağımsız basının bu son kalesi”ni hakkıyla savunmaya, haberciliğin onurunu korumaya, gazeteciliği yaşatmaya çalıştık.
Güvenen, omuz veren, desteğini esirgemeyen, bizimle birlikte direnen Cumhuriyet ailesine, Vakıf yöneticisinden okuruna, çaycısından muhabirine dek içtenlikle teşekkür ediyorum.
Bu deneyimi, hayatım boyunca unutmayacağım.
Cumhuriyet’te bir köşe yazarı olarak varlığımı sürdüreceğim.
Genel Yayın Yönetmenliği nöbetini devralacak arkadaşım, bu bayrağı daha da ileri taşıyacak.
Nice darbeler, baskı dönemleri gibi, bunun da geçip gittiğini, ama Cumhuriyet’in ve gazeteciliğin bitmediğini, bitirilemediğini hep birlikte göreceğiz.