Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, "İslam toplumlarının Batı'yı ötekileştirerek kimlik inşa etmesinin entelektüel tembelliğe sebep olduğunu" söyledi. ''İslam dünyasında konuşmamız gereken temel mesele bu" diyen Kalın, "Nasıl Batı, İslam’ı ötekileştirerek kendine bir kimlik inşa etmeye çalışıyorsa, İslam toplumları da aynısını yapıyor. Bu entelektüel tembelliğe sevk ediyor bizi'' dedi. 'Ben, Öteki ve Ötesi' adında, İslam ve Batı arasındaki ilişkilerin tarihini anlatan bir kitap yazan Kalın, ''Batı hâlâ Avrupa merkezci bakış açısını aşamadı. Bunun yarattığı pek çok entelektüel, felsefi ve siyasi sorun var ama psikolojik sorunlar da var. Sürekli karşısındakilere şüpheyle bakan, yok sayan, aşağılayan bir Batı’dan söz ediyoruz'' görüşünü savundu.
Habertürk'ten Kübra Par'ın sorularını yanıtlayan (12 Eylül 2016) İbrahim Kalın'ın açıklamalarından bazı bölümler şöyle:
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yazma alışkanlığı var mı? Günlük tutar mı örneğin?
Bildiğimiz manada bir günlük tutmuyor ama o gün yaşanan bütün hadiseleri başlıklar altında kayıt altına alıyor. Bunun için bir ekibimiz var ama her gün kendisi bizzat kontrol eder. Bazılarını kendisi yazar. Bir kaç defteri var. İnsanlar “Cumhurbaşkanı’nın günlük programı zaten bilinir” diye düşünebilir ama kendisinin yaptığı toplantılar, kabuller, görüşmeler gibi detayları not alıyor. Zannediyorum bir gün hepsi toplanıp eserlerde kullanılacaktır.
Tayyip Erdoğan ile çalışmak zor mu? Siz yıllardır en yakınındaki isimlerden birisiniz...
İş disiplini manasında Cumhurbaşkanımıza ayak uydurmak durumundayız. Çok disiplinli biridir. Gençliğinden beri böyle yaşamaya alışmış... Günde 18-19 saat fiilen çalışıyor kendisi. Bu bizim de bu tempoda çalışmamız anlamına geliyor. O manada çok kolay değil.
Ama bu çok onur verici bir şey. Cumhurbaşkanımız gibi tarihe geçmiş bir dünya liderinin yanında çalışmak, yaşadıklarımızı birlikte tecrübe edebilmek, iyi zamanda, zor zamanda, krizlerde, başarılarda yanında olmak hakikaten büyük bir nasip.
''Türk Halk müziğine ilgim lisede başladı''
Türk halk müziği çalışmalarınız nasıl gidiyor? Bildiğimiz 2 besteniz var. Yenileri olacak mı?
2 bestem görücüye çıktı ama daha fazlası var. Çalışıyoruz.
Nasıl başlamıştı müziğe ilginiz?
Halk müziğine ilgim lise yıllarına gidiyor. Alanya’da okurken kulakları çınlasın müzik öğretmenim Mithat Hoca gelir sınıfta ders yapar, kalan yarısında benimle arkada bağlama çalışırdı. İlk sahne tecrübem de o zaman... Alanya Lisesi’nde 18 Mart Çanakkale Günü’nde, Çanakkale türküsünü söylemiştim. Bu yolculukta çok şey öğrendim. Hakikaten bizim Anadolu irfanının en rafine sanat örneğidir halk müziği. Eskilerin sehl-i mümteni dediği imkânsız derecede güzel ifadelerle sözün değerini ortaya koyan türkülerle insanlığın yeryüzündeki macerasını anlatır bizim türkülerimiz.
Ney de üflüyorsunuz sanırım?
Evet üflüyorum. Üniversitede başladı ney merakım. Bizim düşünce geleneğimizde müzikle felsefe bir arada olmuştur. Örnek aldığım insanlardan biri Farabi’dir. Biz onu iyi bir felsefeci ve siyaset bilimci olarak tanırız ama aynı zamanda klasik müzik teorisi üzerine kitap yazmıştır. Daha önemlisi besteler yapmıştır. Bizde felsefi düşüncenin müzikal olarak hep kulağı açık olmuştur. Ben hâlâ kendi müziğimize hak ettiği değeri vermediğimizi düşünüyorum. Müzik beni dinçleştiren bir şey. Eğlence olarak bakılmasını biraz yadırgıyorum. Niyazi Sayın Hoca’nın bana söylediği bir söz var; ‘‘İbrahim, müzik ruhun gıdasıdır diyorlar, çok yanlış. Tersi doğrudur efendim, ruh müziğin gıdasıdır. Ruhta ne varsa müziğe o yansır zaten”. Müzik insanın ruhunda olanı yansıtır.
"15 Temmuz Batı için turnusol kâğıdıydı"
Kitabınızda İslam ve Batı arasında ilişkileri anlatırken yumuşak bir dil kullanmışsınız ve geleceğe dair umutlu konuşmuşsunuz. Bugün dünyadaki çatışmalar ve radikal İslamcı terör örgütlerinin durumu malumken sizi bu umuda sevk eden nedir?
Ümitli bakış açısı bizim kendi özgüvenimizle ilgili. Hayata, tarihe, farklı toplumlara ve kendinize belli bir özgüvenle bakarsanız daha gerçekçi olursunuz. Kitapta da bu durumu uzun uzun anlatmaya çalıştım. Batı’nın İslam algısının en temel sorunlarından biri çok derin önyargılarının oluşu. Yaptıkları analizlerin büyük bölümü İslam dünyasının gerçekleriyle örtüşmüyor. Batı hâlâ Avrupa merkezci bakış açısını aşamadı. Bunun yarattığı pek çok entelektüel, felsefi ve siyasi sorun var ama psikolojik sorunlar da var. Sürekli karşısındakilere şüpheyle bakan, yok sayan, aşağılayan bir Batı’dan söz ediyoruz. Son 10 yılda Avrupa’nın haline bakın, aşırı sağcılığın yükseldiği, ırkçılığın normalleştirildiği, İslamafobi’nin, göçmen karşıtlığının, ırkçı söylemlerin ana akım siyasetin parçası haline geldiği bir dönemden geçiyoruz.
Bu yazki Burkini skandalı gibi değil mi?
Evet, Avrupa’nın ve dünyanın bu kadar meselesi dururken bunu bir problem haline getirmek müthiş bir ufuk daralmasının işareti. Avrupa içine kapandıkça dünyaya yabancılaşıyor ve tarihin akışını doğru okuyamıyor. Bunun örneklerini İslam dünyası ve Ortadoğu ilişkilerinde görüyoruz. 18-19. yy’de ortaya çıkan sömürgeci ilişkileri Afrika, Asya, Latin Amerika ve Müslümanlara yaklaşımlarında devam ediyor.
Bu durum Batı’nın Türkiye algısını nasıl şekillendiriyor? Mesela 15 Temmuz’da Türkiye’de demokrasiye sahip çıkan halkı tebrik etmekte tereddüt etmeleri bu alışkanlığın bir devamı mı?
15 Temmuz iyi bir örnek. Türkiye’nin AB üyeliğini de alabiliriz örnek olarak. Türkiye 50 küsur yıldır AB’ye üye olmak için kapıda bekletilmeye devam ediliyor. Ciddi ve makul bir gerekçe de yok ortada. 15 Temmuz iyi bir turnusol kâğıdıydı. Demokrasinin, hukukun üstünlüğünün, özgürlüğün temsilcisi olduğunu söyleyen Avrupa’nın ilk andan itibaren bu darbeye karşı koyan milletin yanında yer alması gerekmez miydi? Birtakım siyasi hesaplarla “Bekleyelim görelim” veya “Buradan Erdoğan’a bir kredi çıkar mı?” kaygısıyla gecikilmesi kabul edilebilir bir şey mi? Evet geç de olsa darbeyi kınadılar ama kınamak için 1 cümle kurarken, darbe sonrası darbecilerle ilgili yapılan tasarrufları eleştirmek için 9 cümlenin ardı ardına kurulduğunu gördük. Demokrasinin modern tarihinde altın bir sayfa olan bir direnişin önünde saygıyla eğilmeleri gerekirken yine Türkiye’yi azarlayıcı, aşağılayıcı, ders verici bir dille yaklaşıyorlar.
Batı’nın bu yaklaşımını sadece hükümet çevresi değil muhalefet de eleştirdi aslında...
Batı, Türkiye’de 15 Temmuz’dan sonra ortaya çıkan toplumsal mutabakatı da ıskaladı. Bu fikri manada, felsefi manada, siyasi manada tarihi bir hatadır. Demek ki ileri sanayi toplumu olmak, ileri iletişim imkânlarına sahip olmak, dünyanın en iyi üniversitelerine sahip olmak önyargıları aşmak için yeterli değil.
''İslam dünyası bir özne olma gayretinde olmalı''
‘İslamcılar iktidara geldiğinde kısa süre içinde otoriterleşiyorlar’ eleştirisine ne diyorsunuz? Batı’nın Türkiye algısının ve yer yer haklı olan eleştirilerinin temelinde de bu yatıyor. İslam dünyasının demokratik değerler anlamında eksiklikleri yok mu?
Bu manada Batı toplumlarının da ciddi eksiklikleri var. Batı’da yükselen göçmen karşıtlığına bakın, kendi kültür kodlarının dışında insanlar geldiğinde onlara karşı nasıl bir tavır sergiliyorlar? Demokrasinin Batı’da mükemmel işlediğini iddia etmek mümkün mü? Mesela Amerika’da demokrasi tartışmasının temel meselesi çıkar gruplarının demokratik düzen üstündeki etkisidir.
Kitapta ‘‘Asıl tehlikeli olan Batı’yı bir günah keçisi ilan edip, İslam dünyasının kendi sorunlarını ötelemek’’ demişsiniz. Batı’yı hep suçlu gösterip, kendini yenileyemeyen bir İslam dünyasıyla mı karşı karşıyayız?
İşte İslam dünyasında konuşmamız gereken temel mesele bu. Nasıl Batı, İslam’ı ötekileştirerek kendine bir kimlik inşa etmeye çalışıyorsa, İslam toplumları da aynısını yapıyor. Bu entelektüel tembelliğe sevk ediyor bizi. Tam tersine kendimizi de kıyasıya eleştirebilmeliyiz. Ama bunu Batı’ya yaranmak için değil, kendi meselelerimizden hareket ederek insanlığın ortak iyisine katkı vermek için yapmalıyız. Batı’yı sürekli merkeze koyup ötekileştirerek düşündüğünüzde bu da tersinden bir Avrupa merkezcilik oluyor. Bu cendereden çıkmak lazım.
Nasıl?
İslam dünyasının kendi geleneğini çok iyi kavraması lazım. İslam toplumlarının ilk ortaya çıkışını sağlayan Mekke ve Medine tecrübesine bakın, orada insanın zihnini ve bedenini köleleştiren her türlü yapıya karşı bir özgürlük anlayışı vardır. Moderniteyle 200 yıldır devam eden zorlu mücadelenin, zihin bulanıklıklarının, tortuların kenara koyulması gerekiyor. Geleneğin yaşayan ana dinamiklerini kavramak gerekiyor. Bundan sonra belli bir özgüvenle kendi tarihimize, mevcut durumumuza, Batı’ya bakabilmemiz lazım. Bunu yapabilirsek o zaman dünyaya anlatacak bir hikâyemiz olur. Diğer türlü sürekli bir şeylere reaksiyon veren ama kendi tezini ortaya koyamayan bir özne haline geliriz. İslam dünyası bir özne olma gayreti içinde olmak zorunda.