Arif Ali Cangı
(14 Ağustos 2014)
Cumhurbaşkanı ilk kez doğrudan halk tarafından seçildi.
10 Ağustosta yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimini her üç aday açısından ayrı ayrı değerlendirmek gerek.
AKP Genel Başkanı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan beklenildiği gibi birinci turda Cumhurbaşkanı seçildi. Yüzde 50’nin üzerinde oy alsa da geniş bir toplum kesimi de Erdoğan’ın seçilmesinden hoşnut değil, zaman zaman küfür ve nefrete varan söylemi, tek adam olma arzusu ve kutuplaştıran siyaset tarzıyla Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasından kaygı duyuyorlar.
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aday gösterilmesinin “olmayacak duaya amin” demek olduğu baştan belliydi, bunu Kemal Kılıçdaroğlu ile Devlet Bahçeli’den başka herkes görmüştü. Erdoğan’ın oy aldığı muhafazakar tabandan İslam Konferansı Başkanlığı yapmış bir adayla oy alınabileceği yanılgısına düşüldü. Oysa Recep Tayyip Erdoğan’a rakip olarak çıkartılan adayın ondan farklı şeyler söylemesi gerekirdi, ama öyle olmadı. Kendisini “Milliyetçi, Muhafazakar, Laik, Demokrat, ve Atatürkçü” olarak tanıtan Ekmeedin İhsanoğlu, ondan fazla parti desteklediği halde CHP ve MHP’nin oylarının toplamı kadar bile oy alamadı. Kısaca Kılıçdaroğlu ile Bahçeli’nin çatı aday formülü tutmadı, çatı çatılamadı.
Bu seçimde en çok konuşulan Halkların Demokratik Partisi (HDP)’nin adayı Selahattin Demirtaş’ın adaylığı, yürüttüğü seçim kampanyası ve aldığı sonuç oldu. Bir yanda devletin tüm olanaklarını kullanan ve yüklü bağışlarla parasal yönden zengin iki adayın kampanyası, diğer yanda ise imece usulü oluşturulan bütçesiyle pek çok imkansızlıklarla boğuşan, bu olumsuzluklara rağmen coşkulu ve çok renkli geçen Selahattin Demirtaş’ın kampanyası. Bu kampanyanın başarısında demokratik yol ve yöntemler ile kolektif emeğin katkısı çok büyüktür, diğer andan Demirtaş'ın samimi duruşu, kullandığı kapsayıcı ve şiddetten arınmış dili ile genç ve dinamik performansı da çok etkili olmuştur.
Selahattin Demirtaş'ı, aday olduktan sonta HDP Danışma Meclisi toplantısı ile İzmir'de bir kapalı yer, bir de açık alan toplantısında doğrudan izledim ve dinledim. Konuşmasında verdiği mesajların netliği, inandırıcı ve samimi sözleri etkileyiciydi, 9 Ağustos'ta İzmir Gündoğdu Meydanında öğle sıcağında yaptığı konuşmada yarattığı coşku görmeye değerdi. Konuşmasının İzmir'in sorunlarına ilişkin bölümü pek çok İzmirliye taş çıkartacak nitelikte ve içerikteydi. İzmir'in yerel sorunlarını, yerel yönetimi ile merkezi yönetim arasındaki çekişmeyi ayrıntılı biçimde anlattıktan sonra, İzmir'in de demokratik özerkliğe ihtiyacı olduğu vurgusuyla yaptığı yeni yaşam çağrısı ilgi çekiciydi, "İzmirliler AKP'den korkmayın yanınızda Diyarbakır var" "Diyarbakır-İzmir elele yeni yaşamı kuracağız" sözleri çok alkışlandı. Gündoğdu’daki coşku ve ilgi ertesi günü yapılan seçimde sandığa da yansıdı ve İzmir'de oylar ikiye katlandı. Şu anda İzmir Gazeteleri Selahattin Demirtaş'ı yazıyorlar. Bu sonuç zaman zaman ırkçı söylemleri olan ve boğucu hale gelen İzmir’in siyasetine nefes aldırdı, normalleşmenin önünü açtı, bu dahi çok değerlidir.
Bir yanda bakanları ve yakınları hakkındaki ciddi yolsuzluk iddiaları halen ortada duran ve despotlaşan, tek adam olacağını açık açık söyleyen öfkeli Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinin yarattığı sıkıntılar, diğer yanda eşit, özgür birarada yaşamı kurma, doğanın ve yaşamın korunması çağrısı yapan, seçimden üçüncü sırada çıkmasına karşın yoğun ilgi gören Selahattin Demirtaş’ın şahsında ortaya çıkan yeni umutlar ve yeni arayışlar.
Seçimin bu umut yaratan sonucu, Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan’ın 12 Eylül Anayasası’nın sağladığı geniş yetkileri kullanmasında denetleyici ve dengeleyici olabilecektir. Diğer yandan başta Kürt meselesi olmak üzere yok sayılan, ayrımcılığa uğrayan tüm toplumsal kesimlerin yaşadığı sorunların eşit yurttaşlık temelinde çözümünü sağlayacak demokratik siyasetin yolunu açacaktır. Bu sonuç aynı zamanda canlı yaşamını ve dünyanın geleceğini tehdit eden neoliberal politikaların azgınlaşmasının önüne geçebilecektir.
Tabi ki bütün bunlar kendiliğinden olmayacak, yeni yaşam çağrı belgesinde yazdığı gibi , özgürlükçü, eşitlikçi, barışçı ve yeşil olan, aynı zamanda kadın, LGBTİ ve genç olan çoğulcu demokratik siyaseti örgütleyerek, yaşamın her alanında var olarak, nasıl bir ülke, nasıl bir dünya istiyorsak öyle eyleyerek.
Haydi o zaman ‘yeni yaşam’ı kurmaya; güler yüzle, güzel sözle, barış içinde, samimiyetle…