Politika

Cumhurbaşkanı Gül'ün hassasiyeti

24 Ocak 2009 02:00
"Türkiye’deki Yahudi düşmanlığı başta olmak üzere ırkçılığın Başbakan’ın cesaretlendirici sözlerine ihtiyacı yok. Her fırsatta bu canavar toplumun içinden hortluyor zaten. Ama Başbakan’ın bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek açtığı bu kapı, bir ırkçılık şahlanmasına neden oldu."

Bu sözler, Radikal gazetesi yazarı İsmet Berkan'a ait. Berkan, Başbakan Erdoğan'ın, Gazze Şeridi'ne yönelik İsrail operasyonuyla birlikte gelen ve tepki çeken açıklamalarını, 'Cumhurbaşkanı Gül'ün hassasiyeti' başlıklı yazısında şöyle değerlendirdi:

İşaret fişeğini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bilerek veya bilmeyerek fırlattı, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü ve vicdanı olan herkesin yüreğini burkan operasyonu eleştireyim derken konuyu din savaşına, Yahudiliğe getirdi, ‘Biz’ dedi, ‘500 yıl önce sizlere kapılarımızı açtık.’
Ne demek istiyordu Başbakan? ‘Keşke açmaz olsaydık’ mı, ‘Açtık da ne oldu, siz şimdi Müslüman kardeşlerimizi öldürüyorsunuz’ mu?

Ne demek istemiş olursa olsun, bu sözleri söylerken gerçek niyeti ne olmuş olursa olsun, sözlerin tek bir anlamı vardı: Yahudi etnik/dini kimliğine sahip olanların tamamını Gazze’deki vahşetin sorumlusu olarak görmek. Yani ırkçılık yapmak. Yani, bir etnik/dini grubun mensuplarını, sırf bu kimliklerinden ötürü suçlu görmek.

Üstelik bunu yaparken, ‘ayıp’ kabul edilmesi gereken bir başka şeyi daha yapmış oluyordu Başbakan: 500 yıldan fazla zaman önce uzatılmış yardım elinin diyetini istemek...

Türkiye’deki Yahudi düşmanlığı başta olmak üzere ırkçılığın Başbakan’ın cesaretlendirici sözlerine ihtiyacı yok. Her fırsatta bu canavar toplumun içinden hortluyor zaten. Ama Başbakan’ın bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek açtığı bu kapı, bir ırkçılık şahlanmasına neden oldu.

Tam da bu sebeple son bir hafta içinde bu dördüncü yazım ırkçılıktan söz eden, Türkiye’de ırkçılığın yükselişinden endişe belirten.

***

Bakın dünkü Radikal’de, bir Türkiye Yahudisi’nin, Prof. Leyla Navaro’nun yazısı yayımlandı. Kaçıranlar için yazının hiç değilse son bölümünü burada yinelemek isterim: 

Türkiye’de Yahudi olmak: 500 yıllık yalnızlık

“Ancak bugün içimde bir şeyler kırıldı... Kendimi ait addettiğim ülkem beni eşit vatandaşı olarak görmüyor, din hanemde yazılı olan ibareden dolayı zımnen taraf yapıp düşmanlaştırıyor, devletine ve vatandaşlarına sahip çıkmakla yükümlü devlet sorumluları ve kimi medya saldırganlık ve düşmanlığı kışkırtıcı söylemlerden çekinmiyor ve ülkeyi ele geçirmekte olan ırkçılık dalgasına ‘dur’ diyemiyor, demiyor...

Demek ki 500 yıldır yaşamakta olduğumuz, kendimizi ait hissettiğimiz, manen sahiplenip manen savunduğumuz bu topraklarda ülkenin diğer vatandaşlarıyla hangi etnik kökenden veya dinden/ mezhepten olurlarsa olsunlar kader birliği yaptığımızı, birlikte mücadele ettiğimizi sanırken, ne kadar da yalnızmışız aslında...

O kadar sözü edilen, gururla taşınan ‘kültür mozaik’i sadece bir turistik slogan, bir yanılgı, yanılsamaymış... Esas arzu edilen, amaçlanan ‘mozaik’i tek renge indirgemekmiş... Birlikte ortak kaderini paylaştığım, iyi ve kötü günlerde ‘ne olacak bu durumumuz?’ diye ülke sorunlarına hayıflandığım kimi vatandaşlar demek beni potansiyel düşman olarak addedecek, canımı yakmak ya da yoketmek isteyecek... Bugün kendim için üzülüyorum, tedirginim ve nisbeten ürküyorum, ama açıkça söylemem gerekirse Türkiye’nin ırkçılığa kaymakta olan geleceği için de eşit derecede tedirginim, üzülüyor ve ürküyorum. Ve bu gidişe bilinçli ve sorumlu bir ‘dur’ denmezse Türkiye’nin kendini büyük bir yalnızlığa mahkûm edeceğinden korkuyorum. Karanlık bir yalnızlığa...”

***
Biz yazıyı yayımlarken fazlasıyla duygulandık, kendimizi aynen Hrant Dink’in kendi ölümünü adeta önceden haber veren yazısı elimize ulaştığında hissettiğimiz gibi hissettik. Dün gün boyu okurlarımızdan son derece olumlu tepkiler aldık, bazıları gözyaşlarını tutamamıştı yazıyı okuyunca.

Leyla Navaro’nun yazısını okuyup duygulanan okurlarımızdan biri de, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’dü. Cumhurbaşkanı Gül, Leyla Navaro’yu telefonla arayarak duygularını paylaştı, Yahudi düşmanlığından duyduğu rahatsızlığı söyledi.

Bu haberi alınca Leyla Navaro’yu aradım. Navaro, “Sayın Cumhurbaşkanı, son derece medeni, duyarlı, hassas bir tavır sergiledi. Uzun konuştuk. Yazıdan gerçekten etkilenmiş. İçtenlikle konuştu, bu konuda kendisinin gösterdiği hassasiyeti ve Malezya ile İran’da yaptığı konuşmalarda Yahudi düşmanlığı tehlikesine dikkat çektiğini anlattı” dedi.

Cumhurbaşkanı, her şeye rağmen iyimserdi, ülkenin bir iyileşme döneminden geçtiğine inanıyordu, bugün sinemalarda gösterime giren Güz Sancısı filmini de örnek vererek artık toplumda bu çeşit tutumların, politikaların tartışıldığını, daha yüksek sesle eleştirildiğini hatırlatmıştı. Ona göre bazı marjinal grupların hareketlerinin Türkiye’nin tamamını etkilemesine izin verilmemeli, direnç gösterilmeliydi.

Navaro, “Konuşmanın sonunda ben kendimi işitilmiş, duyulmuş hissettim. Ama tabii gerek Cumhurbaşkanı ve gerekse Başbakan bu nefret yayan tutuma sık sık ve açıkça dur demeli,
geçit vermemeli, bunu da söyledim sayın Cumhurbaşkanı’na” dedi.

***

Biliyorsunuz, yazının başında, bilerek veya bilmeyerek Yahudi düşmanlığını körüklediğini söylediğim Başbakan Erdoğan, son günlerde tonunu değiştirdi, ‘Bizim kitabımızda Yahudi düşmanlığı yazmaz’ demeye başladı, Yahudi düşmanlığı yapanları da eleştirdi ama bana göre hâlâ son savaşı bir ‘din savaşı’ olarak gördüğünü söyleyerek Yahudi düşmanlığının değirmenine su taşıdı.

Buna karşılık Cumhurbaşkanı, daha birkaç gün önce Gazze’de yaşananı bir din savaşı olarak değil siyasi bir olay olarak görmek gerektiğini üstüne basa basa söyledi.

Yani bu anlamda, Cumhurbaşkanı’nın söylemi ile Başbakan’ın söylemi arasında çok önemli bir fark olduğu da mutlaka not edilmeli. Bana göre Türkiye’ye, Cumhurbaşkanı’nın çizgisi ve hassasiyeti daha çok yakışıyor!