Emekli Özel Kuvvetler subayı, güvenlik uzmanı Abdullah Ağar, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) 30 Ağustos'ta Hakkari’nin Çukurca kırsalında Seni Tepe, Kale Tepe ve Dağbaşı Tepe'de başlattığı operasyonlarla ilgili olarak "Dağlıca’da 2522 rakımlı Oramar Dağı’ndan, Keri ya da Pey Tepe’den Gevanakurki’den batıya, Çukurca tarafına bakıldığında kuş uçumu yaklaşık 45 kilometrelik hatta yaklaşık on yıldır bu denli kesin sonuç arzulayan bir operasyon yapılmamıştı" dedi.
Abdullah Ağar'ın operasyona ilişkin olarak kaleme aldığı yazı dizisinin ilk bölümü şöyle:
Aslında, “Şehit Sağlık Üstçavuş Mekan Şahin, Çukurca-Çağlayan Operasyonu” çok anlamlı bir günde başladı: 30 Ağustos 2016... Operasyona katılacak 1’inci Komando Tugayı’nın, Kayseri Komando’nun ilgili birlikleri ve emre verilenler 30 Ağustos’u planlama, kontrol, koordine ve hazırlıkla geçirdi. Neye hazırlandıklarını çok iyi biliyorlardı: “Büyük maç çıkacak komutanım.”
Bunu diyen Kayseri Hava İndirme Tugayı’nın Komutanı Albay Kemal’di. Konuştuğu kişi ise Yüksekova’daki 3’üncü Tümen Komutanı Tuğgeneral Metin’di (Tokel). Ne ilginçti. Tugay Komutanı Albay Kemal, şimdi komutanlığını yaptığı tugayın çok değil 2 ay öncesine kadar tugay komutan yardımcısıydı. Tam 12 yıl sonra tekrar, canı gibi sevdiği Özel Kuvvetler’e tayini çıkmıştı. Nasipti ama Özel Kuvvetler’de yine görev alamayacaktı. FETÖ’cü darbe girişiminden sonra, gerisin geriye tekrar Kayseri Hava İndirmeye atanmıştı; albay rütbesinde bir tugay komutanı olarak. Ve Kayseri yerine çok daha ağır ve zor bir tugayın komutanı olarak Hakkâri Çukurca’daydı.
"Atım da hazır, silahım da"
Metin Paşa’nın durumu da pek farklı değildi. İki yıl önce Şemdinli’deki 34’üncü Sınır Tugayı’nın komutanıydı ve burayı devretmişti. FETÖ’cü darbe girişiminden sonra Şemdinli Tugayı’nın da bağlı olduğu Yüksekova’daki 3’üncü Tümen’in komutanlığına atanmıştı. Hem de tuğgeneral olarak. Tuğgeneral rütbesindeki tümen komutanıyla, albay rütbesindeki tugay komutanı konuşurken telefon çaldı. Arayan Korgeneral rütbesindeki Ordu Komutanı Metin Temel Paşa’ydı. Büyük Metin (Temel) küçük Metin’e (Tokel) sordu:
- “Nasıl gidiyor Metin?”
- “Sağ olun komutanım. Hazırız.” -
“Ben de hazırım” dedi
Metin Temel Paşa, “Atım da hazır, silahım da!” Söz meclisten dışarı, bir de 30 küsur yıldır yanında duramadığı eşi vardı. Gidemezdi ki! Eşi de gidemediği evinde, onu bekler dururdu. “Atım” dediği ise, “Her an hazır bekleyen helikopteriydi.” Hazır olan atına atlayıp bitivereceği adı bilinmez bir dağın başına gideceği zaman “Atımı hazırlayın” der, gideceği yeri havadayken söylerdi.
Teğmenliği hariç bütün rütbelerinde Güneydoğu’daydı. Subayken, üstsubayken, generalken. O, TSK’nın dağ kadrosundaydı. Söz meclisten dışarı, Metin Temel Paşa Güneydoğu’daki dağ ve tepelerini değil adım adım, hangi patikadan hangi çakal geçer, hangi ağacın içinde hangi kurt yaşar, bunu bile bilirdi. Ama bilmek yetmezdi. Dürtmek gerekirdi. Şimdi de dürteceklerdi.
- “Allah kılıcınızı keskin etsin arkadaşlar. Allah Mehmetleri korusun.”
- “Amin komutanım” diye görüşme sonlandı.
"PKK'nın sözde kampı bu bölgede"
Metin Temel Paşa, bir de Cerablus’la uğraşıyordu. Membiç cebindeki iki zibidiyi nasıl sopalarım, oradan vatan için ne çıkartırım, bir de bununla dertleniyordu. Artık “Büyük maç çıkacağını değerlendirdikleri” Çukurca Çağlayan Bölgesi’ne “Mehmetçik’ten bir mızrak” saplayacaklardı. Zor işti, hem de çok zor iş! Biliyorlardı. Dağlıca’da 2522 rakımlı Oramar Dağı’ndan, Keri ya da Pey Tepe’den Gevanakurki’den batıya, Çukurca tarafına bakıldığında kuş uçumu yaklaşık 45 kilometrelik hatta yaklaşık on yıldır bu denli kesin sonuç arzulayan bir operasyon yapılmamıştı.
PKK’nın yılan yuvalarıyla, köstebek oyuklarıyla, inleri, mağaraları, tünelleriyle kamplaştırdığı, ‘sözde’ karargâhlaştırdığı bir bölgeydi.
Burası PKK’nın ‘sözde’ Ertuşi Kampı ve karargâhı dediği yerdi. Sadece o kadar da değildi. Geçmişten bu güne “bir oluğa” dönüşmüştü burası. Kaçakçılığın, termal örtülerin ve şemsiyelerin altına gizlenen PKK, Irak’tan oluk oluk Türkiye’ye sızmış, Türkiye’nin içlerine buralardan dağılmıştı. Doçkalar, güdümlü uçaksavar ve tanksavar füzeleri, patlayıcılar, mühimmatlar, Irak ve Suriye’de pişmiş teröristler gırlaydı.
"FETÖ'cülerin istismarı tam olarak bilinmiyor"
2011 yılının sonlarında dağdaki PKK, neredeyse soluksuz kalmış bitme noktasına gelmişken bir Uludere olayı, ardından başlayan ‘sözde’ Çözüm Süreci, bölgede görev yapan üniformalı teröristlerin-FETÖ’cülerin hâlâ bilinemeyen istismarları, kuvvet bileşenleri ve çarpanlarındaki hassasiyetler Güneydoğu’yu bu hale getirmişti. Dile kolay, Hatay’dan başlayıp bütün Suriye- Irak ve İran sınırı boyunca, ta Ermenistan sınırına kadar bütün tugay ve tümen komutanları FETÖ bağlantıları nedeniyle tutuklanmışlardı. Bunun dağ için anlamı çok büyüktü.
FETÖ ile bağlantısı olanların dağdaki mücadeleyi “Emir-komutayı, kontrol-koordinasyonu, planlama ve uygulamaları” nasıl ve ne derece istismar ettiğini hâlâ kimse tam bilemiyor. Bir de dahası var. Dağda mücadele eden Mehmetçiklerin inancı, azim ve kararlılığı, iradesi, akıl ve cesareti bu işten nasıl etkilendi? Hiçbir zaman tam anlamıyla bilinemeyecek, ‘Bunun bir ölçü aygıtı olmadığı için’ hiçbir zaman ölçülemeyecek.
"Helalleşirsiniz birbirinizle"
Neyse! Biz dağdaki bizimkilere dönelim. Aslında biraz olsun dinlenmek de istiyorlar. Sadece ruhlarıyla değil, bedenleriyle de fazlasıyla zorlanacaklar. Sadece teröristle değil, doğayla, araziyle zamanla, karanlıkla ve kendi benlikleriyle de mücadele edecekler. “Temas ihtimalinin muhakkak” olduğu bu tür operasyonların öncesinde bir zaman bulsalar; dinlenmek, uyumak isteseler dahi dinlenemez, uyuyamazlar. Tutmaz bir türlü uyku onları, onlar da uykuyu tutamazlar bir türlü. Ölüm uykusu akılları gönülleri tuttukça, çatışma, onur, kaygı, endişe, cesaret, belirsizlikler, acı tecrübeler, olasılıklar gelip hep dürtüp durdukça, uyku haram olur hepsine. Hele bir de dulluğa aday eşinizle yetim kalmaya aday çocuklarınız varsa. Öpüp durursunuz mendilinizi. Böyle geçer durur operasyon öncesi saatler. Artık şu tekerler bir dönsün istersiniz. Ve gelir çatar o saat. Ama önce kısa ve kesin cümlelerle konuşur, en son da helalleşirsiniz birbirinizle. Bu gece de böyle...
"Mermiler havada uçuşuyor"
Mermiler namlulara sürülmüş, emniyetler çatışmaya daldığında açılmak üzere ‘helikopteri delmeyelim diye’ kapatılmış bir şekilde pist başında bekliyorlar. Gece yarısından sonraki 1’ler 2’ler yavaş yavaş geçiyor. İnsanlar uykularına gömüldükçe Mehmetçikler uyanıyor. Gecenin artık 2’lerine ulaşıldığında ise Hakkâri Çukurca’daki helikopter pistinin sessiz uğultusu, yerini motor gürültülerinin ve pal rüzgârlarının egemen olduğu bir hengameye bırakıyor.
31 Ağustos 03.00-05.30 saatleri arasında Kayseri’nin 2’nci Taburu’na bağlı 1’inci ve 3’üncü bölükler Seni Tepe’ye atılmak üzere Sikorsky’lerle havalanıyor. Kaybolup gidiyorlar gecenin karanlığında. “Seni Tepe’ye atılır atılmaz da büyük bir maç başlayacak” derdim ya! Bu maç, bundan bir adım önce başlıyor. Hem de nasıl? Gürüldüyor, gümbürdüyor gecenin karanlığında mermiler. Gecenin karanlığındaki helikopterleri vurmaya çalışan Doçkaların, Biksilerin, Zagrosların izli mermileri havada uçuşuyor. Şenlik bu!
"Kızılca kıyamet kopuyor"
Ölüm mesajları ve etkisi taşıyan, 3 mermide 5 mermide bir, fosforlu mermilerin geceyi havai fişek gösterisine dönüştürdüğü binlerce mermilik ölümüne bir şenlik. Kimi havada kimi yere teker koyar koymaz dağa saplanmaya başlıyor. Kimi ayağını burkuyor, kimi düşüyor, kimi savruluyor. Ama hiçbiri bu acılara oralı bile olmuyor. Can bu! Artık ölmeden öldürmeye bakıyorlar. Ağır ateşlerin altında tutunmaya, mevzi tutmaya, ateş etmeye başlıyorlar. Bir kızılca kıyamet kopuyor tepenin üstünde. Önce bilinçsizce saçılıyor, sonra dağılıyor, sonra da bilinçle açılmaya başlıyorlar. En hassas an bu...
Artık gıdım gıdım, adım adım tepenin zirvesine tutunmaya başlıyorlar. Haykırışlar, bağırışlar, küfürler. Hırslar, hınçlar ve nefretler. Ve inanış. Ve delicesine bir öfke! Patlayan bombaların ve roketlerin kızıl yakamozlarında birbirine dolanan mermiler. Saplayıcı ateşler, paralanıp duran el bombaları.
"Yüklenin aslanlarım"
O ses yırtıyor geceyi; bağırıyor bölük komutanı: “Yüklenin aslanlarım.” Uğuldayıp başlarının hemen üstünden geçen bir roket. Ürperip bilinçsizce başlarını omuzlarının arasına gömmeye kalktıkları o anda, ‘Zarank’ diye, roketin arkalarındaki kayalara çarpması... Bu sefer ruhlarındaki sallantı. “Devam arkadaşlar, devam. Gömün alçakları.” Roketin geldiği yere, mermiden uğuldayan bir karşılık. Uğuldayarak açılmaya, yayılmaya, tepenin başını ele geçirmeye çalıştılar. Ve artık sonunda baskın tarzında gerçekleştirdikleri bu indirmeyle Seni Tepe’yi zirvesinden yamaçlarına doğru temizlemeyi başardılar. Hiç bitmeyeceklerini sandıkları gecenin serin aydınlığına kavuştular. Ama bitmeyecekti. Hatta yeni başlayacaktı.
Tuttukları tepenin başında başlarını bile kaldıramadılar. Çomaklarını soktukları tepenin dört bir yanından, yakından, uzaktan, eteklerden, sırtlardan, yamaçlardan, Doçkaların, roketlerin, Zagrosların, Kanasların, Biksilerin mermileri yağıyordu. Kanlarıyla Seni Tepe’yi sulamaya başladılar.
Operasyonun adı nereden geliyor?
Şehit Sağlık Astsubay Üstçavuş Mekan Şahin, 13 Mayıs 2016’da Hakkâri Çukurca’ya bağlı Çığlı’daki üs bölgesine yapılan baskında şehit oldu. Elinde kendini savunacak bir tabanca bile yokken, çatışmada yaralanmış bir Mehmetçiğe acil müdahale ederken, sırtından vurularak şehit edildi. Yaşanan baskın sırasında duyulan son sözü; “Bana da ateş ediyorlar” olmuştur. Kayseri’de görev yapan Mekan Şahin, geçici görevle gitmişti Hakkâri’ye. Şehit astsubay evli ve 1 çocuk babasıydı.