Dr. Lee Humber, yeni tipi Koronavirüs (Covid-19) küresel salgınının 'yoksulları, yaşlıları ve savunmasızları' daha çok etkilemesinin nedeninin; özellikle son 10 yılda uygulanan 'kemer sıkma politikalarının yol açtığı yoksulluk sonucu oluşan dengesiz beslenme ve bağışıklık sisteminin çökmesi' olduğunu savunan bir yazı kaleme aldı.
"Covid-19’un çok fazla yaşlıyı hedef tahtasına oturtmasının arkasında kemer sıkma politikalarının yol açtığı yoksulluk yatıyor. Covid-19 belki son darbeyi vuruyor olabilir, fakat işçi sınıfının yaşlı üyelerinin vaktinden önce ölmesinin gerçek nedeni genel sağlık koşullarının kötü olmasıdır" diyen Humber, yazısında kapitalizmin yarattığı toplumsal ve politik sorunların çözüme kavuşturulmadan şimdiki veya gelecekteki pandemilerin çözülemeyeceğini savundu.
Orijinali, Review dergisinde yayımlanan; çevirisini ise Marx-21 yayınevinin sitesinde yayımlanan yazının tamamı şöyle:
Kötü beslenme ve kötü sağlık koşulları; sosyal devlet harcamaları ve sağlık hizmetlerindeki kesintilerin ve yıllardır süren kemer sıkma tedbirlerinin yarattığı zehirli iklimle birleşince pek çok kişiyi pandeminin kucağına itti.
Soyutlanmış bir doğa ve bilim arasındaki mücadele küredeki halkların sağlık durumunu belirlemez; hiç bir zaman da belirlemedi. Parçası olduğumuz doğa, küresel kapitalizmle etkileşim içinde gelişiyor. Doğanın şu anda karşımıza diktiği tehditler, bu etkileşimin çok yönlü sorunlarının sonucudur; yani kendisini insan sağlığını küresel düzeyde tehdit eden pandemi olarak gösteren “metabolik uçurum”.
Pandemi, antroposenin iklim krizinin vücut bulmuş bulmuş halidir. Sağlımız bununla bağlantılı. Bizler içinde bulunduğumuz sosyal koşullara bağlı olarak sağlıklı veya hasta oluyoruz.
Temiz suya ve sağlıklı gıdalara erişebiliyor muyuz? Uygun barınma koşullarına sahip miyiz? Hayatımızın çoğunu bizi elden ayaktan düşüren kaygıların ağında boğuşarak geçirmediğimiz zaman dünya daha istikrarlı olmaz mı? Böylece hastalıklara karşı koyabilecek kadar güçlü bağışıklık sistemlerine sahip olmaz mıyız? Bunlar dünyamızın sürekli yeni ve daha öldürücü patojenleri üretmesini engellemez mi?
Kapitalizm, bu soruları barındıran alanların hepsinde çuvallıyor.
Esasen ortadaki mesele kapitalizmin hatalı çalışması değil; tam da kendi doğasına uygun çalışmasıdır sorun. Kapitalizm, kâr merkezli metalaştırma üzerinden işler ve tam da bu kâr merkezlilik ve metalaştırma, bu pandeminin ve genel olarak iklim krizinin nedenleridir.
İçinde bulunduğumuz birbirine bağlı ekonomik, politik ve sosyal krizi dört anahtar unsurla (Covid-19 pandemisinin ve onun da dahil olduğu bizi çevreleyen genel iklim krizinin hızla büyümesine yol açan unsurlar) inceleyebiliriz: Ekolojik (virüsler, tarım ve ormansızlaştırma), epidemiyolojik (zayıf bünyeli konaklar, kemer sıkma politikaları ve korunmasız halklar), ideolojik (sağlık ve sosyal hizmetlerin “piyasalaşması” ve “kamusal sağlık hizmetleri”nin çöküşü), politik (kolektif değil bireysel çözümler, kararsızlık ve net politik liderliğin olmaması).
Özellikle “kırılgan gruplar” olarak nitelendirilenlerden biri olan yaşlı insanlar, Covid-19 mağdurlarının esas kısmını oluşturuyor. Bunu anlamak için Dünya Sağlık Örgütü dahil pek çok uluslararası kurum tarafından toplumların sağlık durumlarını kavramak adına benimsenen “sağlığı belirleyen sosyal faktörler” analiz yöntemine başvurabiliriz.
“Kırılgan”, “yatkın” ve “dirençli” gibi kavramlar çokça kullanılıyor. “Kırılganlık”, tam anlamıyla “yatkınlık”tan daha fazlasını ifade ediyor. Örneğin diğer herkes gibi yaşlılar da virüse yatkınlar; ama eğer birçok yaşlıda başka hastalıklar olmasaydı virüsün yarattığı ciddi sonuçlara maruz kalma riskleri düşük olurdu. Başka bir deyişle yaşlı insanlar arasında ölüm oranlarının daha yüksek olmasının sebebi toplumsal işleyişin belirlediği bozuk sağlık ve zayıf bağışıklıktır; onların virüse yatkınlığı değil.
Kırılganlığı üç öğenin kombinasyonu olarak ele alabiliriz: Dış etkenlere maruz kalma boyutu (bu durumda Covid-19’a maruziyet), nüfusun kalıtımsal yatkınlığı (sosyal işleyişin ortaya çıkardığı bireylerin ve belirli toplumsal grupların biyomedikal geçmişleri) ve sağlık ve sosyal hizmetler dahil toplumsal altyapının etkinliği ile nüfusun yeni duruma uyma ve fiziki, teknik, davranışsal ve organizasyonel değişiklikler yapma kabiliyeti. Konuya genel olarak bu üçlü kavramsal çerçeve dahilinde yaklaşalım.
Vaka ölüm oranı (VÖO), hastalık tanısı konmuş bireyler arasındaki ölüm sayısıdır; onaylanmış vaka sayısının hastalıktan ölen toplam insan sayısına bölünmesiyle bulunur. Her bir hastalığın tek bir VÖO oranı yoktur. Oran; ülkelere, toplumsal kesimlere ve zamana göre değişir. Çin’in Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezi Mart sonunda Covid-19’un VÖO’sunu genel olarak yüzde 3,7 (Çin’de yüzde 3,9, dünyanın geri kalanında yüzde 3,5) olarak tahmin ediyordu. Maalesef bu oran İtalya’da bunu iki katı: yüzde 6. Bunun nedenlerine geleceğiz.
Çin Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezi yaş, cinsiyet, başka rahatsızlıklardan muzdariplik gibi kriterlere göre oluşturulan nüfus grupları arasındaki onaylanmış tüm vakalar, ölümler ve VÖO’ya dair bir analiz sundu. Buna göre yaşlı insanlar en riskli grubu oluşturuyor. Bunun yanında başka rahatsızlıklara sahip olanlar diğer kritik grubu oluşturuyor. Covid-19 teşhisi konmuş, aynı zamanda kalp-damar rahatsızlıklarına sahip hastaların yüzde 10’undan fazlası ölüyor. Diyabet, kronik solunum yolu hastalıkları, yüksek tansiyon ve kanser (yani günümüzde küresel ölçekte yaygın olan tüm hastalıklar) yüksek risk oluşturuyor.
Başka hastalıklara sahip olmayanlarda ölüm oranı yüzde 0,9 düzeyinde. Başka bir ifadeyle Çin’de yüksek risk grubundaki yaşlılar, başka hastalıklara da sahip olmaları yüzünden ölüyor. Peki, “sağlığın sosyal belirleyicileri” bu tabloda nereye oturuyor? Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), küresel sağlık deneyimlerinden bahsederken şunları kaydediyor: “Sağlığı tehdit eden deneyimlerin eşitsiz dağılımı ‘doğal’ bir olgu değil, yetersiz toplumsal tedbirlerin, adaletsiz ekonomik işleyişin ve kötü politikaların oluşturduğu zehirli birlikteliğin bir sonucudur”.
Küresel düzeyde halkların sağlık durumları farklılık gösteriyor. Ancak bunun nedeni (küresel sermayenin bizi ikna etmeye çalıştığının aksine) genetik veya bireysel davranışlar değil; DSÖ’nün niyetinden çok daha radikal bir şekilde sosyal ve politik. Bu “sağlığın sosyal belirleyicileri” yaklaşımı sosyalistler için faydalı bir araç; günlük ve uzun vadeli sağlık durumumuzu içinde yaşadığımız toplumun belirlediğini vurguluyor.
Geniş bir ekolojik düzeyde 21. yüzyılda mikroskobik patojenler (hastalıklara neden olan bakteri ve virüsler) toplumsal koşulların belirlediği modern tarım ve gıda üretimi faaliyetleri yüzünden güçlenirken bu patojenlere maruz kalan insanlar güçsüzleşiyor. Genel ve özel düzeyde virüsün neden etkili olduğunu açıklayan sağlığın sosyal belirleyicilerinin pek çok etmeni var. Beslenme bunlardan en bariz olanı.
Tarih-öncesi dönemden beri bilinen veremin nedeni bulaşıcı bir bakteri. Günümüzde hala küresel bir tehdit; özellikle fakirleri ve kötü yaşam ve beslenme koşullarına sahip olanları vuruyor. Beslenme, sağlık hizmetleri ve barınma koşullarının iyileşmesi sayesinde 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Britanya’da verem rakamları gerilemişti. Fakat 2015’te geri döndü. Verem yükselişte olduğu için İngiltere Kamu Sağlığı Kurumu onu; obezite, sigara ve alkol tüketimi ve bunama (demans) ile birlikte en önemli tehditler arasında sayıyor.
Araştırmalar, modern dönem diyetinin yeterli besleyici ögeler içermediğini gösteriyor. Bu da verem gibi patojenlere karşı bağışıklık sistemlerinin zayıf kalmasına neden oluyor. Obezite ve yeme bozuklukları, kalp-damar rahatsızlıkları gibi kronik hastalıklar, yüksek tansiyon, kanser ve şeker hastalığı 21. yy. beslenme alışkanlıklarıyla bağlantılı yaygın hastalıklar. Bu rahatsızlıklar, toplum içinde eşitsiz dağılım gösteriyor; işçi sınıfını, özellikle en yoksullarını orantısız bir şekilde etkiliyor.
Bütün bunların Covid-19 ve yaşlı insanlarla bağlantısı nedir?
Geçtiğimiz on yıllar, az besin veya yetersiz besin değerlerine sahip gıdaların tüketilmesi şeklinde ortaya çıkan dengesiz beslenme, yaşlı insanlar arasında sıkça rastlanır oldu. Yaşla bağlantılı olarak beslenme düzenlemelerinin değişmesi, “yaşlılık anokresisi”ne (böyle deniyor) neden oluyor. Bu, tıbbi ve toplumsal risk faktörleriyle – yalnızlık ve toplumdan izole yaşam ve/veya bakım evlerindeki kötü koşullar – birleşince dengesiz beslenme ile sonuçlanıyor.
Dolayısıyla yaşlılarda – özellikle bakım evlerinde kalanlarda – yetersiz beslenme çok yaygın. Dengesiz beslenme tek başına ölüme sürükleyebilir elbette. Bununla birlikte epidemiyolojik araştırmalar bunun aynı zamanda enfeksiyonlara karşı savunmasız bıraktığını ve hastalıkların daha ağır geçmesine neden olduğunu gösteriyor. Dengesiz beslenme hastalıklara yakalanmanın ve bununla bağlantılı ölümlerin en önemli nedenlerinden biri.
Britanya’da her sene 300 bin kişi doğrudan doğruya dengesiz beslenme yüzünden ölüyor ve çocuk ölümlerinin yarısı kadarında da bunun dolaylı etkisi var. Yaşlıların toplumsal yaşamdan kopuk ve yalnızlık içinde yaşamaları, dengesiz beslenme ve onunla ilintili hastalıkların ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu durumun hem Britanya’da hem de dünya çapında artma eğilimi de güçlü.
Sosyal hizmetlerin özelleştirilmesi yaşlı bakım evleri gibi kolektif alanlarda bile dengesiz beslenmenin artmasına neden oluyor. Sheffield Hallam Üniversitesi’nin bir araştırmasına göre bakım evlerinde bir kişiyi beslemek için harcanan günlük tutar 2,44 sterlin. Yaşlıların Suistimaline Karşı Mücadele’nin lideri Gary Fitzgerald şunları söylüyor: “Bakım evlerinde verilen gıdaların düşük kalitesi yaygın bir problem ve bize göre bu, çok daha ciddi suistimal ve ihmallerin gerçekleştirildiğinin bir işareti”. Bunlara ölümcül hastalıklar karşısındaki kırılganlığı da ekleyebiliriz.
Britanya Parenteral[1] ve Enteral[2] Beslenme Derneği, bakım evlerinde kalanların beşte birinin orta ve yüksek düzey dengesiz beslenmeyle karşı karşıya olduğunu tahmin ediyor. Yetersiz beslenmenin sonucu olarak vitamin ve mineral eksikliği; kemiklerin kırılması, enfeksiyonlara karşı savunmasızlık, deri problemleri, yaraların iyileşememesi, depresyon ve hatta iştahsızlık risklerini artırıyor. Yaşlıların gençlere göre daha az kaloriye ihtiyaçları olduğu doğru, ancak sağlıklı kalabilmek için onların da en az diğer yaş grupları kadar besleyici gıdalara gereksinimleri var.
Kemer sıkma politikaları bu ölümcül gidişatı hızlandırdı. Avrupa Birliği’nin yürüttüğü bir araştırma son birkaç yıldır Avrupa çapında yaşlı ölümlerinin artış trendinde olduğunu net bir biçimde ortaya seriyor.
İtalya
İtalya 2015’te İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en yüksek ölüm oranına (çoğunlukla özellikle 75-95 yaş arasındaki yüksek ölümler yüzünden) şahit oldu. İtalya’da VÖO’nun yüzde 6 olmasının kaynağı budur. Kemer sıkma politikalarının İtalyan toplumu üzerinde yarattığı yıkıcı etki yüzünden 2012’de hane halkının yüzde 83’ü gıda alış-verişlerini özel indirimlere ve daha ucuz gıdalara yönelerek gerçekleştiriyordu; 2,7 milyon İtalyan ise ihtiyaç duyduğu sebzeleri kendisi yetiştirmeye başlamıştı. Yakıttan tasarruf etmek için İtalyanların yüzde 65,8’i seyahatlerini azaltmış ve yüzde 42’si ise tümden seyahat etmeyi bırakmıştı.
Bu araştırmanın üstünden geçen sekiz yılda durum daha da vahimleşti. Yaşlıları gittikçe daha zayıf ve kırılgan hale getiren toplumsal ve siyasal süreç dahilinde Kuzey Birliği faşistleri, insanların korkularını istismar ederek seçimlerde başarı kazanmaya başladı.
Amerika Birleşik Devletleri
ABD namlunun ucunda. Mart’ın ortasından itibaren New York eyaletindeki tüm okullar Nisan sonuna kadar kapatıldı. Bu, kısmen Covid-19 tehdidine karşı alınmış bir tedbirdi. Hiç olmazsa New York yöneticileri (bu yazının kaleme alındığı sıradaki Britanya hariç diğer tüm Avrupa ülkelerindeki gibi) okulların açık olmasının hastalığın rahatça yayılmasına uygun ortam sağlarken “sürü bağışıklığı”na çok az katkısının olacağının farkına vardılar.
Buna karşın bu tedbirin aynı zamanda ABD’nin karşılaştığı diğer büyük salgın olan gribe karşı da alındığı düşünülüyor. ABD’nin Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezi’ne göre Ekim 2019’da başlayan “grip sezonu” şimdiye kadar 36 ila 51 milyon kişiyi etkiledi; tıbbi tesislere 17 ila 24 milyon başvuru yapıldı, 370-670 bin kişi hastaneye yattı ve 22-55 bin kişi öldü.
Trump’ın Covid-19’u “Çin virüsü” olarak nitelendirmesini anlamak kolaylaşıyor.
Bir stratejiniz yoksa ve sosyal ve tıbbi planları yerine getirebilecek çok az merkezi mekanizmaya sahipseniz, salgının kendi arka bahçenizde cereyan ettiğini kabullenmektense zamansız ölümlerin suçunu yabancıların üstüne atmak daha iyidir! Tekrar edelim; artan yoksulluk ve toplumsal mahrumiyet ve onların doğal eşlikçileri dengesiz beslenme ve zayıflayan bağışıklık sistemleri, ölümcül gribin ve Covid-19’un yükselmesinin ana nedenleridir.
Bir araştırma, 56 milyon Amerikalının yoksulluk ve/veya sosyal, ekonomik ve diğer alanlarda mahrumiyet içinde yaşadığını ortaya koydu. Bu yetersiz bir tahmindir. Amerikalıların beşte biri yoksulluk içinde yaşıyor. Bununla birlikte OECD’nin yoksulluk sınırının altında yaşayan Amerikalı yaşlıların oranı diğer tüm ileri ülkelerden (Avustralya ve İsviçre hariç) daha fazla. ABD yoksulluk ve kuvvetle ihtimal dengesiz beslenme koşulları altında yaşayan büyük bir yaşlı nüfusa sahip. Bu nüfus aynı zamanda küçüklüklerinden beri maruz kaldıkları olumsuz sağlık koşulları ve sağlık hizmetlerine sınırlı erişim yüzünden çoğunlukla kronik rahatsızlıklardan muzdarip. Bu, Amerika için bir kıyamet senaryosu ve Amerika’nın yaşlı yurttaşları için korkunç ve trajik bir gelecek demek.
Britanya
Bir tahmine göre Britanya’da salgın 2021 Baharı’na kadar etkisini devam ettirecek ve bu süreçte yaklaşık 8 milyon kişi hastanede tedavi altına alınacak. Ciddi yoksulluk koşulları altında yaşayan yaşlıların oranı, 1986’dakinin beş katına çıkmış durumda. Bu artış Batı Avrupa ülkeleri arasındaki en büyük rakam. Yoksul emeklilerin sayısı iki milyon (yüzde 16) ve daha vahimi son yıllarda bu rakamlar artış eğiliminde. Yaşlılar arasında bazı kesimler (örneğin kiracılar) özellikle yoksulluk tehdidi altında.
Asya kökenli emeklilerde yoksulluk oranı yüzde 31, siyahlarda yüzde 32; beyaz nüfusta bu oran yüzde 15. Mali olarak dezavantajlı olma durumu sadece gelirle sınırlı değil; örneğin engelli veya sürekli bakıma muhtaç vatandaşların maliyetleri daha yüksek veya soğuk, kötü yalıtılmış evlerde ikamet edenlerin ısınma masrafları daha fazla. Citizens Advice’ın (CA) son araştırmasına göre ücretsiz gıda kartı dağıtımı son iki yılda yüzde 11,2 arttı.
Daha özele inildiğinde, CA hizmetlerine yaşlıların ulaşımında yaşanan güçlüklere rağmen ücretsiz gıda kartı alan yaşlıların oranı arttı; 50 yaşın üstündekilerde yüzde 26’dan yüzde 31’e, 60 yaş üstünde ise yüzde 6’dan yüzde 9’a yükseldi. 2017-18’den 2018-19’a gidilirken bazı CA bürolarına yapılan borç başvuruları yüzde 47 arttı ve 50 yaş üstü ve 60 yaş üstü yaşlıların oranı yükseldi.
Bu dönemde hizmetlerden yararlanma talebi de yüzde 14 arttı. Bununla birlikte özellikle yaşlıların ihtiyaç duydukları “emeklilik kredisi ve bakımevi ödeneği” talebi yüzde 31’den yüzde 42’ye çıktı. Britanya muhafazakar hükümetin getirdiği “Universal Credit” (Evrensel Kredi) ile birlikte sosyal destek sistemin aşama aşama devreye girmesi yoksulların mali durumları, beslenme, sağlık ve kırılganlık düzeyleri üzerinde ölümcül bir etki yaratıyor.
Sonuç
Manzara ortada. Covid-19’un çok fazla yaşlıyı hedef tahtasına oturtmasının arkasında kemer sıkma politikalarının yol açtığı yoksulluk yatıyor. Covid-19 belki son darbeyi vuruyor olabilir, fakat işçi sınıfının yaşlı üyelerinin vaktinden önce ölmesinin gerçek nedeni genel sağlık koşullarının kötü olmasıdır. Bu koşullar son on yılda kemer sıkma politikalarının sosyal devlet harcamalarını baltalaması ve yoksulluğu, dengesiz beslenmeyi artırıp insanların bağışıklık sistemlerini çökertmesi sonucunda ortaya çıktı.
Britanya hükümetinin salgına karşı gösterdiği tepki daha kötü olmazdı. Kararlı bir liderlik yerine karşımıza Johnson’ın günlük brifing adı altında yaptığı ahmakça aşağılamalar çıkarıldı. Plan yok, “kırılgan” gruplar için ekstra kaynak desteği yok; bunun yerine okullarda, hastanelerde ve yaşlıların evlerinde kafa karışıklığı ve korku var. Sadece “kişisel izolasyon” önerisi yapmak, bu grubun zaten cebelleştiği beslenme sorunlarını ve fiziksel ve ruhsal problemleri azdırmak dışında bir işe yaramaz.
Daha önceden kapanmış ve kızağa çekilmiş hastaneler ve klinikler hâlâ kapalı. Gelecekte bir zaman ortaya çıkacak, belirsiz biyomedikal çare dışında kapitalizmin bize önereceği bir şey yok. Bu, aslında biyomedikal bir sorun değil; toplumsal ve politik bir sorun. Kapitalizmin karşımıza diktiği toplumsal ve politik sorunları çözmeden şimdiki veya gelecekteki pandemileri çözemeyiz.