Tiyatro fenomeni Mark Ravenhill’in oyunları, cool bir tiyatro topluluğu ve cool bir markayla buluşursa ne olur? Cevabı, Tiyatro Dot’un sahnesinde bulabilirsiniz
Sokaktan, oyunların sergilendiği mekâna, neredeyse tek adımda giriliyor. Fuaye alanı oldukça samimi ve farklı bir ortamın sinyallerini veriyor. Projenin kolu kanadı olan kişi Özlem Daltaban… İkinci adımdan sonra işte sahne!
Selman Bilal, minimal tarzı ve müthiş enerjisiyle sahnedeki yerini alıyor. Murat Daltaban ise her ne kadar moda sözcüğüyle pek de sıkı fıkı olmadığını ima etse de her daim moda ‘rock chic’ unsurlarını barındıran stiliyle ilgi uyandırıyor. Ve başrollerini Dot ve Bilsar’ın paylaştığı, arkasında da azimli bir ekibin bulunduğu müthiş oyun başlıyor:
“Vur, Yağmala, Yeniden”…
* Dot’un bildiğimiz tiyatro gruplarından farkı ne? Maddi olarak aynı şeyleri söyleyemesek de indie (bağımsız) tiyatro topluluklarıyla arasında herhangi bir bağlantı var mı?
Murat Daltaban: Kurumsal olarak indie olduğumuzu söylemek doğru olmaz. Ancak, bağımsızdan kasıt kendi başına buyruk olmaksa evet, kendi başımıza buyruğuz. Oyun, oyuncu ve rejisör seçiminde tamamıyla özgürüz. Bir otoriteden söz etmeden rahat hareket edebiliyoruz. Ama aslında indie kavramının, tiyatroda müzikteki kadar karşılığı yok. Zaten Türkiye’de ya devletin tiyatroları var, ya da devletten bağımsız kendi kendine iş yapan özel tiyatrolar var.
* Siz, o tiyatrolardan da farklısınız ama.
M.D.: Evet, biz aslında seyirci ya da ticari bir amaç için değil de tamamen sanatsal kaygılarla, bir fikir kaygısıyla kurulmuş bir topluluğuz. Kuramsal olarak indie olduğumuz söylenebilir ama kurumsal olarak baktığımızda farklıyız. Ama asıl farkımız farklı bir kültür yaratmamız oldu.
Yani Dot’ta oyun seyretmek, oyuncularla oyun üzerine konuşabilmek ve Dot’un oyun tarzı bir araya gelince yeni bir kültür şemsiyesi oluştu. Bu kültür şemsiyesinin altında oyuncusundan, sahne tasarımcısına, seyircisinden, Bilsar’a kadar fikir birlikteliği yaşayan bir grup var. O açıdan diğer tiyatrolardan farklı olduğumuz söylenebilir.
Selman Bilal: Evet ve bu fark kesinlikle tesadüf eseri değil. Bu, yıllardır Murat’ın aklında olan bir projeydi. Daha önce çalıştığı kurumlardaki kısıtlamalar ve anlayışlar şu an geçerli olan tiyatro anlayışına hiç de uygun değildi. Murat hep farklı bir arayış içinde oldu. Ama bu farkı asıl oluşturan, yönetmenin ve oyuncuların yanı sıra tüm organizasyon, birlikte çalıştığımız Han Tümertekin’in mimarisi, Özlem Daltaban’ın her şeyi bir iş kadını titizliğiyle sistematik bir şekilde organize etmesi ve Süha Bilal’ın katkılarının, bu projeyi bir kurum haline getirişi oldu. Zaten arkasında sistemli bir şekilde çalışan ve onu destekleyen çok yetkin bir ekip ve yan kuruluşlar olduğundan Dot’un başarılı olacağı en başından belliydi.
* Evet, özellikle de Dot ve Bilsar arasında kusursuz bir birleşme var. Tam olarak hangi noktada buluştunuz?
M.D.: Evet bu doğru. Ama aslında her şey yavaş yavaş gelişti. Arkadaşlıklar, sohbetler, paylaşılan zaman bir süre sonra ortak bir dile dönüştü. Ve o ortak dil zamanla tiyatro yapma isteğini paylaşan insanları n amacı oldu. Ben şöyle bir tiyatro yapmak istiyorum dediğimde insanların da benimle aynı fikirde olmakla kalmayı p, bu işin içinde olmak istemesi sonucunda, dâhil olan herkesin mutlu olacağı bir yapı oluşmaya başladı.
S.B.: Böyle güzel projeler desteklenmezse hayata geçmiyor. Bu güzel birleşmeye sadece Bilsar ve Dot birleşmesi olarak bakmayalım, Murat’ın bu projesinin hayata geçmesi, tüm ekibin katkılarıyla gerçekleşti. Ve etkisi de güçlü oldu tabii. Aslında Bilsar ve Dot arasında, öncü olmak gibi çok önemli bir benzerlik var.
Bilsar Türkiye’deki en büyük ihracatçılarından ve sanayi yatırımcılarından biri olmanın yanında büyük bir marka. Çok değerli tasarımcılarla çalışıyoruz, dünya pazarına kendi tasarımlarımızla çıkıyoruz. Bilstore’la farklı bir konsept mağazacılık yaptık, “beyaz gömlek” projemiz ise dünyada bir ilkti. Yaptıklarımızla hep öncü olduk. Aslında Dot da yaptıklarıyla hep öncü konumunda. Belki de bizi asıl birleştiren bu.
* Bilsar modanın içinde, peki Dot’un neresinde?
S.B.: Biliyorsunuz, biz Dot’un ilk kuruluşunda, yani Mısır Apartmanı’nda, Dot’un mekân sponsoru olduk. Bu projenin de çok özgün ve enteresan bir prodüksiyon olduğunu düşündüğümüzden tüm sponsorluğunu üstlendik.
* Peki, Dot modanın neresinde?
S.B.: Moda ile Dot’u hiç birleştirmedik. Bizim için bu bir çeşit sosyal sorumluluk projesi. Hiçbir zaman öyle bir talebimiz olmadı.
* (Bu arada Selman Bilal’ın gözleri parlıyor ve Murat Daltaban’a dönüp, “Acaba modayı eleştiren bir oyun mu yapsak Murat?” diyor.) Modanın kendisi çok çabuk değişiyor ama diğer sanat dallarının da çok uzun sürelere yayılan ve zor da olsa değişen akımları, yani modaları var.
Tiyatroda şu an ne moda?
M.D.: Tiyatronun modası hakkında çok detaylı bir şeyler söyleyebilmek mümkün değil, çünkü o da sürekli değişiyor. Dot’un modayla kesiştiği nokta, daima gözde olan popüler kültürü çok ciddiye alması ve önemsemesi. Popüler kültürü malzeme olarak oyunlarımızda kullanıyoruz. Kullanırken de hırpalamaktan çekinmiyoruz.
* (Modayı biraz fazla popüler bir kavram olarak gören Murat Daltaban’dan çekinerek) Aslında şu sıralar tiyatroda moda Dot.
M.D.: Böyle söylemeniz beni rahatsız etmiyor çünkü ‘moda’ kelimesi her zaman ticari kaygılar taşımak anlamını barındırmaz. Zaten bu proje, ödenekli tiyatroların bile altından kalkamayacağı kadar büyük bir proje. Ve Dot bunu Bilsar’ın desteğiyle yapıyor.
Bilsar destek vermese kim destek verir, öyle biri de yok ortada. Bir tekstil firması ve bir tiyatronun bir arada büyük bir proje gerçekleştiriyor olması, çok yeni ve üzerinde düşünülmesi gereken bir model.
Büyük proje derken bahsettiğim show business değil, aksine tiyatronun eğlencenin dışında bir yer kapladığını tarif eden bir tiyatro olarak Bilsar’ın desteğini alan bir tiyatro Dot. Yani burada dans, müzik, eğlence tarzı bir şeyler yapsak kolaylıkla sponsor bulunabilir ama biz tiyatronun eğlence dışında bir yer kapladığına inanırken, Bilsar’ın da buna inandığı bir noktada bir araya geldik. Bilsar çok köklü bir kurum.
Dot da 4 senenin sonunda tiyatrolar arasında güçlü bir kurum haline geldi. Bu iki güçlü kurum bir araya gelip böyle kültürel bir sosyal sorumluluk projesini gerçekleştirebiliyorsa bu da yeni bir önerme.
* Yani yeni ve öncü bir moda?
S.B: Evet, Dot modayla ilgili bir proje yapsın, biz de destekleyelim. Modayı batırsın ya da çıkarsın, hiç önemli değil ama yeter ki modayla alakalı olsun.
M.D: Evet, evet yapalım. Zaten gücümüz de DOT’un üzerinde hiçbir sınırlama ve sansür mekanizmasının olmamasından geliyor.
* Peki, oyunlara baktığımızda savaşın modern hayata etkisinin vurgulandığını görüyoruz. Oyunlarda savaşın arkasından gelen bir barış söz konusu mu, yoksa savaşın arkası daima ve daima savaş mı?
M.D.: Oyunlarda, barış için savaşmak kavramı üzerinde duruluyor.
* Oyunlar barışın mümkün olabileceğine dair bir inancı vurguluyor o zaman.
M.D.: Aslında oyun, bugünkü küresel politikaların üzerine oturduğu “barış” tanımını açıyor ama bir sonuç getirmiyor ya da yargılamıyor. Sadece ortaya bir resim koyuyor ve o resimden çıkan cümle de “Barışmak için savaşmak.” Yani bugün hepimizin sıkışıp kaldığı bir nokta…
Barışı korumak için savaşmak zorundayız. Metinler seyirciyi tek değil, birçok yönden bakmaya zorluyor ve seyircinin kendi kendisiyle ya da yanındaki koltuktakiyle çatışmasına ya da onun üzerine sohbet etmeye zorluyor. Bu yüzden bu metinler hem oyuncu, hem seyirci, hem de rejisör için çok yeni bir dinamik getiriyor.
* Biri NTV’de yayınlanacak radyo tiyatrosu olmak üzere toplam 18 oyun var. Oyunlar birbiriyle bağlantılı mı, yoksa birbirinden bağımsız mı?
M.D.: Aslında her biri birbirinden bağımsız tek hikaye ama yine de birbiriyle bir şekilde bağlı. Ancak bu bağlantı, dizi mantığında değil. Hepsi ufak ufak, tek tek hikâyeler ama tamamlandığında ortaya büyük ve destansı başka bir resim çıkıyor.
* Son oyun final niteliğinde mi olacak, yoksa diğer oyunların birleşiminden mi oluşacak?
M.D.: Hepsi birleştirilecek. Mayıs ya da Haziran ayında, radyo tiyatrosu da dâhil olmak üzere 18 oyun birden seyirciyle buluşacak.
* Oyunda herhangi bir değişiklik yapmayı düşünüyor musunuz? Mesela konuyu içinde yaşadığımız coğrafyaya uyarlamak gibi.
M.D.: Hayır, kesinlikle düşünmüyorum. Zaten hikâye oldukça küresel bir bağlamda ele alındığından metnin orijinal halinin yeterince güçlü olduğunu düşünüyorum. Bizim için çok tanıdık ve bildik bir konu.
* Sürekli demokrasi ve özgürlük kavramlarından bahsediliyor. Ama bu iki kavram farklı ağızlarda farklı anlamlar barındırıyor. Dot’un farklı oyun tarzı, bu iki kavramı göstere göstere vurguladığında bazı zihinlerde etki uyandırabilir mi? Ya da böyle bir amacınız var mı?
M.D.: Kesinlikle evet. Çok büyük bir oyun olduğu için çok fazla tema üzerinde duruyor ama özellikle ilk oyunda bu iki kavram tartışılıyor.
* Türk seyircisinin böyle küçük çaplı mekânlarla arası nasıl?
M.D.: Seyircimizi buna Dot’ta alıştırdık.
* Sahneniz bile Türkiye için başlı başına bir yenilik. (Murat Daltaban bunun da Türkiye’de tiyatro adına yeni bir moda olduğunu ima ettiğimi anlıyor ama artık bu konuda çok anlayışlı davranıp beni onaylıyor.)
M.D.: Evet, öyle ama yalnızca bizim için yeni!
S.B.: Evet, bizim için de yeni bir şey bu. Binamızda bir tiyatro salonu var!
* Sahne tasarımı da çok güzel görünüyor.
M.D.: Sahne konusunda çok büyük sürprizlerimiz var. Yeşim Bakırküre’nin tasarımıyla mekân sürekli değişir bir nitelikte olacak. Aslında sahne yerine mekân demek daha doğru olur çünkü girişinden itibaren mekânın her yeri sahne diyebiliriz. Mesela, oyunun içinde sürekli ön taraftaki fuaye ve kafe üzerine konuşulup tartışılıyor. Yani fuaye dahi öylesine yapılmış bir parça değil, oyunun bir parçası. Mekân tasarımı 8 ay boyunca devamlı dönüşecek. Ama final müthiş görünecek.
S.B.: Zaten ben de mekân tasarımının yalnızca mutfak kısmına müdahale ettim çünkü Özlem Daltaban’ın bana o güzel cookie’lerinden pişirmek üzere bir sözü var. İyi kahve, iyi cookie istiyoruz. (Gülüyor.)
* Böyle ortaklıklar insanların sanatla arasındaki mesafeyi azaltır mı?
S.B.: Dot’un sistemi gözden geçirip sorgulayan bir tarzı ve tavrı var. Aslında bu hem kişisel, hem de özel hayatımızda yapmamız gereken bir şey. Hayata daha farklı bir şekilde bakabilmek lazım… Bence bu ortaklıklar insanları farklı bir şeyler yapılabileceğine inandırıp sanata yakınlaştırıyor.
* 18 oyundan hangisini yönetmeyi iple çekiyorsunuz?
M.D.: Edinburgh’da ilk izlediğim oyun “Kayıp Cennet” ti. Çok etkilendiğim için burada da ilk onu sahneledim. Nefis bir oyundu!
* “Suç ve Ceza” da merak uyandırıyor doğrusu.
S.B.: Ben tümünü merak ediyorum.
Ayrıntılı bilgi için: www.dotbilsarda.org
Kaynak: Elle
Fotoğraflar: Emre Uzer / DB Image